İnsan olarak geldiğimiz şu dünyada insan kalmayı becerebiliyor muyuz? diye soruyorum kendi kendime?
***
Sağlık ve mutluluk… Her ne dilekte bulunacaksam mutlaka cümlenin bir kenarına ilişiyor kendiliğinden… Çünkü, bu dünyayı yaşanır kılan temel duygumuz bunlar aslında… Sağlık ve mutluluk yoksa, paranın içinde yüzsen, altından bir sarayda da yaşasan anlamı yok hiçbir şeyin…
Bu yoruma “Felsefe” diyorlar ise eğer, bunu hepimiz yapıyoruz. Kimimiz inanarak, kimimiz laf olsun diye… Konuşmalarımız, “Herkese ölüm var, hayat bu geçip gidiyor” gibi cümleler ile noktalanıyor… Bu sözleri söyleyen bizler, “ölüm” için dört nala koşturuyoruz… Ağzımızda, “çocuğum için ölürüm, sevdiğim için ölümü bile göze alırım, kurban olurum” lafları dolanıyor çoğunlukla…
Asıl soru şu: Öldükten sonra ne olacak? Geri kalanlar mesela… Küçücük çocuğunuz için ölürsünüz de, sizden sonra tek kalan çocuk ne yapacak? Mesele ölmek değil, hayatta kalabilmeyi başarmak… Ölmek kolayı seçmektir çünkü… Zaten bir gün o an gelecek… Ne demeye bu koşturmaca?
***
Haftalardır gözümün önünde üç sahne var, unutamıyorum… Amerikalı gazeteci James Foly’un turuncu kıyafet içinde, dizlerinin üstünde duruşu ve yanında da celladı… Gazeteci konuşurken kendisi için sonun geldiğini biliyor, kaçışı yok… Yine de çok cesur, sesi bile titremiyor… Acaba aklından ne geçiyor?
Bir cenaze ambulansı, bir tarafta Türk Bayrağı’na sarılı bir şehidin tabutu, diğer tarafta 10 yaşlarında bir erkek çocuğu… Acısı yüzünden okunan çocuğun, acaba aklından ne geçiyor?
Mehmet Pişkin adında bir yazılımcı… Çoğu insanın olmak isteyip de olamadığı bir noktada… Sabaha karşı bir video çekmiş, intihar edeceğini açıklıyor… Dakikalarca konuşuyor, aklından geçenleri söylediğine inanıyor o an… Veda ederken, ne ilginçtir, bu hayatta bulamadıklarını başkaları için diliyor: “Hoşçakalın. Aşkla yaşayın. Çok güzel olsun hayatınız.”
***
Oğlum soruyor bana; “Anne, ölüm can acıtır mı?” Ben nereden bileyim ki cevap vereyim. Daha önce hiç ölmedim ki… Ruh, cennet ve cehennem kavramlarını etrafından duyduğu kadarı ile sorguluyor. Bu konulara girmek istemesem de, hayatın gerçekleri, kulak dolgunluğu oluşmuş bile… Benim net, başka sorular sormayacağı yanıtlar bulmam lazım…
Aklıma üç sahne geliyor… Birisinin yaşamı başkasının elinde, üstelik ölüm O’nu insanlığa hiç de yakışmayan bir şekilde bulmuş… Diğer karede bir şehit var… Kutsal bir amaç uğruna can vermiş… Bir diğer karede ölümü kendisi seçen bir adam var… Her üçünün de canı yanacak, yanmış. Evet ölüm can acıtıyor… Ama, bu şekilde anlatamam ki!...
***
Bu hayat, ne ölümsüz olmayı isteyecek kadar değerli bana göre, ne de hemen göçüp gitmeyi isteyecek kadar değersiz… Hayatımıza, kendi elimizde olan kısmı için renk katmalıyız… İnsanlığa yakışır bir şekilde, öldürmeden, öldürtmeden, birbirimize saygı duyarak, empati kurarak, barış içinde… Kısacacı “insan” olalım…
Sonra gözüme bir video ilişiyor sosyal paylaşım sitelerinin birinden… Doğumdan sonra ilk kez yıkanan ikizler, kendilerini hala anne karnında sanarak öyle güvenli ve huzurlu poz veriyorlar ki… Doğumun saflığına, temizliğine, insancıllığına hayran kalmamak ne mümkün… Ve ardından aklıma geliyor, aynı karında aylardır yaşayan, birbirine sarılan bu kardeşlerin ayrılmayacağına, ayrışmayacağına kim garanti verebilir?… Tıpkı aynı topraklarda birlikte yaşayan kardeşlerin ayrılıp ayrıştıkları gibi… Hiç istemesem de, dilim varmasa da gerçek bu… Çünkü dilekler ne olursa olsun, kişisel hırslar oldukça, maalesef ki, insan olarak “insanlığın kıyısında” yürümeye devam edeceğiz…