Bu ara kendime gıcık oluyorum. Sebebini biliyor gibiyim; ama bir türlü dile getiremiyorum. Mutlaka kendimde sevmediğim; ama yapmış bulunduğum bir şeyler var. Her neyse ne! Kızgınım kendime... Bu da demektir ki şapkayı önüme koyma zamanım gelmiş.
İşte o an... Şapkayı önüme koyduğum, kendimle yüzleştiğim an... Siz hiç yapar mısınız bilmem. Şapkayla baş başa kaldığınızda doğum sancısı çekersiniz; ama çocuğu kucağınıza aldığınız an... Sizi adam eden bu an, hayata bakışınızı değiştirir. Her şeyi istediğiniz gibi yapmamanız gerektiğini anlarsınız, artık her şey umurunuzdadır. “Hanya’yı Konya’yı anlamak” derler buna.
Şapkayla geçirilen bir ya da iki saat adama Hanya’yı gösterir; ama sonuç buna değer. İşte ben de kendime gıcık kapıyorsam; kimim, neyim, ne yaptım, ne yapacağım, olmak istediğim bu muydu, olmak istediğim ne, mutlu muyum, hayattaki “herşeyi” olan ne... gibi sorular sorarım.
Peki bunlardan size ne? Bunu niye yazıyorum? İşte cevabı: Kendime ceza veriyorum! Sorduğum tüm bu sorularla önce dalga geçip sonra da hak vermenize müsade ettiğim için. Ne gıcık bir cümle! Bu aralar gıcığım; ama haddimi biliyorum.
Kendimi dışarıdan görüyorum, bu ne büyük bir şans, darısı benim gibi düşünenlere...
Bilginize: Daha sonraki yazılarım garibinize gidebilir. Sebebine gelince; hani şu bir türlü çıkarmak istemediğim deneme adı verilen çalışmam var ya, bu köşede yayınlamaya karar verdim. Hayata dair ve beni ben yapan tüm düşüncelerim bu yazılarımda olacak. Yazdıklarımı sırasına göre biriktirirseniz, elinizde küçük bir başucu kitabı oluşacaktır