TARİHİ DENEYİMLERİNDEN DERS ALAN GRUP...
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı'nın iddianamesinde, bu suçlama şöyle dile getiriliyor: "Davalı parti, başta laiklik olmak üzere Cumhuriyetin bütün kazanımlarına karşı mücadeleyi esas alan, Milli Nizam Partisi, Milli Selamet Partisi, Refah Partisi ve Fazilet Partisi çizgisinin devamı niteliğinde siyasi bir oluşumdur. Ancak bu partilerin geçmişte kullandıkları radikal, anti-laik eylem ve söylemleri nedeniyle hukuki koruma görmemeleri ve bazılarının kapatılmaları gözetilerek, tarihi deneyimden ders alan bir grup tarafından kurulmuştur."

BOP'UN EŞBAŞKANLARI SIFATIYLA 
Şeriat hedefine ulaşmada, demokrasiyi bir araç gören bu zihniyet, “gerçek amacını doksanlı yıllardan sonra dünyada küreselleşmenin merkez güçlerinin ülkemiz ve bölge ülkeleri için ürettiği ‘ılımlı İslam’ ideolojisi ve onun siyasi hedefi ‘Büyük Ortadoğu Projesi’nin (BOP) eşbaşkanları sıfatıyla söylemlerini insan hakları, demokrasi, din ve vicdan özgürlüğü, öğrenim hakkı gibi asıl referansları olan şeriatla hiç bağdaşmayan kavramların arkasına gizlenerek” göstermişlerdir.

ARINÇ'IN 'TAKOZ' SÖYLEMİ
Başta Genel Başkan Recep Tayyip Erdoğan ve diğer partililer, 2001 yılından önce mensubu bulundukları partilerde Cumhuriyeti ve onun devrimlerini doğrudan hedef alarak eleştirmişler, söylemlerinde; “…hakimiyet Ulusa değil Allah’a aittir,(…)Millet isterse laiklik elbette elden gidecektir. (…)laiklik dinsizliktir..” diyenler, her türlü din istismarını yapanlar, bu söylemlerini değiştirerek takiyye yapmaya başlamışlar, partinin önemli isimlerinden Bülent Arınç, Türkiye Demokrasi Vakfı'nca düzenlenen bir toplantıda, TBMM Başkanı iken yaptığı bir konuşmada; “…Siz ifade özgürlüğüne tam sahip değilseniz, kapatılmamak için, önünüze engeller çıkmaması, iktidara giderken bir takoza ayağınız takılıp da düşmemek için yalan söylemeye, samimiyetsiz davranmaya, takiyye yapmaya mecbursunuz…” diyerek, takiyyenin yeni dönemdeki siyasal yöntemleri olacağının işaretini vermiş, buna rağmen davalı parti gerçek siyasi hedefini gizleyememiş, laiklik ilkesine ilişkin Anayasa ve yasa hükümlerine, Anayasa Mahkemesinin Refah Partisi ve Fazilet Partisinin kapatılmasına, resmi daire ve üniversitelerde türban-başörtüsü kullanmayı teşvik eden konuşmaların laik düzen karşıtları için bir mesaj oluşturduğuna ilişkin kararlarına karşın, türban konusunu belirledikleri politikalara temel almakta bir sakınca görmemiştir.

Davalı parti özellikle 22 Temmuz 2008 seçimlerinden sonra, alınan oy oranının etkisi ve cüretiyle toplumu İslam devletine dönüştürecek projelerini önce yeni bir Anayasa taslağı hazırlamak sonra da türbanı gündeme getirmek suretiyle laiklik ilkesini hedef alarak adım adım gerçekleştirmeye başlamıştır."

NAZİ BENZETMESİ
İddianamede, 'Naziler'in izlediği yönteme' gönderme yapılarak şöyle deniliyor: "Amaçlanan şer’i sistem ve son noktada şeriat, kuşkusuz cihadı da içinde barındırmaktadır. Demokratik bir sistem, Nazi Almanya’sı örneğinde olduğu gibi demokratik yolları kullanarak iktidarı ele geçirip demokrasiyi ortadan kaldırılabileceği gibi, demokratik olmayan yöntemlerle de ortadan kaldırılabilir. Davalı partinin amaçladığı rejimi demokratik yollardan gerçekleştirememesi durumunda, şeriatın gereği olan cihadın devreye girmesi söz konusu olabilecektir. Dolayısıyla gerektiğinde cihada, yani şiddete başvurulması olasıdır.

“Ülkemizde şeri sistem, ancak bir devrimle tasfiye edilmiştir. Bu devrim öncesinin şeriat uygulamalarından günümüze miras kalan kültür ve o kültürün yeşerdiği dinsel iklim gözetildiğinde ilk etapta şiddete başvurmadan bile ciddi bir şeriat yanlısı taraftar kitlesi bulmak mümkündür. Çünkü din istismarı yoluyla kolayca harekete geçirilebilecek bir tabanın her zaman mevcut olduğu yakın tarihsel deneyimlerle kanıtlanmıştır. Bu nedenle, egemen olan dinsel inancın (şeriatının) içeriği ve tarihsel deneyimler gözetildiğinde laiklik ilkesinin korunması anlamında Türkiye’nin daha hassas davranması zorunluluğu doğmakta ve bu durum ülkemizin takdir hakkını genişletmektedir.”


'VELEV Kİ' SON DAMLA OLDU
Cumhuriyet Başsavcısı Yalçınkaya’nın, kapatma davası sürecini Başbakan Erdoğan’ın Madrid’de yaptığı ve “türbanın siyasi simge sayılsa bile yasaklanamayacağı” yönündeki açıklamasıyla başlattığı öğrenildi. İddianamede, AİHM’nin RP’nin kapatılmasını doğru bulmasına yönelik kararı anımsatılırken, bu davada AİHM’nin ilgili partinin “amaçlarını gerçekleştirmeden önlem alınması” gerektiği yönündeki vurgusuna dikkat çekildiği kaydediliyor. 162 sayfalık iddianamedeki diğer suçlamalar ise şöyle:

- Parlamento çoğunluğunu kullanarak laiklik ilkesinin ortadan kaldırılmaya çalışılması.
- Topluma benimsetilen inanç üzerinden, türbanın üniversitelerde serbest bırakılması ve bu yönde söylem oluşturulması.
- Bu söylemin Genel Başkan, yardımcıları, milletvekilleri, il teşkilatları, yerel yönetimler tarafından kararlı bir şekilde sürdürülmesi

-Devlet kadrolarında islami kadrolaşma. Liyakat ve kariyer yerine dini kimliğin ön planda tutulması.
- Dini hükümleri referans gösterme.

'İSTERSE KONUŞMASIN' DELİL OLDU
İddianamede, YÖK Başkanı da şöyle yer aldı: 'YÖK Başkanı, atandığı gün mahkeme kararlarına karşı geleceğini açıklamıştır. Bilim adamı gibi davranmamıştır. Belirlenmiş bir düşünce yönünde çalıştığı, Maliye Bakanı'nın konuşmasından da (Unakıtan'ın, Özcan için açık mikrofona takılan, 'İsterse konuşmasın' sözü) anlaşılmıştır.

ERDOĞAN'IN TEKSAS TOMMİKS AÇIKLAMASI
Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı, Başbakan Erdoğan'ın açıklamalarını da delil gösterdi. Bu açıklamalar şöyle sıralandı:
- Bırakalım kitabını Kuran'ı rahat öğrensin. Tommiks Teksas okumaya engel olmuyoruz da kendi kitabına niye mani oluyoruz.'
- İstanbul'un imamıyım.
- Ata'ya saygı duruşunda sap gibi ayakta durmaya gerek yok.
- İslam'ın önüne birşey konulamaz, kişiler laik olmaz.
- 14 Ocak’ta İspanya’da bir gazetecinin türbanla ilgili sorusunu yanıtlarken “Velev ki siyasi simge olsun. Siyasi simge olarak türban takmak suç mu? Simgelere, sembollere bir yasak getirebilir misiniz?” yanıtı.
- Uşak’ta söylediği “Bunlar Türk milletinin kökünü kazımak istiyorlar, yaptıkları şey bu. Eğer nüfusunuzun azalmasını istemiyorsanız, bir ailenin 3 tane çocuğu olmalı. Takdir sizindir, o ayrı bir mesele” sözleri.
- Yine Uşak’ta söylediği “Af yok.Suç işleyen cezasını çeker. Devlet katili affetme yetkisine sahip değildir. Katili affetme yetkisi aslında maktulün varislerine aittir, öyle olması lazım” sözleri.
- Erdoğan’ın AİHM’in türban yasağı kararını yorumlarken söylediği “AİHM’nin verdiği bu karara ben yargı kararı olarak uyarım, ama haklar, özgürlükler noktasında doğru bakmam. Mahkemenin de bu konuda söz söyleme hakkı yoktur. Söz söyleme hakkı din ulemasınındır. Açarsın o dinin mensubuna sorarsın, bunun dinde gerçekten emredici bir hükmü var mı?” sözleri.

DÜNYA, AKP YÜZÜNDEN TÜRKİYE'Yİ ILIMLI İSLAM GÖRÜYOR
İddianamede, "Türkiye, dünya ülkeleri nezdinde ılımlı islam olarak görülüyor, bunu da AKP sağladı" saptamasına da yer verildi ve "Davalı parti, laiklik karşıtı eylem ve söylemleriyle yasalara ve Anayasa'ya aykırı olarak tüzük ve programının ötesine geçmiştir" denildi.

Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün, Dışişleri Bakanı'yken, Gülen okullarının ticari olduğuna yönelik kriptosu da delil olarak sıralandı. Danıştay saldırısının tetikçisi Alparslan Arslan'ın, "Başbakan Erdoğan'dan şeriat getirmesini bekliyorum, yoksa kan çıkar" ifadesi de deliller arasına konuldu.

İddianamede, 11 belediye başkanı hakkında da siyaset yasağı yasağı istendi. Çeşitli zamanlardaki açıklamaları ve dini yayınlara verdikleri destekle suçlanan bu belediye başkanları arasında Isparta Belediye Başkanı Hasan Balaman, Eyüp Belediye Başkanı Ahmet Genç, Beyoğlu Belediye Başkanı Misbah Demircan, Kocaeli Büyükşehir Belediye Başkanı İbrahim Karaosmanoğlu ve Bolu Belediye Başkanı Alaaddin Yılmaz'ın adı geçiyor.