RAHİME SEZGİN
Söz konusu olan bir köşe yazarıysa ona patron bile zor dokunur! Onun özerk bir alanı vardır; istediğini yazar–çizer, olmadı 'pardon' der, iş biter!
Yıllar önce Alper Görmüş Yeni Aktüel dergisinde yayınlanan 'Eski Ermeni Patriği Şinork Kalut-syan'ın kardeşi eski Diyanet İşleri Başkanı Lütfi Doğan'dı' haberinin yanlış çıkması üzerine istifa eder. Olayın sıcaklığı henüz kaybolmamışken Görmüş, gazeteci Haluk Şahin ile bir yerde karşılaşır. Haluk Şahin, şakayla karışık Görmüş'e; "Kusura bakma ama abarttın sen de. Biliyorsun ki böyle durumlarda muhabir işten kovulur, yayın yönetmeni de koltuğunda oturmaya devam eder." der. Alper Görmüş'ün anılarında saklı kalan bu hikâye, medyada yalan ya da yanlış haber yapan bir muhabirin neyle karşılaşacağını açıkça gösteriyor. Habercilikte esas olan, kaynağı ne olursa olsun 'doğrulatmak'tır. Bunu da en iyi muhabirler bilir; zira yanlış bir haber o kadar çok muhabirin savunma vermesine, işten atılmasına sebep olmuştur ki... Ama nedense Türkiye'de muhabiri 'asparagas' haberden kapı önüne koyan gazete yönetimleri, köşe yazarlarına sınırsız özgürlük tanımıştır!
Bir kere 'köşe'yi dönmeye görsün insan! Sonrası malum: Herhangi bir gazetede afili bir fotoğrafla 'özerk bir bölge' ve istediğini yazabilme özgürlüğü... İster çocuğunun altını nasıl değiştirdiğinden dem vurur, ister Türkiye'deki korkularından bahseder, isterse de biraz 'ekşın' der ve ağlak bir hikâye uyduruverir! Nasıl olsa hesap soran, bedel ödeten yok.
Geçtiğimiz hafta Mustafa Mutlu'nun bir okurundan aldığını iddia ettiği e-mail'den yola çıkarak yazdığı köşe yazısı da bunun bir örneğiydi. Mutlu'nun iddiasına göre annesi ambulansta olan bir kişi, trafik kesildiği için hastaneye yetiştirilemiyor ve hayatını kaybediyor. İddiaya göre, o saatlerde Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve konvoyu oradan geçiyor. Fakat biraz araştırıldığında o saatte Cumhurbaşkanı Gül'ün Huber Köşkü'nde olduğu, en önemlisi de öyle bir vakanın yaşanmadığı ortaya çıktı. En iyi ihtimalle hata diyebileceğimiz bu haberi bir muhabir kaleme alsaydı acaba gazete yönetimi bu kadar sessiz ve yaptırımsız kalır mıydı? Bu soruyu eski bir genel yayın yönetmeni olan Ergun Babahan'a sorduk. Babahan, "Yalan ve yanlış haberin yaptırımı dünyada köşe yazarı için de muhabir için de aynıdır." diyor. "Fakat iş Türkiye'ye gelince tablo değişiyor." diye de eklemeyi ihmal etmiyor. Babahan, "Bir kamu figürü hakkında yanlış yazdığı zaman eğer köşe yazarına karşı eleştiriler, yaptırımlar oluyorsa Türkiye'de 'yazarların özgürlüğü kısıtlanıyor' gibi bir durum oluyor. Oysa muhabiri harcamak kolay, muhabir garibanın teki, muhabir işten de atılsa, ceza da alsa kimsenin kılı kıpırdamıyor." diyor. Olması gereken herkesin malumu ama icraat farklı.
Konuyu, muhabir temsilcisi olmasa da, okur temsilcisi olan Yavuz Baydar'a da sorduk. Ne de olsa Baydar da daha önce çalıştığı gazeteden, Fikret Bila'nın yanıltıcı bilgi verdiğini anlatan bir yazı kaleme aldığı için kovulmuştu. Baydar'a göre artık 'Ben yaptım, oldu' kültürü iyice yerleşmiş durumda. Kimi ismi büyümüş gazeteciler arasında 'dokunulmazlık' bir inat meselesine dönüşmüş. Yani köşe yazarları burnundan kıl aldırmayanlar, aynı hatayı yapa yapa, hiçbir şey olmamış gibi hayatlarına devam edebiliyorlar.
Gazete yönetimleri, meslekî kuruluşlar köşe yazarlarına dokunmamak noktasında istikrarını sürdürüyor, bunu son olayda da gördük. Ama muhabirler aman dikkat! En küçük yanlışta size çeşitli yaptırımlar uygulanması hatta kapının önüne konulmanız çok da gecikmez. Tabii bu Türkiye için geçerli bir şey, eğer ABD'de ya da Avrupa'da gazetecilik yapıyorsanız sizin köşe yazarı olmanız bir şey ifade etmez. Yaptığınız yanlışın bedelini paşa paşa ödersiniz! [email protected]
***
Alper Görmüş: 'Normal' bir gazetecilikte köşe yazarı istifa etmeli
Bu konuda basında mide bulandırıcı bir çifte standardın olduğu muhakkak. Hepimiz biliyoruz ki, editöryal hiyerarşinin üst basamaklarını işgal edenler ile köşe yazarlarını kapsayan koruma refleksi, iş muhabir hatalarına geldiğinde hemen devreden çıkar. Örneğimizdeki köşe yazarının bu türden ilk vukuatı değil bu. Daha önce de Başbakan'ın eşi Emine Erdoğan'la ilgili olarak benzer bir gazeteci skandalının başkahramanı olmuştu. "Normal" bir gazetecilikte bu köşe yazarı ya istifa eder ya da müessesesi onu açık bir biçimde uyarırdı. Olması gerekenle olan arasındaki fark ortada, diyecek bir şey yok.
Yavuz Baydar: Köşe yazarının yok muhabirden bir farkı!
İçinde haber unsuru taşıyan köşenin yazarı, temel gazetecilik ilkelerine aynen muhabirler ve editörler gibi dikkat etmek zorundadır. Kaynaklarını denetlemek, olur olmaz her şeyi -hele içinde bir tarafa eleştiri, suçlama varsa- alelacele köşeye koymamak, hele sanal ortamdan gelen "bilgi"(!)leri birkaç yerden çapraz kontrole almak, okurunun güvenine önem veren her köşe yazarının boynunun borcudur. Ama maalesef, öyle vakalara rastlıyoruz ki, "gazetecilik ölmüş" diyenler haklı çıkabilir. Daha geçenlerde Deniz Baykal'ın tekne aldığı "haberi" yaşandı. Haberi yapan, telefon açıp Deniz Bey'e sorma zahmetine katlanmamıştı. Son vakada da Gül'ün makamı aranmadı.
Ergun Babahan: Medyada yanlışın bedeli ödenmiyor
Cumhurbaşkanı'nı doğrudan hedef alan bir yazıyı kaleme alıyorsunuz ve bunun doğru olmadığı ortaya çıkıyor. Bu bir rezalettir, dünyanın herhangi bir yerinde görülecek bir şey değildir. Fakat Türkiye'de Merkez Bankası başkanının olmayan ağabeyini manşet yapıp gündem belirleyen bir gazetecilik anlayışında köşe yazarlarının böyle hataları pompalanıyor. Türkiye'de en vahim durumda olan medyada hiçbir yanlışın bedeli ödenmiyor.
ZAMAN