RUHAT MENGİ
Öyle bir haber duydum ki bu “4 koldan başlatılan yıpratma kampanyaları”nı pek güzel açıklıyor. Hani bakarsınız aynı anda birçok gazetenin birçok yazarı tek bir kişiyle, çoğu kez de aleyhte söylenecek bir şeyin kolay kolay bulunamayacağı kişilerle ilgili yoğun aleyhte propaganda başlatmış, merak edersiniz “nasıl oldu da hepsi aynı günlerde aynı iddiaları bulmuşlar” diye... Bir tanıdığım; “keskin şekilde taraf olan, adeta bir partinin amigosu, bir ideolojinin militanı gibi çalışan” gazetecilerden birinin, yanında iken arayarak kısa süre içinde “kendisiyle birebir aynı görüşleri paylaşan” başka gazetecilerle yaptığı telefon konuşmalarından söz etti birkaç gün önce... Ağzı bir karış açık kalarak dinlediği bu konuşmalarda gazeteci karşısındakilere “aynı kişilere birlikte saldırmak üzere” taktikler veriyormuş.
Düşünebiliyor musunuz, haddini bilmez, kaleminin değerini anlamaktan aciz insanların medyayı ne hallere getirebileceğini?
Aynen kızdığı kişilere bulduğu her tür suç aletiyle saldırıya geçen ruh hastaları gibi bunlar da kalemlerini anlaşarak ortaklaşa “satır gibi kullanan” ruh hastaları durumundalar... Ve demek olay gayet de açık açık yapılıyor ki yanlarındaki dehşete düşerken kendileri en ufak rahatsızlık, en ufak “duyulursa ne olurum” korkusu hissetmiyor. Bir kısmı böyle yazıyor, bazıları da kendini dev aynasında görüp, “nasılsa kalem bende önüme gelene çarpayım tokadı da gücümü anlasınlar” diye zahir...
KAN DAVASI GİBİ...
Son günlerde en çok dikkati çeken hedeflerden biri “New York’ta Beş Minare” filmi... Büyük paralar ve emekler harcanarak yurt içinde ve dışında harika çekimlerin yapıldığı, bugüne kadar yerli prodüksiyonlarda denenmemiş tekniklerin kullanıldığı ve izleyenlerin çoğunun da beğendiği, etkilendiği bir film. Ama olabilir, herkes her filmi beğenmek zorunda değil tabii, nitekim beğenmeyenler de “gazeteci ölçüleri içinde” neleri beğenmediklerini yazdılar. Ama “sen neymişsin be abi” havasındaki bazıları maalesef bunu “adeta bir kan davası” havasında günlerce üst üste “beğenenler gaz veriyor inanmayın onlara, bakın ben gaz vermiyorum” diyerek yazdılar ki aynı tavrı Oktay Ekşi’nin istifası konusunda da yapmışlardı. Bu ‘okuyucunun kendi özgür yorumuna yazar tarafından ipotek konması’ anlamına geldiği gibi kendi görüşünü yazan tüm diğer yazarlara da saygısızlıktır.
“REJİM BEKÇİSİ”YMİŞ!
Yine aynı “kan davası” bu kişiler tarafından CHP Genel Sekreteri Süheyl Batum’a karşı sürdürülüyor. Bir partide bir değişim yaşanmış, hangi partide olsa hiç değilse o yenileşme ve heyecan dönemine saygı olarak bir süre beklersiniz, kaldı ki bazı partilerin bu süreçlerinde kendinizi paralayarak “yağlama, parlatma yarışına” girmiştiniz, kaldı ki söz konusu kişi siz aksini düşünseniz de- ülkenin en saygın, en tanınmış anayasa hukukçularından biridir, o zaman ne bu acelecilik, işgüzarlık? Ona daha çıktığı anda darbe vurmak üzere birilerine sözünüz filan mı var? Neymiş efendim “özgürlükçü değil” miş. “Rejimin bekçisi gibi yasa yorumu yapar”mış. Birileri sürekli olarak rejimin altını oymak üzere yasalara takla attırmaya kalkınca ülkenin sorumluluk hisseden hukukçuları da doğruları anlatıyor, o zaman da bu beylerin “bekçi” suçlamasıyla karşılaşıyor. Tek ama tek nedeni bir anayasa hukukçusu olarak “devlet alanlarında türban ile anayasa ilişkisi”nden söz ediyor olması... Peki bu alanlarda “dini simge ve kıyafet sınırlamaları”nı Süheyl Batum mu bulmuş, bugüne kadarki uygulamaları o mu yapmış, Türkiye yüksek mahkemelerinin ve AİHM’nin kararlarını o mu vermiş, hayır.
O sadece bunları anlatmaya çalışmış... CHP, iktidar partisine “haydi gelin üniversitede türban sorununu çözelim ama bize bundan sonra sıranın ‘ilk ve orta öğretim ile devlet dairelerine’ gelmeyeceği, onun istenmeyeceği sözünü verin” dediğinde hemen “tamam anlaşma sağlanmadı, bu iş kapanmıştır” diyerek yan çizen o mu olmuş, hayır. (Burada karikatürist arkadaşımız “ben yapamam” demese, bir dansöz karikatürü de “kıvıran diğer taraf” için çizmesi gerekir aslında. Zira kıvırtma nedeni “türban” kozunu seçimden önce kaptırmamak)... Bakın Hayrünnisa Hanım türbanlı ama “ilköğretimde başörtüsü olamaz” dedi, eşi Cumhurbaşkanı Gül onu destekledi. Başbakan bunu söylememişti, onunla birlikte bir kesime göre de bu ne kadar “özgürlükçü olmayan” bir görüş, aynı ifadeyi kullanacak mısınız?!
Türbanlı olmayan ama aynı şeyleri söyleyenleri de rejim bekçisi yapıyorsunuz isteyince?
Bütün bu alakasızlıklara rağmen, bir uzman olarak açıklama görevini yapmış olan Batum’a söz konusu yakıştırmaları yapmak veya söylemediği sözleri söylemiş gibi ortaya atıp konuşmak son derece anlamsız ama anlayışla karşılamak lazım. Süheyl Batum da Kemal Kılıçdaroğlu gibi doğallığı, dürüstlüğü ve birikimi ile halka yakın, siyasette başarılı olacak, bulunduğu partiye yararı dokunacak bir insan. Bu durumda onun rakiplerine yaranmak isteyen de vuruyor, tipik Türk alışkanlığı olarak başarısının önünü kesmek isteyen de. Bu alışkanlıklar, çelmeler bizim kültürde eskiden beri olduğu için “güneş balçıkla sıvanmaz” benzeri sözler de bize aittir malumunuz... 21. Yüzyıl Türkiye’sinde aynı lafa gerek duyuluyor maalesef!
*****
Özgürlük buraya kadar!
Hayrünnisa Gül “ilköğretimde başörtüsü” ile ilgili görüşünü açıklar açıklamaz Özgür Der Başkanı da bir açıklama yapmış ve Cumhurbaşkanı’nın eşini “pudrayla beyazlaşmaya çalışan zenci”ye benzetmiş. Tabii aslında son derece şanslı bir kadın olan, refah içinde mutlu bir hayat sürmüş, sonunda eşiyle birlikte devletin zirvesine çıkmış, şu anda da kraliçe hayatı yaşayan, çocukları henüz 15 yaşındayken şirketler kurmuş birine “zenci”liği nasıl ve neden yakıştırdığı anlaşılmaz... Ona gelene kadar “hiçbir hata yapmadığı halde işi siyasetçiler tarafından elinden alınmış, alnının teriyle, bileğinin gücüyle elde ettiği kazancı kaybettirilerek maddi- manevi zarara uğratılmış” insanlar, üniversite bitirdiği halde işsiz on binlerce genç, yıllardır ispatlanamayan iddialarla hapiste çürüyen insanlar, onların sıkıntı çeken aileleri, Güneydoğu’da tecavüze uğradığı için aileleri tarafından intihara zorlanan çocuk yaşta kızlar ve daha ne zenciler var bu memlekette... Ama yakıştırmış, zaten tek problem de bu değil; adında “Özgür” bulunan bir derneğin bir vatandaşın (cumhurbaşkanı eşi olsa da, olmasa da ki burada “eşini desteklediğini” söyleyen Cumhurbaşkanı Gül de söz konusu) özgür görüşlerine saldırı da bulunması... Bu nasıl anlayıştır ki özgürlük “sadece kendisi gibi düşünüyorsa” var, aksi takdirde yok. Detay filan değil bu, olayın özü...
Ortada bir misyon var, sen nasıl taş koyarsın meselesi. Anlatılıp duran “özgürlük masalı” aynen böyle işte, ortaya koydukları için teşekkür gerek!
10/11/2010