İŞTE AHMET HAKAN'IN BUGÜNKÜ HÜRRİYET'TEKİ YAZISI:
Türbanla da denize girmeyiver
TAMAM, türbanınla Tophane’deki kahvelere takılıyorsun...
Okey oynuyorsun...
Nargile içiyorsun...
Çorlulu Ali Paşa Medresesi’nde erkek arkadaşlarınla oturup şiir tartışıyorsun...
Kış olunca kayağa, yaz olunca denize gidiyorsun...
Nalan’ın şarkısına ‘Of, of’ diye eşlik ediyorsun...
Blue-jean’e bir itirazın yok...
Ayakkabıda Convers’i tercih ediyorsun...
Bazen televizyonların gündüz programlarının vazgeçilmez konuk profilini oluşturuyorsun, bazen de İstiklal Caddesi’nin arka sokaklarındaki marjinal mekanların entel-dantel müdavimlerinin başını çekiyorsun...
Marka kıyafetler peşindesin...
Senin için ‘Tesettür defilesi’ yapılıyor, memnun oluyorsun...
Senin için ‘Tesettür Kuaför Salonu’ açılıyor, sorun çıkarmadığın gibi ilgi de gösteriyorsun...
Bazen Reina’nın kapısında görünerek, bazen de Tarkan’ın konserinde sallanarak herkesi şaşırtıyorsun...
En az diğer hemcinslerin gibi sen de şu dandik ‘kişisel gelişim’ setlerine meraklısın...
Sen de ‘Avrupa Yakası’ndaki kızlar gibi konuşarak dikkat çekmek istiyorsun...
Yani...
Bir ‘modern mahrem’ olarak, modern hayatın gereklerinin hiçbirinden vazgeçmiyorsun...
* * *
Hiçbir itirazım yok...
Nilüfer Göle Hoca sağolsun, bana ‘Modernleşme aracı olarak türban’ konusunda epey ders verdi...
Ne diyordu Hoca: ‘Türban modernleşmenin aracıdır.’
Bu dersi aldığım günden beri ‘türbanlı kadın’ diye ‘tek tip’ kadın olmadığını anladım.
Ve yine bu dersi aldığım günden beri ‘Modern hayatın gereklerini yerine getiren türbanlılar’ bahsi beni şaşırtmıyor...
‘Hem türbanlı, hem de...’ diye formüle edilen cümleler benim için feci demode...
Ve işte bu birikimin verdiği rahatlıkla sana şunu söylüyorum:
Ne istersen onu yap, nasıl istersen öyle yaşa...
Karışmak haddime düşmemiş...
Madem ki herkes kendi ‘kutsal’ının sınırlarını çizmekte özgür...
Ve madem ki ‘türban’ konusu, ‘irtica’, ‘siyasi simge’ gibi ideolojik tartışma konularının olduğu kadar sosyolojinin de konusu...
O halde yapmam gereken şudur:
Yönlendirmek, kategorize etmek, toplamak, çıkarmak, bölmek, dışlamak, ahkam vermek, racon kesmek gibi mühendislik faaliyetleri yerine olaya hiç karışmamak...
Ve olayın kendi mecrası içinde akmasını öylece oturup seyretmektir...
* * *
Ancak...
Ey türbanlı kadınlar...
Kabul ederseniz, bu ultra liberal yaklaşımımın, bu ‘Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler’ tavrımın tıkandığı bir yer var...
Nargileye, okeye, kayağa, tessettür defilesine, Tarkan konserine, marka kıyafetlere, hatta kişisel gelişim setlerine bile ‘gönül rahatlığı’yla ‘evet’ diyen bu yürek, iş ‘tesettür mayosu’na gelince isyan ediyor...
Yanlış anlaşılmasın...
‘Tesettür mayosu’na isyan ederken beni ‘kutsalın sınırları’ motive etmiyor...
O konudaki ilkesel yaklaşımımdan vazgeçmiyorum.
Beni şu ‘tesettür mayosu’ adı verilen tuhaf giysi konusunda isyana teşvik eden tek unsur, estetik kaygımdır.
Tesettür kıyafetleri satarak zenginliklerine zenginlik katan ‘hacı ağa’ tüccarların buluşu olan ‘tesettür mayosu’nu, mankenler üzerinde gördüğümde inanın hem gülmüş, hem de utanmıştım.
Çünkü ben ömrümde böyle sakil, böyle maskara bir kıyafet modeli görmedim.
Yani demem o ki:
Madem ki yaşamınızın çerçevesini belirleyen kutsalınız sizin denize ancak ‘tesettür mayosu’ adı verilen tuhaf giysiyle girmenize izin veriyor, o halde ne olur şu deniz sevdasından vazgeçin...
Bunu bir ‘istisna’ kabul edin...
Sonra da ‘İstisnalar kaideyi bozmaz’ diyerek modern hayatın gereklerini yerine getirmeye devam edin...
Ama yine de son karar sizindir...