TALAT'TAN SERT TEPKİ
KKTC Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, Rum Meclisi'nin AB Anayasası'nı “Kıbrıs Cumhuriyeti” adına oylamasına sert tepki gösterdi. Cumhurbaşkanı Talat, Güney Kıbrıs'ta bugün yapılan AB Anayasası oylamasıyla ilgili olarak, 27 Haziran'da Güney Kıbrıs dışındaki tüm AB üye ülkeleri devlet ve hükümet başkanlarıyla Avrupa Komisyonu Başkanı Jose Manuel Barosso, AB Konseyi Genel Sekreteri Javier Solana ve BM Genel Sekreteri Kofi Annan'a birer mektup göndererek, konuyla ilgili düşüncelerini ve Kıbrıs'taki gerçekleri bir kez daha anlattı. Mektubunda, “1959-1960 Londra ve Zürih Antlaşmalarının, bu tür kararlar için açık şekilde Kıbrıslı Türklerin onayını gerektirdiğine” işaret eden Talat, “Kıbrıs Rum Temsilciler Meclisi'nin AB Anayasası'nı 'Kıbrıs Cumhuriyeti' adına oylamasının yasal veya ahlaki hiçbir gerekçesi olamayacağını” vurguladı. Talat, “Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti” gibi davranan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin, AB Anayasası'nı onayının, kendi ayrı onayları olmaksızın Kıbrıslı Türkler için bağlayıcı olmadığını belirterek, “Bu bağlamda, Kıbrıslı Türklerin birleşme ve AB üyeliğine olan bağlılıklarını tekrar vurgulamak istiyorum” ifadesini kullandı.
TALAT'IN MEKTUBU
Cumhurbaşkanı Talat'ın, muhataplarına “Ekselansları” diye hitap ederek başladığı mektubu şöyle: “Güney Kıbrıs Rum Yönetimi'nin 30 Haziran 2005'te AB Anayasası'nı tüm ada adına, 'Kıbrıs Parlamentosu' adıyla anılan Kıbrıs Rum Parlamentosu'nda oylayacağı bilgime getirilmiştir. Kapsamlı çözüm planının, yani Annan Planı'nın oylandığı Nisan 2004 referandumu sonuçları Kıbrıs sorununun parametrelerini değiştirmiş bulunmaktadır. Kıbrıslı Türklerin ezici bir çoğunlukla birleşme ve AB üyeliği lehinde oy kullanmış olmalarına rağmen, Kıbrıslı Rumlar, Annan Planı'nı reddederek birleşik bir Kıbrıs'ın AB üyeliğini engellemiştir. Bu nedenle, aşağıda belirtilenleri, Kıbrıslı Türklerin uzlaşma kararlılığı ışığında oluşan yeni koşullar çerçevesinde dikkate alacağınızdan şüphe duymamaktayım. Kıbrıs Cumhuriyeti, 1959-1960 Uluslararası Londra ve Zürih Anlaşmaları çerçevesinde kurulmuştu. 1960 Cumhuriyeti'nin meşruiyeti, Kıbrıslı Türk ve Rum toplumlarının, devletin her organına birlikte ve etkin katılımına dayanmaktaydı. Kıbrıslı Türklerin veya Kıbrıslı Rumların, tek taraflı olarak adanın hükümeti olma hakkı bulunmamaktaydı. 1960 Anayasası'na göre yürütme yetkisi 'Cumhurbaşkanı ve yardımcısının birlikte hareketinden' ortaya çıkmaktaydı. Cumhuriyet'in Cumhurbaşkanı kendi toplumu tarafından seçilen bir Kıbrıslı Rum ve yardımcısı da yine kendi toplumu tarafından seçilen bir Kıbrıslı Türk'tü. Yasama yetkisi, kendi toplumları tarafından demokratik bir şekilde seçilen Kıbrıslı Türk ve Kıbrıslı Rum üyelerden oluşan Temsilciler Meclisi'nindi. Tüm önemli devlet kararları için Cumhurbaşkanı ve yardımcısının onayı gerekmekteydi ve dışişleri, savunma ve güvenlik konularında ayrı ayrı veto hakları bulunmaktaydı. Kıbrıs Cumhuriyeti ortaklığı, Aralık 1963'te Kıbrıs Rum tarafının Kıbrıs Türk tarafını zor kullanarak devlet organlarından atmasıyla bozulmuştur. Kıbrıs Türk tarafı Rum tarafının iki-toplumlu devletin yönetimini ele geçirme girişimini kabul etmemiş ve Kıbrıslı Rumların Kıbrıslı Türkleri otoritesi altına almasını engellemiştir.
“KIBRIS'IN BÜTÜNÜNÜ TEMSİL ETME YETKİSİ...”
Sonuç olarak, Aralık 1963'ten beri adada Kıbrıs'ın bütününü temsil etme yetkisine sahip bir ortak merkezi yönetim bulunmamaktadır. Kıbrıs Rum tarafı kendisinin tek 'Kıbrıs hükümeti' olduğunu iddia etse bile, o zamandan beri iki taraf kendi kendini yönetmektedir. Nitekim Kıbrıs Türk tarafı, dışişleri kararlarını veto veya bu tür kararları onay gibi edinilmiş haklarından mahrum kalmıştır. Bu inkar edilemez gerçeğe rağmen Kıbrıs Rum yönetimi tek taraflı olarak tüm ada adına AB üyeliğine başvurmuş ve 'Kıbrıs Cumhuriyeti'ni tam üye yapmıştır. Ancak, Kıbrıs Rum tarafının tüm adayı temsil etme iddiası, bölünmüş bir adanın AB'ye girdiği gerçeğini değiştiremez. Bu yüzden, BM Genel Sekreteri, Kıbrıs'ın 1 Mayıs 2004 tarihinde birleşmiş bir ada olarak AB'ye girmesi amacıyla 1999 yılında yeni bir müzakere süreci başlattı. Böylece, Kıbrıs'ın adadaki iki eşit toplumun ortak isteği ve onayıyla AB üyesi olabilmesi için yeni bir fırsat yaratılmış oldu. Dört buçuk yıl süren müzakereler sonucunda, Annan Planı 24 Nisan 2004 tarihinde de adanın iki tarafında eşzamanlı referanduma sunuldu. Plan Kıbrıs Türk tarafında yüzde 65'lik bir oranla kabul edilmiş ve Kıbrıslı Türklerin adanın ortaklık, iki bölgelilik ve siyasi eşitlik temellerine dayalı olarak birleşmesi arzusu kanıtlanmıştır. Diğer taraftan, Kıbrıs Rum toplumu, liderleri Sayın Papadopulos'un açık teşviki sonucunda yüzde 76'lık bir oranla planı reddetmiştir. Bu, Kıbrıslı Rumların Kıbrıslı Türklerle yönetimi paylaşmaya hazır olmadıklarını kanıtlamıştır. Bunun yerine, Kıbrıs Rum tarafı Aralık 1963'te gasp ettiği 'Kıbrıs Cumhuriyeti' unvanının getirdiği avantajlardan yararlanmaya devam etmeyi tercih etmiştir.
“EŞZAMANLI REFERANDUMLAR...”
Eşzamanlı referandumlar aynı zamanda göstermiştir ki, adada birbirlerini temsil etmeyen iki eşit toplum bulunmaktadır. Sonuç olarak, tüm adayı temsil eden tek bir merciinin varlığından bahsetmek ve Kıbrıs'ta barışın iki tarafın ve iki toplumun onayını gerektirdiği gerçeğini göz ardı etmek imkansızdır. İki toplumun self-determinasyon hakları bulunmaktadır ve bu haklarından eşzamanlı referandumlarda yararlanmışlardır. Bu nedenle, hiçbir taraf diğer taraf üzerinde hak ve otorite iddia edemez. Her iki tarafın gücü kendi toplumlarıyla sınırlıdır. Kıbrıs Rum tarafı, yıllar içerisinde argümanlarını zorunluluk doktrini ilkelerine dayandırmıştır. Zorunluluk doktrini, iddialarını meşrulaştırmadığı halde Kıbrıslı Rumların 'Kıbrıs Cumhuriyeti'nin yasal hükümeti olma iddiasıyla Kıbrıslı Türklerin ayrılıkçı bir politika güttüğü fikrine dayandırılmıştır. Aslında, Kıbrıs Rum yönetimini yasal 'Hükümet' olarak tanımlayan tüm BM kararları da Kıbrıslı Türklerin bölünmeyi desteklediği varsayımına dayanmaktaydı. Nisan 2004 referandumları bu kanıyı su götürmez şekilde değiştirmiştir. Referandumların sonucu, hangi tarafın birleşme ve barışa dayalı bir çözümden, hangi tarafın da bölünmüşlüğün devamından yana olduğunu göstermiştir. Aslında, BM Genel Sekreteri Güvenlik Konseyi'ne sunduğu 28 Mayıs 2004 tarihli (S/2004/437) raporun 90. paragrafında 'birleşme için oy veren Kıbrıslı Türklerin iradesi'nden bahsetmiş ve 'bu oylamanın, Kıbrıslı Türkler üzerindeki baskı ve izolasyonları meşrulaştıran tüm sebepleri ortadan kaldırdığını ifade etmişti. Aynı raporda, Kıbrıslı Rumlar tarafından reddedilenin, 'bir plan değil, çözümün ta kendisi olduğu da (para. 83) belirtilmişti.
“KIBRISLI TÜRKLER İÇİN BAĞLAYICI DEĞİL”
Artık zorunluluk doktrini kullanılamaz. Bu doktrin birleşme aleyhinde kampanya yürüten, devlet yapısının normalleşmesini engelleyen ve birleşik bir Kıbrıs'ın AB üyeliğini bloke eden bir hükümetin yasalarını da meşrulaştıramaz. Yeterince açıktır ki, Güney Kıbrıs'taki Kıbrıs Rum yönetimi, Kıbrıs Rum halkı dışında kimseyi temsil etme ve adına karar alma hakkına sahip değildir. 'Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti'nin tüm ada veya demokratik olarak seçilen temsilcileri bulunan Kıbrıslı Türkleri temsil etme veya onlar adına karar almaya yasal veya ahlaki hiçbir hakkı olmadığını kabul etme zamanı gelmiştir. Bu bağlamda, 1959-1960 Londra ve Zürih Antlaşmaları, bu tür kararlar için açık şekilde Kıbrıslı Türklerin onayını gerektiren, Kıbrıs Rum Temsilciler Meclisi'nin AB Anayasası'nı 'Kıbrıs Cumhuriyeti' adına oylamasının yasal veya ahlaki hiçbir gerekçesi olamaz. Yukarıda belirtilen nedenlerden dolayı, 'Kıbrıs Cumhuriyeti Hükümeti' gibi davranan Güney Kıbrıs Rum yönetiminin AB Anayasası'nı onayı, kendi ayrı onayları olmaksızın Kıbrıslı Türkler için bağlayıcı değildir. Bu bağlamda, Kıbrıslı Türklerin, birleşme ve AB üyeliğine olan bağlılıklarını tekrar vurgulamak istiyorum.”