Milliyet gazetesi yazarı Aslı Aydıntaşbaş'la, Türkiye'de yaşanan siyasi gerilimi, bunun medyada yarattığı kutuplaşmayı, burada kadın bir gazeteci olarak var olmanın zorluklarını, CNN Türk'te Akif Beki ile yaptığı programını, bu programın yoruculuğunu, Deniz Ülke Arıboğan'ın Türkiye'ye yakışabilecek bir Cumhurbaşkanı olacağına kadar birçok şeyi konuştuk. CNN Türk’le başlamak istiyorum. Akif Beki ile bir programınız oldu. İkiniz de birbirinize politik olarak çok zıt bir konumdasınız. Birlikte program yapma fikri nasıl doğdu? Teklif kimden geldi? Akif’in fikriydi ve birbirimizi uzun süredir tanıyoruz. Açıkçası bu kadar çok kavga edeceğimizi başında öngöremedik. Yorucu oldu, zor oldu ama aynı zamanda da keyifli oldu. Sonra neden bitti? Akif’e CNN Türk’ten başka bir program teklifi geldi. İkisini bir arada götürmek zor olacaktı. Hem Cuma günü bir program, hem de her sabah bizim programımızı yapmak çok zor bir mesai olacaktı. O nedenle Cuma akşamları yaptığı programı tercih etti. Böylece ben de sürekli konuk almaya başladım. Siz sonra çok farklı konuklar aldınız. Star gazetesinden, Türkiye gazetesinden, Zaman gazetesinden birbirinden farklı isimleri konuk ettiniz… Evet, Karşı Gündem olduğu için program, tartışabileceğim konuklar seçtim. Fehmi Koru da geldi. Bu insanları çoğu beni kırmadılar. Her kanala çıkmıyorlar ve tartışma programlarından da çekiniyorlar. Mesela Mustafa Karaalioğlu, Kanal 24 dışında pek fazla programlara çıkmıyor. Kaliteli bir tartışma olacağına ve başlarının etini yemeyeceğime söz vermiştim. İnsanlar meseleleri daha temelden konuşmak ve tartışmak istiyor. Ben de birçok kişinin gelmesine şaşırdım. Yıldıray iki kere geldi, Oral Çalışlar geldi yani neredeyse davet ettiğim ve gelmeyen insan olmadı. Peki, neden sürekli sabit biriyle programa devam etmediniz? Mesela programa çağırdığınız konuklarınızdan biriyle devam etmek istediniz mi? Aslında sabit biriyle devam etmek gibi bir düşünce vardı. Hüseyin Yayman ve Abdülkadir Selvi birkaç defa geldiler fakat rotasyon olmasının şöyle bir avantajı oluyor, gündeme göre birini belirlemek daha kolay oluyor. Mesela Etyen Mahçupyan’ın yazısı o hafta çok konuşuyorsa onu davet etmek daha iyi oluyor. Sabit birinin olmasının da bir kolaylığı da sürekli bir konuk aramıyorsun. Diğer bir taraftan da sabit bir konuk olunca insanlar biraz birbirlerini yıpratabiliyorlar. Böyle başka konuklar olunca gerilim dozu daha düşük oluyor. Sabit bir kişiyle her gün tartışmak kolay bir şey değil. Program neden bitti? Şöyle oldu, bir seçim yapmak durumda kaldım. Milliyet’teki görevlerim ve CNN Türk’teki işlerim de çok ağırdı. Yerel seçimler sonrasında gazeteye ve köşe yazarlığına dönmek istedim. CNN Türk’te hafta 5 gün bazen 4 gün program yapıyordum. Bu başlı başına bir işti ve ağırdı. Bu nedenle gazeteye çok adapte olamıyordum. Medyaya televizyon ve gazete arasında bir seçim yapmak zorunda olduğunuza yönelik haberler yansıdı. Aynı zamanda Kadri Gürsel ve Nagehan Alçı’dan da aynı seçimi yapmalarının istediğine, bir tebliğ gönderildiğine yönelik haberler oldu ama bir şey çıkmadı. Fakat sizin programınız bitti, Kadri Gürsel ve Nagehan Alçı ise CNN Türk’teki programlarına devam ediyor, bir tek siz ayrıldınız. Bu neden böyle oldu? Neden sadece siz ayrıldınız? Gazeteyle alınmış ortak bir karardı. Gazetede kendi açısından, kendi elemanlarının bu kadar yüksek görünürlüğünün olduğu bir yerde olmasının çekincesini taşıyordu. Benim gönlüm yazılı basından, gazeteden yana oldu. Kadri ve Nagehan Alçı’nın durumuyla ilgili bir bilgim yok. Ben de dedikoduları okudum ama herhangi bir malumat sahibi değilim.
“İKTİDAR MEDYASININ KARİKATÜRİZE EDECEĞİ BİRİ OLMAK İSTEMEDİM”
Televizyon daha kitlesel bir araç, daha fazla insana ulaşılabiliyor. Gazeteye göre daha etkili. Neden gazeteyi seçtiniz? Programın çok etkisi vardı. Ankara’ya gittiğimde bütün siyasetçiler, bakanlar, iktidar olsun, muhalefet olsun hepsi seyrettiğini ifade ediyordu. Programda ettiğiniz bir cümlenin orada bir etkisi oluyordu. Bu doğru. Diğer yandan televizyon çok yıpratıcı oluyor. Televizyondaki siyaset, tartışma ortamı Hacivat-Karagöz tartışmasına dönüşmüş durumda. Bir ringe çıkıyorsunuz ve sizden çok şey götürüyor. Her gün böyle yaşamak, tartışmak insanı bir süre sonra aptallaştırıyor. Şunu demek istiyorum, bir seviyeden gittikçe daha çok düştüğünü hissediyorsun. Her gün laf yetiştirmekle uğraşıyorsun ama laf yetiştirmek zorunda kaldığın durumlar gerçekten incir çekirdeğini doldurmayacak konular. Şimdi ben televizyonda olsam Başbakan’ın danışmanının bir vatandaşa tekme atmasının ne kadar dehşet, korkunç, antidemokratik bir şey olduğunu günler, geceler anlatmak zorunda kalacaktım. Bunun anlatılacak bir şeyi yok. Türkiye’de demokrasi açığı günden güne büyüyor ve bunu gün be gün anlatmak bile bir noktadan sonra zül gelmeye başlıyor. Başbakan’ın danışmanı bir vatandaşa tekme atamaz, demokrasilerde bunun hesabı sorulur, hesap verilir bunu anlatmak için çırpınmak Türkiye’de artık anlamsızlaştı. Gezi sürecinde olsun, 17 Aralık yolsuzluk sürecinde olsun kendimi sansürlemeden bütün eksikleri söyledim ve sonucunda artık televizyonun karikatürize bir varlığı olmak istemedim. İktidar medyasının, bu da işte muhalif bir karakter olarak sunabileceği bir karakter olmak istemedim.
“PROTESTOLARIN SOKAĞA AKMIŞ OLMASI MEDYAYI BASKI ALTINA ALMASINDANDIR”
Ama televizyonda muhalif seslerin çok az olduğu bir dönem içinde yaşıyoruz. Sizin tutumunuzu seven, dinlemek isteyen de birçok insan var. Evet, sokaklarda insanlar, nefes alabiliyorduk, neden bıraktın diye boynuma sarılıyorlar. Medyanın, bu şekilde çok az muhalif sese izin veren, çok az gerçek tartışmaya imkân veren bu medya düzeninin çok fazla sürdürülebilir olduğunu da düşünmüyorum. Bu işler değişecek, bu alan genişleyecek. Tek program, iki, üç program olmayacak. Gittikçe insanların seslerini daha fazla duyurabileceği programlar oluşacak ve oluşturacağız bunları, bundan eminim. Medyadaki bu tek seslilik ilelebet sürmeyecek. Nasıl olacak bu? Bence, bizim hiç tahmin etmediğimiz yerlerden değişik sesler çıkacak. İnternet siteleri, bloglar, Twitter gibi ki Twitter bile, başlı başına muhalif düşünen insanların seslerini dile getirebildiği bir alan haline dönüştü ve engellenemez, kısıtlanamaz bir şeye dönüştü. İşin doğası itibariyle su yatağını bulur. Yeni televizyon kanalları çıkacak, yeni sesler çıkacak, yeni gazeteler çıkacak ve bunlar oluyor da zaten. Buna inancım sarsılmadı. Ne kadar bastırsanız da, ne kadar köşe yazarlarını attırtmaya çalışsanız da, ne kadar insanları televizyonlardan sürmeye çalışsanız da, televizyonlar da kara listeler oluştursanız bile itirazlar duymak isteyen vatandaşa ulaşıyor. Türkiye’yi demir perde ülkesi gibi yönetmek 2014 yılında, bu teknolojiyle mümkün değil nitekim de bunu görüyoruz. İktidar kaliteli bir muhalefete, medyanın özgür olmasına izin verseydi sokaklarda bu kadar protesto olmazdı. Protestonun, itirazın sokağa bu kadar çok inmiş olmasının bir nedeni de medyayı bu kadar bastırmış olmasıdır. Dediğim gibi bu sürdürülemez, kendi ayağına kurşun sıkan, dünyaya rezil olan bir iktidar var, varsınlar yapsınlar ama tarih doğruları yazacak. Soma’da, 17 Aralık’ta çıkan muhalif sesleri 12 Eylül’ün yasaklarıyla susturmaya çalışıyor ama susturamayacak.
“ALO FATİH BAŞARILI OLSAYDI HÜSNÜ MÜBAREK HALA İKTİDARDA OLURDU”
Yeni televizyonlar, yeni alanlar oluşacak dediniz. Mesela Artı 1 TV kuruldu ama yine son zamanda orada istifalar yaşandı. Eskiden çok ortada olan birçok gazeteci bugün yok. Bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz? Artı 1’in hikâyesini çok bilmiyorum. Arkadaşlarım vardı orada ayrıldılar. Tam sorun neydi, ne oldu bilemiyorum. Televizyon çok para gerektiren bir alan ve zordur. Ben Artı 1’i örnek olarak verdim. Sizin dediğiniz gibi yeni alanlar, yeni televizyonlar oluşacak ifadeniz nedeniyle verdiğim bir örnek. Böyle bir oluşum vardı ama istifalarla neticelendi… İnternette birçok iyi habercilik yapan yerler var. Bir de insanlar artık duydukları haberin belli bir fitreden geçirildiğini ve hükümet lehine sansürlendiğinin farkında. Haber izleyen kitle zaten duyduğu şeyin doğru olamadığını bilerek izliyor. Bu hükümetin istediği ‘Alo Fatih’ sistemi başarılı olmuş olsaydı Hüsnü Mübarek hala iktidarda olurdu. Gerçek şu ki, medyayı ehlileştirdiğin, zapturapt altına aldığın ölçüde haberciliği değersizleştiriyorsun. Daha az gazete okunuyor, daha az haber izleniyor ve insanlar izledikleri haberin doğru olmadığını düşünüyor. Bu da değişecek. 17 Aralık yolsuzluk soruşturması süresinde bir sürü tape yayınlandı. Türkiye’nin gündemini yayınlanan tapeler oluşturdu. Onlardan biri de Erdoğan Demirören ile Başbakan arasında geçtiği iddia edilen bir konuşmanın kaydıydı. Bu kaydı dinlediğiniz de ne hissettiniz? Ben bu soruya cevap veremem çünkü çalıştığım müessesenin iç işleriyle ilgili ya da patronuyla ilgili bir telefon dinlemesiyle ilgili yorum yapmam çok uygun olmayacak.
MEDYATAVA'DAN EYLEM YILMAZ''IN ROPRTAJININ TAMAMI AŞAĞIDAKİ LİNKTE
http://www.medyatava.com/haber/asli-aydintasbas-turkiyede-gazetecilik-madencilik-gibi_107844