ORAY EĞİN
Hatta bırakın bir gazeteciyi, bir yazarı, onların bir yakınının, tanıdığının, akrabasının başına gelseydi aynı süreç.
Ertesi gün, bu haberi Taraf'ın nasıl vereceğini düşünüyor musunuz?
Muhalif bir gazetecinin evinde olsaydı 'Ergenekon öldürdü' imasından tabii ki kaçınmayacaklardı.
Doğan Grubu'nda çalışan biri olsaydı 'CHP-Doğan-Ergenekon' bağlantısı üzerine bir teori attıracaklardı. Mutlaka Mehmet Baransu bu konuyla ilgili bir belge bile bulurdu; çöp kutusundan, hayal gücünden ya da bavuldan çıkan.
Kerem Altan'ın müdür olarak bir köşesinde oturduğu Taraf yazıişleri bu haberi nasıl iddialı bir manşetle büyütürdü.
Taraf'ın peşine takılan diğer gazeteler, yandaş basının tetikçileri de bu yoldan ilerleyip bir karalama kampanyasına başlardı.
Eğlenmek için dışarı çıkılmış masum bir gece bir anda Türkiye'nin zihnine bağlamından çok farklı bir şekilde kazınmaya çalışılırdı.
Bu gazete NTV santralinin Muhsin Yazıcıoğlu'nun helikopterinin düşürdüğünü haber yaptı, bunun da bir koca gün boyunca arkasında durdu. Ahmet Altan bu haberi savunan yazı yazdı!
Yasemin Çongar NTV'nin canlı yayınına çıkıp 'Belki birileri santralinizi kullanmıştır' dedi.
Bunu düşünen, kafası böyle çalışan bir gazete böylesi bir olay bir başkasının başına gelseydi nasıl davranırdı?
Diyelim ki benim evimde hayatını kaybetseydi Defne Joy Foster...
Nelerle uğraşacağımı, ömrümden kaç sene geçeceğini düşünemiyorum bile.
***
Dün, Cemaat'çi ve dinci militan sitelere baktım. Daha ölüm sebebi açıklanmadan, otopsi yapılmadan hemen ferman verilmiş: 'Alkol yüzünden öldü!' Bir site ilerleyen günlerin de habercisiydi adeta: 'Bu ölüm yüzünden Altan ailesinin başı çok ağrıyacak.' Nedir bu örtülü tehdit mi?
Merkez medya ise Altan adını karıştırmamak için büyük bir özen gösteriyor. Televizyon kanalları 'ev sahibi' diye gizliyor Kerem Altan'ın adını.
Telefon diplomasisiyle dünden beri 'Aman ne olur Altan'lar üzerine haber yapmayın' telkinleri geliyor.
Altan ailesi haklı olarak bu ölümün şokunu, kendi soyadlarının böylesi bir olaya karıştırılmasının şokunu yaşıyor dünden beri. Yapılan haberlerden de rahatsızlar.
Ama biraz da ittifak yaptıkları dinci ve Cemaat'çilerin gerçek yüzünü görsünler. Yoldaşlarını tanısınlar. Kendi başlarına gelene kadar başkalarını asan, yargısız infazla manşetlerde hedef gösteren, yalan haberlerle insanları intihara sürükleyen bu çarpık medyayla hiçbir sorunları yoktu.
Mehmet Altan, albayı intihara sürükleyen manşeti atan gazetenin başyazarı hala...
Yeğenini ölüm haberinin merkezine oturtan Cemaat medyasında programlar yapıyor.
Şimdi akılları başlarına gelir mi dersiniz?
Bu aile hep geç uyanıyor. Ne zaman ki kendi başlarına tatsız bir olay geliyor, o zaman isyan etmeye ve hak aramaya başlıyorlar. Çünkü bütün hesapları kişisel.
Hükümetle aralarının bozulması da öyle... Ahmet Altan'a dava açılmasaydı dededen toruna hep bir ağızdan kükrerler miydi?
Nerede...
O zaman da iktidar oyunu oynamaya devam ederlerdi. Zaten AKP'ye destek vermelerinin, Cemaat'le kol kola yürümenin tek bedeli bu iktidar üzerinde de söz sahibi olmak, bu iktidarda rant kapmaktı. Sanki bunları bilmiyoruz...
Bir de şimdi demokrasi kavgası verdiklerini söylemiyorlar mı...
Söz konusu Kerem Altan olmasaydı Taraf bu haberi nasıl verirdi?
İşin sırrı bu soruda gizli işte.
Uyduruk akademisyen operasyonu
Köşe yazarlarının en büyük dertlerinden biri kuşkusuz zincir e-mail'ler. Bazı isimler çok 'değerli' görüşlerini düzenli olarak ilgili ilgisiz herkese yolluyorlar, yazışma kirliliği yaratıyorlar.
Bunların uyanıkları da var.
Yazdığı metnin sadece başındaki hitabı değiştirerek 'kişiye özel' süsü vermeye çalışıyor. Bakıyorum, bazı köşe yazarları hemen bu tuzağa düşüyor. Yazacak konusu olmayan hemen e-mail alıntısına başlıyor.
Bir-iki senedir bir başka trend gözlemliyorum.
Gündem üzerine bazı 'akademisyenlerden' mail'ler geliyor düzenli olarak. Israrlı bir şekilde, bir süre devam ediyor bu mail'ler. Ya gmail ya da hotmail gibi bedava servis sağlayıcılarından alınmış adreslerden yollanıyor.
Mektubun sonuna akademik bir unvanla (ya Prof., ya da doçent, aşağısı kurtarmıyor!) imza atılıyor ve illa ki yabancı bir ülke adı konuyor: Fransa, Kanada ve İngiltere benim rastladıklarım. Yorumların hepsi uyduruk ama hepsi düzenli. Akademisyenin işi gücü yok, her gün Türkiye üzerine düşüncelerini yazıyor. Farklı isimlerden gelen mektupların tonu, dili de benzer.
***
Geçenlerde üşenmedim bu 'akademisyenleri' google'ladım. İnanır mısınız hiçbir şey çıkmadı. Çalıştıklarını söyledikleri ülkelerin üniversitelerinde aradım, yine sonuç alamadım. Bazıları 'Londra Üniversitesi' diye adres bildirmişlerdi, o okullara sordum yine yanıt gelmedi.
İsimler sahte... Şehirler yalan...
Belli ki birileri bu uyduruk isimlere akademik süs ekleyip bir şeyler servis etmeye, birilerinin kafasını karıştırmaya çalışıyor.
Peki kim bu mektuplardan ne çıkar sağlıyor? Gizli metin yazarı kim? Hangi şebeke tarafından hangi merkezden yönetiliyor bu mektuplar?
Yazı konusu bulamayan köşe yazarları: Uyduruk e-mail tuzağına düşmeyin.
Bu aralar gündemim
- 'Parks and Recreation'a sardığım malum... 'The Office' dizisinin yapımcı ekibinden Amerikan yerel hükümetindeki küçük insanların hırsları, kötülükleri, vasatlıkları insanı hem rahatsız ediyor, hem güldürüyor. Bizim devlet dairelerinde geçen bir versiyonu yapılsa eminim daha iyi malzeme çıkar.
- 'Yiğit Karaahmet'in Şahane Hayatı'nı el altında tutuyorum; hafızasız bir toplumuz ya, magazinden bildiğimiz isimlerin kirli çamaşırlarının toplu halde elimizin altında olması faydalı oldu. Özellikle 'hanut gezi karakterleri' benim için bir klasik: En uzağa kim gitti, en bedava otelde kim kaldı, en bedava karnını kim doyurdu...
- Paul Auster'ın 'Sunset Park'ının bir bölümünde 'Hayatımızın En Güzel Yılları' isimli eski Amerikan propaganda filmi üzerine çok güzel bir bölüm var. Bu filmin bu gözle izlenmesi şart oldu. Yapılacak işler arasına koydum.