Mine Şenocaklı/vatan
Dünyada 7 milyar insan, 7 milyar da büyükbaş hayvan var. Sakın aklınıza yemyeşil meralarda otlayan inekler gelmesin. Bu hayvanların çoğu kapalı ortamlarda, gün ışığı bile görmeden yetiştiriliyor. Biz insanlar beslenelim diye... Hayvan kendi ekseninde dahi dönemeyecek durumda, daracık bir bölümde tutuluyor. Ve yorulunca olduğu yere çömeliyor. Çömeldiği yer neresi? Daha önce dışkısını yaptığı yer! Oraya memelerini gömüyor. O yüzden sütte hastalık yapıcı bakteri oluşuyor...
Ama daha önemlisi hiç hareket imkanı olmayan, sürekli ayaklarına dışkısını yapan bir hayvan, ayaklarını kendi pisliğine gömmek zorunda olduğu için, memelerini de yatarken o pisliğe gömdüğü için, tırnak ve meme iltihabından ölmesin diye ona sürekli antibiyotik vermeniz gerekiyor! Ben bir ineğin sadece protein kaynağı olarak görülmesine çok üzülüyorum. Peki ama bizim bu kadar hayvansal proteine ihtiyacımız var mı? Yok! Sütle, yumurtayla da hayvansal protein alabiliriz!
- Dünkü bölümde, “Yanlış tarım politikalarıyla 60 yılda erozyona topraklarımızın yarısını verdik. Küresel ısınmanın etkileri ortaya çıkmadan heba edilen bu. Şimdi bir de çölleşmeyle karşı karşıyayız. Böyle giderse 40 yıl sonra Anadolu’da tek sap maydanoz yetişmeyecek” dediniz. Peki ne yapmak lazım?
Küresel ısınmanın ciddiyetinin vurgulanması, daha da önemlisi küresel ısınmanın sadece bir karbondioksit emisyon artışı olmadığının, hatalı tarımsal uygulamaların da küresel ısınmaya yol açtığının vurgulanması lazım.
- Dün pirinç üretiminin küresel ısınma üzerindeki etkilerine dikkat çekmiştiniz... Tek bir pirinç tanesinden 3 bin pirinç elde edildiğini, yani bire 3 bin verim alındığını, ama pirincin çamurda yetiştiğini, bu yüzden de oradaki bakterilerin yarattığı metan gazının küresel ısınmaya etkisinin yüzde 7 olduğunu anlatmıştınız. Peki ya hayvan besiciliğinin etkisi ne?
Toplamda bakıldığında metan gazının küresel ısınmada yüzde 25 payı var. Mesela hayvanları siz bugünkü gibi endüstriyel tarzda yetiştirdiğiniz zaman ortaya çıkan metan gazı, merada otlayan hayvana göre çok daha fazla oluyor. Yani hayvancılığı sadece birebir insanların sağlığı açısından değil, çevre sağlığı açısından da yeniden meralara taşımamız gerekir.
- Neden endüstriyel hayvancılıkta metan gazı daha fazla çıkıyor?
Metan gazı özellikle geviş getiren hayvanların ağzından çıkan bir gazdır. Hatta hayvan iyi havalandırılmamış bir ortamda tutuluyorsa kendi çıkardığı metan gazından zehirlenir. Mısır silajı, pancar küspesi gibi nişasta veya şeker ağırlıklı beslenen hayvanlarda metan gazı oluşumu çok daha fazla olur. Bu da küresel ısınmanın önemli etmenlerinden biridir. Pirinç üretiminin iki katı kadar metan gazı da bu şekilde oluşmaktadır. Şunu düşünürseniz boyutlarını çıkarabilirsiniz zaten; dünyada insan sayısı kadar büyükbaş hayvan var.
- Yenmek üzere bakılan, yetiştirilen yani?
Evet. 6-7 milyara yakın büyükbaş hayvan var. Bir kere, bu kadar hayvansal gıdaya ihtiyaç var mı dünyada diye sormamız lazım.
- Bu soruyu da soralım ama Yavuz Dizdar’la tarım ilacı ve kanser ilişkisini konuşurken, konu tavuk üretimine gelmişti. Dizdar, tavukların adeta tarladaki patatesler gibi hiç hareket ettirilmeden, antibiyotik ve hormon verilerek yetiştirildiğini anlatmıştı. O yazıyı okuyanların çoğu antibiyotik ve hormon konusuna takılmıştı. Tavukların nasıl bir işkenceyle büyütüldüğüne aldırış eden neredeyse yok gibiydi...
Ben “İnek” diye bir roman yazmaya çalıştım ama beceremedim. Orada bir buzağının anne karnından çıktığı dakikadan itibaren nelere maruz kaldığını anlatıyordum. Şöyle düşünün; süt çok değerli olduğu için buzağı on gün içinde annesinin yanından ayrılıyor ve bir daha da annesinin yanına gitmesine izin verilmiyor. Annesinin sütüyle değil, soya sütüyle besleniyor. Çünkü annesinin sütünün satılması gerekiyor. Anne de, buzağı da birbirinden ayrıldıkları için günlerce, hatta haftalarca ağlıyor. Şunu hep unutuyoruz, o buzağı ve ineğin de bir duygusu var. Yani sadece insanların duygusu yok. Hayvanlar karanlık ortamlarda, hiç gün yüzü görmeden yetiştiriliyor. Biz insanlar beslenelim diye... Hayvan kendi ekseninde dahi dönemeyecek, daracık bir bölümde tutuluyor ve yorulunca olduğu yere çömeliyor. Çömeldiği yer neresi? Daha önce dışkısını yaptığı yer! Oraya memelerini gömüyor. O yüzden sütte hastalık yapıcı bakteriler oluşuyor. Bu bakteri kanıtlanmasın diye de hayvana antibiyotik veriliyor.
Merada otlayan hayvanın sütünde mikrop olmaz!
- Sütü de bu yüzden UHT oluyor?
Evet. Ama daha önemlisi, meme ve tırnak iltihabı olmasın diye, çünkü bu hastalıklar öldürücü olabilir, hiç hareket imkanı olmayan, sürekli ayaklarına dışkısını yapan bir hayvan, ayaklarını kendi pisliğine gömmek zorunda olduğu için, memelerini de yatarken o pisliğe gömdüğü için, hayvana sürekli antibiyotik vermeniz gerekiyor. Bakın merada otlayan hayvanın sütündeki bakteri sayısı ahır hayvanına göre 10 bin kat daha az. Yani normalde sütte mikrop olmaz. Çünkü serbest dolaşan bir hayvan hiç kendi pisliği üzerine yatar mı? Ama ahır hayvanlarına bakın, her tarafı tezektir. Oysa dışarıda dolaşan hayvanın üstünde tezek göremezsiniz. Çünkü kendi pislediği yere yatmaz ki hayvan!
- Para kazanacağız diye nasıl bu kadar vahşi, vicdansız, bilinçsiz olabiliyoruz? Sonuçta o yediğimiz et de, içtiğimiz süt de fayda değil zarar getiriyor. Bir sürü hastalıkla boğuşuyoruz...
Bu işte vahşet var, bir de bizim bu kadar çok hayvansal proteine ihtiyacımız var mı?
- Benim bildiğim her gün, neredeyse her öğünde yemeğe gerek yok. Peki ne kadar kırmızı et yemek yeterli olur?
İşte bunun bir araştırması yok. Bir kere bize tıp Amerika’dan geliyor. Ne yazık ki biz Amerika’nın bize dayattığı bilgilerle hastalarımızı tedavi ediyoruz veya önerilerde bulunuyoruz. Ama şunu unutmayalım ki, Amerika dünyanın en büyük büyükbaş hayvan üreticilerinden biri. Amerikan tıp kitaplarının önerisine göre günde 70-100 gr kadar hayvansal protein almamız lazım. Tamam da acaba Amerikan kitapları Amerika’nın dünyanın en büyük büyükbaş hayvan üreticilerinden biri olmasından etkilenerek mi bunu öneriyor?
- Peki hayvansal protein derken illa kırmızı et mi yemeli miyiz?
Sütle, yumurtayla da alabilirsiniz hayvansal proteini. Ayrıca ‘Analı kızlı’ diye bir çorba var; ben herkese bu çorbayı içmelerini tavsiye ediyorum. Çünkü bir baklagille bir tahıl birlikte yendiği zaman hayvansal proteine eşdeğer bir protein elde ediyorsunuz. Analı kızlı Anadolu’nun klasik çorbasıdır. Bulgurdan yapılmış köfteciklerden oluşur, içine nohut katılır. Ya da yeşil mercimekli bulgur pilavı... İçine bulgur katılmış mercimek köftesi... İşte bu gıdalar da ete eşdeğer bir protein sağlıyor.
Mutlaka et yemeliyiz ama...
- İlla da et yememiz gerekiyor mu peki?
Et mutlaka yemeliyiz. Ama niçin? Demir için yemeliyiz. Çünkü demir özellikle zihinsel performans için çok gereklidir. Türkiye’de gençlerin yüzde 50’sinde demir eksikliğine bağlı kansızlık var. Bu tehlikeli bir boyut. Yıllar önce Amerikalı bir bilgisayar şirketi Intel, Türkiye’de çok büyük bir fabrika açmak istedi. Aylarca araştırdıktan sonra “Sizde matematikçi yok” diye terk etti, gitti başka ülkede kurdu fabrikasını. Eğer gençlerin yüzde 50’sinde demir eksikliği varsa tabii ki matematikçi yetişmez. Biz kırmızı eti özellikle demir açısından yemeliyiz.
- Peki demiri et dışında başka hiçbir şeyden alamıyor muyuz?
Maalesef kaliteli demiri et dışında başka bir yerden doğru dürüst alamıyoruz.
- Ispanaktaki demir yetmiyor mu?
Elbette bitkisel kökenli demir de vücuda alınabilmektedir ama ne yazık ki bitkisel kökenli demirin hem emilimi hem de kalitesi hiçbir zaman et kökenli demire yaklaşamamaktadır.
- Öyleyse çocuklar ne kadar et yemeli? Haftada iki-üç gün üçer köfte ya da iki kalem pirzola yeterli midir?
Bunu ezbere söylemek doğru değil. Dediğim gibi, bununla ilgili Sağlık Bakanlığı geniş toplumsal araştırmalar yaptırmalı ve kendi ulusal beslenme politikalarımızı başka ülkelerin araştırmalarına göre değil, kendi ihtiyaçlarımıza göre belirlemelidir.