Günün Haberleri   |   Giriş sayfam yap   |   Favorilere ekle   |   Künye   |   İletişim   |   Sitene haber ekle


 
DOLAR
35,4226
EURO
36,3212
IMKB
9.911,000
ALTIN
3.064,670
 
Hava Durumu ANKARA
6 / 9 C°
Değiştir
 
     
 
Medya Spot Google
 
 
 Ana Sayfa  Gündem   Ekonomi   Dünya   Yaşam   Medya   Spor   Magazin   Polis Adliye 
 
Akşener: Türkiye Böyle Rezalet Görmedi
Akşener: Türkiye Böyle Rezalet Görmedi
 
Akşener'den Bakan Nebati'ye: Türkiye Cumhuriyeti tarihi böyle bir rezalet, böyle bir cıvıklık görmedi!
 
23.3.2022 - 11:53

Akşener'in açıklaması şöyle:

2 gün sonra, yani 25 Mart,  Türk siyasetinin, dürüst ve yiğit evladı, Muhsin Yazıcıoğlu’nun, şehadetinin, 13’üncü yıldönümü. Muhsin Başkan, daima hakikat yolunda yürüyen, bir dava adamıydı. Ama O, aynı zamanda, evlatlarının üzerine titreyen, çınar ağacı gibi bir babaydı. O, aynı zamanda, bizler için, zor günlerde yanımızda kaya gibi duran, bir kardeşti. Ruhu şad, mekanı cennet olsun.
 
Biliyorsunuz, geçtiğimiz Cuma günü, Çanakkale Zaferimizin, 107’inci Yılını idrak ettik. Başta, Gazi Mustafa Kemal Atatürk olmak üzere,  o büyük destanı yazan kahramanlarımızı, bir kez daha, rahmet, minnet ve şükranla anıyorum.
"Gazi'nin adı, kendi kurduğu Diyanet'in aklına gelmiyor!
Memlekette, kime sorsanız,  Çanakkale Harbi dendiğinde, akla ilk gelen isim,  Gazi Mustafa Kemal Atatürk’tür. Ancak, her ne hikmetse;  Milli günlerimize denk gelen, Cuma namazlarının hutbelerinde,
Diyanet yönetiminin aklına, nedense Atatürk gelmiyor. Yani; Elmalılı Hamdi Yazır’a, yüce dinimizin mukaddes kitabı, Kur’an-ı Kerim’in tefsirini yaptıran, sadece 1923 yılında, 126 caminin bakımını yaptıran, Gazi Mustafa Kemal’in adı,  bizzat kendisinin kurduğu, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın aklına gelmiyor. Hatta, hutbelerde onun adını anmamak için, adeta özel bir çaba harcanıyor. Vefasızlığa bakar mısınız?
Buradan, diyanet yetkililerine seslenmek istiyorum: Küffara karşı, serden geçen aziz ecdadımıza,  herkesten önce, sizin vefa göstermeniz gerekmez mi? Ay yıldızlı bayrağımız, Türk yurdunun üzerinde, ilelebet dalgalanabilsin diye,  göğsünü siper eden istiklal kahramanlarına,  bir Fatiha’yı çok görmek, ayıp değil mi? Gazi Mustafa Kemal’in adını anmamak, her şeyden önce, mukaddesatımıza aykırı değil mi? Yazıklar olsun.
Aziz milletim; Gelelim meselenin diğer boyutuna… Biliyorsunuz, 18 Mart gününde, 1915 Çanakkale Köprüsü’nün, açılışı yapıldı. Ülkemizde, taş üstüne taş koyan herkesten, Allah razı olsun. Biz meseleye, öncelikle böyle bakarız. Ancak, biz, bu taşın nasıl konulduğuyla da, elbette ilgileniriz.
"Biz projeye değil, ranta karşıyız"
 
İYİ Parti olarak, sıklıkla bir şeyin altını çiziyoruz: Diyoruz ki; “Biz projeye değil, ranta karşıyız.” Çünkü o rant, devletin hazinesinden çıkıyor. Milletimizin helal parası, haramzadelerin cebine indiriliyor. Çalışanlarımız, emeklilerimiz, esnafımız, çiftçilerimiz, milyonlarca vatandaşımız,  pahalılıkla, yoklukla, yoksullukla mücadele ederken; Bay Kriz, proje görünümlü tezgahlar üzerinden,  milyonlarca doları, rantın 5 atlısına, bir çırpıda ödüyor. Pandemide, vatandaşına iki yılda layık gördüğü nakit desteğin, kat be kat fazlasını,  o rant çetesinin, tek bir üyesinin cebine, aynı gün koyuveriyor.
İşte bizim karşı olduğumuz şey, bu soygundur. Bizim karşı olduğumuz şey, millet hazinesine el uzatılmasıdır. Bizim karşı olduğumuz şey, bu adaletsizlik, bu haksızlıktır. Çelişkiler insanı Bay Kriz, eskiden ne diyordu, hatırlıyor musunuz? 'Bu köprüler, yollar, tüneller için devletin, yani milletin kesesinden beş kuruş çıkmıyor.' Aynen böyle diyordu. Ama bu arkadaşımız, daha nice konuda yaptığı gibi,  Çanakkale Köprüsü’nün açılışında, yine kendi kendini yalanladı. Köprünün geçiş ücretini, 200 “liracık” olarak açıkladı. “Geçen, 200 “liracık” verecek ama, üzerini de devlet olarak biz tamamlayacağız.” dedi. Yani nihayet, gerçeği itiraf etti.
"Vatandaşa verirken 'liraaaaa', vatandaştan alırken 'liracık'"
Törene katılan vatandaşlarımız, pahalı dese de,  zamanında, emeklilerimize seyyanen zam yaparken,  “iki yüüüüüüz” lira diyerek büyüttüğü rakamı, köprü geçişinde 200 “liracık” ilan etti. Vatandaşa verirken “liraaaaa”, vatandaştan alırken “liracık”… Asgari ücrete zam yaparken “liraaa”, Eşe dosta yandaşa dağıtırken, 5’li çetenin vergi borcunu silerken “liracık.”
Dahası var. Çanakkale’de, adalar hariç iki yaka arasında, feribotlar, günde 7 bin araç taşırken, bu köprüye, günlük 45 bin araç garantisi verilmiş. Şaka gibi, ama maalesef gerçek.  Bu matematik üstadı arkadaşlar,  günde 45 bin, yılda 16 buçuk milyon araçlık garanti verdiler. Yani, müteahhit firmalara, yıllık 246 milyon avroyu garanti ettiler.
Bitmedi. Sözleşmeyi imzaladıkları gün, avro 4 lira 80 kuruştu. Bugünse, 16 lira 40 kuruş. Daha inşaat devam ederken, maliyet 3 buçuk kat arttı. İşte size, Ak Parti’nin,  bir yandan, vatandaşa “dövizini bozdur” çağrıları yaparken, öbür taraftan, yandaşının eline, “avrocukları” sayan, üstün yönetim anlayışı. İşte size, bitmeyen bir yerli ve millilik edebiyatı arasından, milletin hazinesini, dövizle borçlandırmakta hiçbir sakınca görmeyen, Ak Parti zihniyeti. Allah ıslah etsin.
 
Ben, “Neden köprü yaptınız?” demiyorum. Ben; “Honkong’la Çin’i bağlayan köprünün, kilometre maliyeti, 360 milyon dolarken,  Bay Kriz’in yaptırdığı köprünün, kilometre maliyeti, neden 900 milyon dolar?” diyorum…
Ben, “Neden yol yaptınız?” demiyorum. Ben; “Neden bir liralık işi, beş liraya yapıyorsunuz?” diyorum.
Ez cümle ben; “Milletimizin alın teriyle, fedakarlıklarla doldurduğu hazineyi,  neden müteahhitlerinize peşkeş çekiyorsunuz?” diyorum.
"Osmangazi köprüsünün durumu ortada, aynı soygun modeliyle yapıldı Çanakkale Köprüsü..."
Çünkü, biz bu filmi, daha önce de izledik. Osmangazi köprüsünün durumu ortada. İşte o nedenle, aynı soygun modeliyle yapılan Çanakkale Köprüsü’nü de,  sanki hafızamızı yitirmiş gibi, görmezden gelemeyiz.
"Bu insanlar, çile çekiyor Sayın Erdoğan"
İktidar mensupları, lüks salonlardan dışarı çıkamazken, biz, memleketimizi 2 yıldır, karış karış geziyoruz. Milletimizin sesine ortak oluyor, dertlerine çözümler geliştiriyoruz.
Geçtiğimiz hafta da, İstanbul Şile’de ve Aydın’daydık. Gördük ki; İktidarın büyüme masalları, Şilelileri de, Aydınlıları da teğet geçmiş…
Şile’deki pastaneci kardeşim, “Şeker bulamıyoruz.” diyor. Bir eczacı kardeşim, “Birçok ilacı bulamıyoruz.” diyor. “Fiyatlar sürekli artıyor, hastalar bize patlıyor.” diyor. Sağlığın veresiyesi mi olur?  Ama eczanelerdeki veresiye defteri, her geçen gün kabarıyor.
Şarküteri sahibi bir esnaf kardeşim,  “Dükkanın günlük gideri, 800 lira. Ama şu saate kadar, sadece 250 gram peynir satabildim.” diyor. Dört aydır kirasını ödeyememiş. Nasıl ayakta kalacağını soruyor.
 
Bu sorular bana değil, sana Sayın Erdoğan. Sen sarayında rahatsın.  Beş maaşlı, on maaşlı saray insanları da evlerinde rahat. Ama bu insanlar cevap bekliyor. Bu insanlar, çare arıyor. Bu insanlar, çile çekiyor Sayın Erdoğan!
Turizmden tarıma, birçok imkâna sahip Aydın’da da; işsizlik, yoksulluk ve pahalılık almış başını gitmiş…
 
Bereketli topraklarımızda, refah üretmek yerine, Afrika’ya tarım yatırımı yapmaktan bahseden, üreticilerimizi kaderine terk eden, bu garip zihniyetten kurtulmak için; Aydınlı vatandaşlarımız da artık gün sayıyor.  25 kiloluk tohumun maliyeti, 350 lirayken; satış fiyatının, 1250 lira olması, çiftçilerimizi toprağına küstürüyor.
Üretim maliyetleri, sürekli artarken; desteklerin, âdeta sadaka niyetine verilmesi, çiftçilerimizi perişan ediyor.
"Pamuk üretici dertleriyle baş başa, Suriye'den pamuk ithal ediliyor!"
Pamuk üreticileri dertleriyle, bir başına bırakılırken; Suriye’den pamuk ithal edilmesi, çiftçilerimizi kahrediyor.
Ne var ki; biz bu gerçekleri söyledikçe, onlar inkâr ediyor. Biz milletin sesi oldukça, onlar tiyatro diyor. Varsın olsun. Yalan mıymış, gerçek miymiş, çok yakında zaten görecekler. O sandık gelecek,  bu arkadaşlar da, neyin tiyatro, neyin gerçek olduğunu acı bir şekilde görecek. Hiç merak etmeyin, az kaldı.
 
Onlar, kendi yalanlarına, kendileri inanadursunlar, Biz, milletimizin gerçeklerini, anlatmaya devam edeceğiz. Nitekim, her hafta olduğu gibi, bugün de;  Milletin Kürsüsü’nde, sözü milletimize bırakıyoruz. Bugün aramızda, Aydın’dan bir çiftçi kardeşimiz var. Tariş Pamuk ve Yağlı Tohumlar Tarım Satış Kooperatifleri Birliği,  Eski Pamuk Ürün Koordinatörü, Mehmet Ramazan Karayel Bey,
bugün aramızda.
"Yeniden, kendi kendine yetebilen bir Türkiye’yi, birlikte inşa edeceğiz"
Değerli çiftçi kardeşlerim; Tohum, temeldir. Tohum, nesildir.  Tohum, gelecektir. Ak Parti iktidarı; Ne tohumun, ne toprağın,  ne de sizlerin kıymetini bilmiyor.  Memleketimizin bolluğuna, bereketine, sizlerin çabasına, emeğine, alın terine, nankörlük ediyor.
Ama biz; Türkiye’nin kalkınmasında, sizlerin, ne kadar önemli olduğunuzu biliyoruz. Çalışmaktan nasırlanan ellerinizin, hak ettiği değeri görmediğini biliyoruz.  Ama biraz daha sabredin, çok az kaldı!
Ata’mızın vizyonu doğrultusunda, mutlu, huzurlu ve refah içinde yaşamanıza, inanın çok az kaldı! İYİ Parti iktidarında; Atatürk Orman Çiftliği, Tarım Bilimleri Akademi’sinde, beraber çalışarak,  hem yüksek katma değerli, hem de, yerli ve millî bir tarım üretimini, birlikte yapacağız.  Yeniden, kendi kendine yetebilen bir Türkiye’yi, birlikte inşa edeceğiz.
 
Biz; Herkesin “bitti” dediği anda, küllerinden doğan, kendi tarihini, kendisi yazan büyük bir milletiz.
Biz;  Nice acıya sabretmiş, bağımsızlık uğruna can vermiş, vatanın bir karış toprağı için, dünyayı karşısına almış cesur bir milletiz.
 
İşte bu yüzden biz; bastığımız toprağın da,  kazandığımız değerlerin de, kurduğumuz devletin de, kıymetini çok iyi biliriz.
 
Çünkü; biz bu topraklara, bu değerlere, ve bu devlete kavuşmak için; kadınıyla, erkeğiyle, yaşlısıyla, genciyle, kınalı kuzularıyla, Atamızın liderliğinde, hep birlikte mücadele verdik.
 
Mücadelemizin ilk adımlarını da; Müdafaa-i Hukuk Cemiyetleri’nde başlattık. Bu cemiyetlerin adı, neden müdafaa-i hukuktu, biliyor musunuz? Çünkü; Cumhuriyetimizin kurucuları, kendi şahsi iktidarları için değil,  Türk Milleti’nin egemenliğini diriltmek için çabaladılar. Amaçları, öz yurtlarında işgalcilerin hukukunu değil, kendi yasalarını uygulamaktı. Bu yüzden, işgal güçlerine karşı, verilebilecek en mantıklı tepkiyi verip,  önce bir meclis kurdular,  sonra da, yasaları uygulayacak, bir siyasi iktidar inşa ettiler. En olağanüstü şartlarda bile, kanun devletinin sınırları dışına çıkmayıp, Ankara’da top sesleri duyulurken bile, istişare mekanizmalarını muhafaza ettiler.
Cumhuriyetin kurucu kadroları, hiçbir zaman “Ben” demedi, “Türkiye Cumhuriyeti” dedi. Mustafa Kemal, hiçbir zaman “Ben” demedi, “Türkiye Cumhuriyeti, ilelebet payidar kalacaktır.” dedi. İşte o nedenle, devleti meydana getiren kanunlara, kurallara, kurumlara, büyük mesai harcadılar.
Atatürk’ümüzün tabiriyle; Yeni Türk devleti, kişinin ya da kişilerin değil, milletin devleti olacaktı. Bu devlet, en büyük gücünü; Milletin ve memleketin birliğinden, yani Cumhuriyetimizden alacaktı. Ancak, devlet-millet birliğinin sağlanması, vatandaşların bu yeni yönetimi benimsemesi için; sadece yasalar çıkartmak yeterli değildi. Nitekim, bunun bir yansıması, 1924 yılında yaşandı.
Gazi Mustafa Kemal Atatürk,  Erzurum ve Pasinler’de, depremden zarar gören köyleri ziyarete gittiğinde, yaşlı bir köylüyü yanına çağırdı.  Ona; “Depremden çok zarar gördünüz mü, baba?” diye sordu.  Gazi, yaşlı adamın şüphe ettiğini görünce, tekrar sordu. “Hükûmet sana kaç lira verse, zararını karşılayabilirsin?”
Yaşlı adam; “Valla, padişah bilir.” dedi. Gazi gülümsedi ve yumuşak bir sesle; “Baba padişah yok; onları siz kaldırmadınız mı?  Söyle bakalım zararın ne?” dedi. Yaşlı adam yine; “Padişah bilir” deyince, kaşları çatılan Atatürk,  Kaymakama döndü ve; “Siz daha devrimi yayamamışsınız.” dedi. Bu sırada, ortaya atılan yazı işleri müdürü, Atatürk’e; “Köylere genelge yolladık Paşam” dedi.  Bunun üzerine, Gazi’nin fırtınalı yüzü, daha çok karıştı,  ve o ders niteliğindeki sözleri söyledi: “Oğlum, genelgeyle devrim olamaz!”
Atatürk, işte bu anlayışla,  sadece, genelgelerle, kurallarla ve yasalarla değil; aynı zamanda, onları destekleyecek kurumları da inşa ederek, Cumhuriyetimizi ve değerlerimizi, bir devlet kurumsallığına kavuşturdu. Ekonomiden, eğitime, siyasetten, bürokrasiye kadar, her alanda; kişisel ilişkilerin yerini, kurum ilişkileri aldı.
Peki neydi bu kurumlar? Devlet İstatistik Enstitüsü. Türkiye İş Bankası. Sağlık Bakanlığı. Millî Eğitim Bakanlığı. Adalet Bakanlığı. Diyanet İşleri Başkanlığı. Çocuk Esirgeme Kurumu.  Türk Dil Kurumu.
Türk Tarih Kurumu. Türkiye Şeker Fabrikaları. Sümerbank Bez Fabrikaları. Seka Kâğıt Fabrikaları. Atatürk Orman Çiftliği. Merkez Bankası. Ve daha niceleri…
 
Yalnız fark ettiyseniz, son saydığım kurumlar; Ak Parti iktidarının, ya kapattığı, ya sattığı, ya da, kuruluş amacından saptırarak, kendi himayesine almaya çalıştığı kurumlar.  Peki sizce bu bir tesadüf mü?
Elbette değil.
"Türkiye böyle bir rezalet, cıvıklık görmedi!"
Aziz milletim; Cumhuriyetle birlikte oluşan, devlet kurumsallığımızı, değerli bilim insanı, Şerif Mardin Hocamız; “Kişi otoritesine dayalı onur anlayışından,  Yasa ve kurallara dayalı onur anlayışına geçiş”   olarak tanımlar.  Peki bugün geldiğimiz noktada, Ak Parti iktidarı,  sizce hangi onur anlayışına sahip?
Bu sorunun cevabını, daha geçtiğimiz hafta, ekonomideki uzmanlığından ziyade, sitkom repliklerini andıran, abuk sabuk demeçleriyle öne çıkan, Nebati Bakan’ın bizzat kendisi verdi.  Bu arkadaşımız ne dedi? Kulaklarıma inanamadım! 'Bir problem mi yaşadınız?  Rahat olun.  Bize hemen ulaşırsınız.  Bürokrasiyi alaşağı ederiz. Arkamızda Cumhurbaşkanımız var. Mevzuatı da değiştiririz.'  Üstelik bunu kime dedi? Yabancı yatırımcılara dedi. Türkiye Cumhuriyeti tarihi, böyle bir rezalet görmedi. Türkiye Cumhuriyeti tarihi, böyle bir cıvıklık görmedi. Türkiye Cumhuriyeti tarihi, böyle laubali bir yönetim anlayışına hiç rast gelmedi.
Yazıklar olsun!
Bu açıklama; Ülkemizde bir devlet krizi olduğunun itirafıdır.  Aslında Nebati Bakan diyor ki; “Biz, kanun, yasa, yönetmelik tanımıyoruz.  Sizler de, Türkiye’ye yatırım yaptığınız takdirde; Türkiye Cumhuriyeti’nin kanunlarıyla veya kurumlarıyla, bir sorun yaşarsanız, bize gelin. Biz sizin adınıza, bütün yasal şartları ortadan kaldıralım. Yani, Türkiye’de kurumsal bir devletle muhatap olmayın, gelin doğrudan, kişilerle muhatap olun.” diyor. Neresinden bakarsanız bakın,  içinde yaşadığımız bu ucube sistemin, ucubeliğinin, bundan daha net bir ifadesi ve tarifi olamaz.
"Bir türlü Atatürk’ü anlayamadılar, büyük vizyonunu kabullenemediler"
Ama bunlara artık şaşırmıyoruz.  Çünkü; İktidara gelişlerinin üzerinden, 20 sene geçmesine rağmen; Ne Sayın Erdoğan, ne de birlikte çalışmayı seçtiği, bu fevkalade nitelikli arkadaşlar; Bir türlü, devlet kavramını özümseyemediler.  Bir türlü, cumhuriyet ile barışamadılar. Bir türlü Atatürk’ü anlayamadılar, O’nun büyük vizyonunu kabullenemediler.
İktidarda oldukları süre boyunca; Devlet kurumları, Sayın Erdoğan’ın kişisel mülküne,  Kanunlar ise, onun ağzından çıkacak iki kelimeye indirgendi.  Hâlbuki devlet, onu yöneten kişilerden bağımsız, soyut bir kavramdır. Devletin ruhunu,  kanunlar ve bu kanunları uygulamakla görevli, kurumlar oluşturur.  Ve bir devlet, kendi egemenlik sahası içinde, kanunlarını uygulayabildiği kadar devlettir.
 
İşte cumhuriyetin, “Kişi otoritesine dayalı onur anlayışından,  Yasa ve kurallara dayalı onur anlayışına geçiş” dönemi, Ak Parti’nin becerikli ellerinde, tam tersi yönde işlemeye başladı. Devletimiz, olabildiğince zayıflarken, kişiler güçlendi.
"Karşımızda 'devlet benim' diyen bir Erdoğan var"
Karşımızda; Adeta 14’üncü Louis gibi; “Devlet benim.” diyen bir Sayın Erdoğan var. Karşımızda;
Türkiye Cumhuriyeti’nin kanunlarını ve kurumlarını,  herkesten önce ihlal eden,  ve bunu kendinde hak gören bir iktidar  var.
Karşımızda, kendisi kanuna uymak zorundayken; kanunu kendisine uyduran,  istediğini kayıran, istediğini cezalandıran keyfi ve hoyrat bir zihniyet var.
Karşımızda; ülkedeki kurumsal devlet yapısını ortan kaldıran, ve kendisini devletin yerine koyan, ucube bir yönetim anlayışı var.
Değerli dava arkadaşlarım; biz bugün, sadece bir siyasi partiyle değil, Devlete karşı alınmış, bir tavırla mücadele ediyoruz. devletin soyut kişiliğini öldürüp, Onun yerine, Sayın Erdoğan’ın biyolojik bedenini koyan, bir tavırla mücadele ediyoruz.  Bürokrasiden, medyaya, hatta iş dünyasına kadar her alanı, Erdoğancıkların istila ettiği, Cumhuriyet kanunlarının yerini de, Sayın Erdoğan’a sadakatin aldığı,  bir tavırla mücadele ediyoruz.
"Sayın Erdoğan’ın bacısı olmak için, başörtülü olmaktan önce,  kendisine tabi olmak gerekliymiş"
Maalesef artık bugün, Türkiye’de, ne modern bir devletten, ne de eşit vatandaşlıktan bahsedemeyiz. Bunun çok acı bir örneğine, geçtiğimiz günlerde Adana’da şahit olduk. Biliyorsunuz Sayın Erdoğan, başörtülü bacıları konusunda çok hassastır. Her fırsatta, başörtülü kadınlarımızın hakkından hukukundan bahseder. Biz sanıyorduk ki;  Sayın Erdoğan için bu ülkenin tüm dindar kadınları birer kız kardeştir. Başı açık kadınlarımız için ne düşündüğü zaten İstanbul Sözleşmesi'nden çıkılmasıyla ortadadır. Meğerse işin aslı öyle değilmiş…
"Başörtülü kadınlarımızın hukuku, Ak Parti’ye oy verdikleri sürece kutsalmış"
Meğerse, başörtülü olmak, dindar olmak, Müslüman olmak, Sayın Erdoğan’ın bacısı olmak için, yeterli bir kriter değilmiş. İşte biz Adana’da, tüm çarpıcılığıyla aslında bu gerçeği gördük. Adana’da yaşananlar, bize gösterdi ki; Sayın Erdoğan’ın bacısı olmak için, başörtülü olmaktan önce,  kendisine tabi olmak gerekliymiş. Yani asıl mesele, dindar olmak değil, yandaş olmakmış. Başörtülü kadınlarımızın hukuku, Ak Parti’ye oy verdikleri sürece kutsalmış… Yani;  “Oyunu basarsan baş tacısın, itiraz edersen copu yersin”miş… Hey gidi hey… Yunus ne güzel söylemiş: "Zulm ile abad olanın, ahiri berbad olur." Bu ülkenin dindar kadınlarının omuzlarında iktidara gelip, o kadınları, coplatarak iktidardan çekip gitmek… Şu ironiye bakar mısınız? Geçekten ibretlik. Hani bağırıyor ya boğazından ses çıkara çıkara 'Kimler kimlerle berabermiş... İşte burada görüyoruz. Demek ki ettiğini görmeden ahirete görmek yokmuş.
"Putin’in, Çar olma hayali, Rusya’yı bataklığa sürükledi"
Değerli dava arkadaşlarım; biz bu hastalıklı tavrın; memleketimizin huzurunu, milletimizin geleceğini, tehlikeye attığını biliyoruz. bir kişinin, kendi iradesini, devletin, bütün kurumsal yapısının üstünde konumladığı bir anlayışın, mutlaka çuvallayacağını biliyoruz. Şahsi hırslarına kapılanların, hem kendi milletine, hem de diğer milletlere yaşattığı acıları,  dünyanın her yerinde görüyoruz.
Mesela Rusya’ya bakalım. Rusya’nın, tüm uluslararası hukuk normlarını hiçe sayarak, Ukrayna’ya yönelik, acımasız ve kanlı işgal girişimine bakalım.  Putin’in, Çar olma hayali uğruna, Rusya’yı sürüklediği bataklığa bakalım.
Kiev’in, 48 saat içinde düşmesini bekleyenler,  neredeyse bir ayını dolduracak bir savaşın içindeler. Ukraynalılar, çok zor koşullarda gösterdikleri mücadeleyle; tüm dünyaya, iki temel tarihsel gerçeği hatırlatıyor. Birinci gerçek; saldırgan, maddi açıdan ne kadar güçlü olursa olsun,  bağımsızlığa inanan ve bu uğurda mücadele eden bir milletin,  kaybetmesi mümkün değildir. Ukraynalıların mücadelesi, Rusya’yı, her geçen gün, batağa saplamaya devam ediyor. Bugün Ukrayna’da yaşanan şey, işte budur.
"Putin her şeyi biliyor, bunu bir algoritma olarak her yere koyun"
İkinci gerçek ise; Devleti kendiyle eş gören bir tiranlığın; akıl ve uzmanlık gereken konularda, mutlaka işleri batıracağıdır. Bunların ortak özelliği, bu bahsettiğimiz yöneticilerin... Sultancıl popülist liderler deniliyor, diktatörlükle otoriterlik arasında gidip gelen... Bir insan her şeyi bilemez be kardeşim! Putin her şeyi biliyor, bunu bir algoritma olarak her yere koyun. Çünkü tiranların, gerçeklik algıları bozuktur.  Çünkü tiranlıklarda, kimsenin gerçekleri söylemeye cesareti yoktur.  Tiranların da zaten, o gerçeklere ihtiyacı yoktur.  Onların; Yalaka danışmanlara, partizan bürokratlara ihtiyaçları vardır.  Bu yüzden de, ne kendi milletlerine, ne de insanlığa,  yarar sağladıkları görülmemiştir.
 
Keza Putin de, bu yolda emin adımlarla yürüyor.  Uluslararası yaptırımlar, Rusya’yı bir anda, onlarca yıl geriye götürdü. Âdeta dünyadan yalıtılmış, bir açık hava hapishanesine çevirdi. Binlerce insan, hayatını, işini ve memleketini kaybetti. Ne için? Bir kişinin Çar olma hayali için…
Bugün Rusya’da, devlet aklının yerini, Putin’in ve etrafındaki oligark çetesinin menfaatleri aldı. Ve bugün Rus devleti, Putin ve arkadaşlarının elinde, her zamankinden daha güçsüz hâlde. Çünkü Rusya; bir despotun, kişisel paranoyasını, millî güvenlik; servetini koruma arzusunu da, ulusal çıkar ve de beka meselesi olarak tanımladı. Günün sonunda, kaybeden de, Rus milleti ve Rus devleti oldu. Manzara size de bir yerlerden tanıdık geliyor mu?
"Ülkemizde, ciddi bir göç politikası sorunu var"
Değerli milletvekili arkadaşlarım; devletin kurumsal yolundan, bir kere ayrılınca, gerisi de, çorap söküğü gibi gelir… Sizden hesap soracak kimse olmadığı zaman,  ülkeyi, babanızdan miras kalan, bir dükkân gibi görürsünüz. Vatandaşınızı köleleştirmeye çalışır, ülkenizi de, pazarlanacak bir kupon arazi olarak görmeye başlarsınız. İşte Sayın Erdoğan ve arkadaşlarının düştüğü durum da, tam olarak budur. Bugün geldiğimiz noktada, ekonomiden, tarıma, eğitimden, sağlığa kadar,  ülkemiz için kritik öneme sahip, her alanda,  bu çarpık bakış açısının, memleketimize verdiği zararları, tüm gerçekliğiyle yaşıyoruz.
 
Elbette ki, göç politikasını da, bu kirli anlayıştan ayrı düşünemeyiz.  Bugün ülkemizde, ciddi bir göç politikası sorunu var. Sakın ola, mevcut durumun, gelişi güzel, ve kontrolsüz bir şekilde,  ortaya çıktığını düşünmeyin. Hatalar üzerine rastgele oluşmuş bir problem olduğunu sakın düşünmeyin.
"Tabloyu, bizzat Sayın Erdoğan istedi ve bizzat kendisi tasarladı"
Tabloyu, bizzat Sayın Erdoğan istedi ve bizzat kendisi tasarladı. Her zaman olduğu gibi, yine, devletin, bütün kurumsal değerlerini ve hafızasını hiçe sayarak, bilerek ve isteyerek; Türkiye’nin göç politikasındaki felsefeyi, Türk Milleti dışındaki herkesi, memnun etmek üzerine kurdu.
Bu politika, öncelikli olarak, ülkemizin kaynakları ile okuyan, başarılı ve nitelikli insanlarımızın, batı ülkelerine gönderilmesini hedefliyor. Milletimizin senelerdir, dişinden tırnağından arttırarak kurduğu, okullardan mezun olan,  pırıl pırıl doktorlarımız, mühendislerimiz ve akademisyenlerimiz, bilinçli bir şekilde, yurt dışına gitmeye zorlanıyor.  Bu muazzam insan kaynağından da, Batılı ülkeler ziyadesiyle faydalanıyor.  Yetişmesi için, tek kuruş ödemedikleri, doktorlarımızı, mühendislerimizi, yetişmiş gençlerimizi, kendi vatandaşlarının ve ekonomilerinin, hizmetine sunuyorlar.
Diğer taraftan da; nitelikli insan kaynağımız, ülkemizi terk ederken,  olabildiğince vasıfsız bir iş gücü de, ülkemize akın ediyor. Değerli kadınlar, senin doğurduğun, iyi okulların kazanılabilmesi için gayret ettiğin, dişinden tırnağından arttırdığın, kendini aç yattığın, doyurduğun evladının bu ülkeye hizmet etmesini istemiyor Sayın Erdoğan. Budur tahsilli insanlarla derdi! Bu donanımlı iş gücü gidecek ki kul ve köle olanlar yerine istihdam edilsin. Ve Bay Kriz’in kurduğu kölelik sistemine bu göç dalgasıyla gelen insanlar dahil oluyor.
"Kırım sürgünü olmasaydı ve Kırım’ın demografisi değiştirilmeseydi, Rusya bu bölgeyi ilhak edebilir miydi?"
Bugün kontrolsüz göç, artık insani ve siyasi bir mesele olmaktan çıkıp,  bazı illerimizde, demografinin değişmesine, neden olmuş durumda. Hata, kusur, yanlış yapıldı denmesin, bilinçli şuurlu şekilde ortaya koyulan bir politikadır! Etrafımızdaki siyasi gelişmelere baktığımızda, demografinin, nasıl bir siyasi enstrüman olarak kullanıldığını çok net görebiliriz.
 
Mesela, Kırım sürgünü olmasaydı ve Kırım’ın demografisi değiştirilmeseydi,  Rusya bu bölgeyi ilhak edebilir miydi? Edemezdi.
 
Ancak Ak Parti iktidarı, her konuda yaptığı gibi, bu konuyu da, asıl bağlamından çıkartıp; milli menfaatlerimiz gibi, rasyonel bir eksen yerine, sığınmacı nefreti ve sığınmacı sevgisi gibi, duygusal bir eksenden konuşturmak istiyor. Her zaman olduğu gibi, bu konuda da, kendi beceriksizliğini örtbas etmek için, yine bir kutuplaştırma alanı oluşturup, sonra da, işin içinden, elini yıkayıp çıkmak istiyor.  Yani, yapay bir vicdan maskesiyle, beceriksizliğini örtmeye çalışıyor.
Lütfü Savaş'a açılan soruşturmaya tepki
Hatta, bunu o kadar ileriye götürüyor ki; son derece haklı bir soruna, ve Hatay’ın geleceğine dair, önemli bir tehdide işaret eden,  Büyükşehir Belediye başkanımız, Lütfü Savaş Bey hakkında,  soruşturma açacak kadar da, kantarın topuzunu kaçırabiliyor.
Buradan iktidardakilere sesleniyorum: Böyle konular, siyasi rant devşirilecek konular değildir. Kutuplaştırma siyaseti üzerinden, sığınmacı sorunundaki beceriksizliğini gizleyemezsiniz. Lütfü Başkan, görevinin getirdiği sorumlulukla, sizi işinizi yapmaya çağırdı. Bu kadar basit. Soruşturmalarla, baskıyla, iftirayla, Millet İttifakı olarak, gerçekleri söylememize engel olabileceğinizi sanıyorsanız,  çok yanılıyorsunuz.
"Türkiye sığınmacı sorununu, iki sığ düşünce etrafında tartışsın istiyorlar"
Biz, sığınmacılara vicdansızlık edilmesini istemiyoruz. Sığınmacıların bu ülkeye gelmesinin tek sorumlusu Sayın Recep Tayyip Erdoğan'dır. Sığınmacılara karşı kullanılan, ayrıştırıcı ve düşmanca dilin de karşısındayız. Düşmanca söylemler, ırkçı eylemler, sorun çözmekten acizlerin yöntemidir. Böyle yaklaşımlar, sorunun çözümünü değil,  iktidarın vicdan perdesinin arkasına gizlenmesini sağlar. Sayın Erdoğan'ın değirmenine su taşınır yani. Bir tarafta,  “ensar” diye diye, ülkeyi yol geçen hanına döndüren, Bay Kriz var. Diğer tarafta da; âdeta yabancı düşmanlığını körükleyen, bir orta çağ kafası var.
 
Bu iki kirli zihniyet, Türkiye’nin önüne iki seçecek sunuyorlar. Ya vicdanlı olup, armut gibi bekleyeceksin. Ya da vicdansız olup, sığınmacılara söveceksin, döveceksin. Türkiye sığınmacı sorununu, işte bu iki sığ düşünce etrafında tartışsın istiyorlar.
İki düşüncenin de birbirini beslediği, hem AK Parti dilinin, hem de dediğim türdeki düşmanca tavırların Sayın Erdoğan'ı orada tutmak amaçlı olduğunu paylaşmak istiyorum. İYİ Parti olarak biz, vicdanın ardına sığınıp, sorunu çözümsüz bırakacak kadar basiretsiz ve armut gibi bekleyen değiliz. Ancak sığınmacı düşmanlığı üzerinden, siyasi rant peşinde koşacak da değiliz. Biz, siyasi rant meraklılarınca Türkiye’ye dayatılan, bu sığ tartışma zeminini reddediyoruz. Burada asıl eleştirilmesi gereken; İktidarın göç politikası, ve Türkiye’yi yarı sömürge hâline getirmeyi amaçladığı, çarpık stratejisidir.
 
Bu strateji rafa kalkmadan,  ve uygulanan göç politikası değiştirilmeden sonuç alamayız.  Vicdan ile öfke arasına sıkıştırılmış bir tartışmanın, içine çekilmenin, manası da, milletimize herhangi bir faydası da yoktur.



Arkadaşına Gönder   Yazdır   Önceki sayfa   Sayfa başına git  
  Toplam yorum 0   Onay bekleyen 0  


Yorumunuz editörlerimiz tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır.
 

Bu haber henüz yorumlanmamış...

  Bu kategorideki diğer haberler


Koronavirüste Yeni Dalga Endişesi!

Akşener'den Erdoğan'a Köprü Tepkisi

Pes Dedirten Et Zammı Açıklaması
»  Hava Sıcaklıkları Yükselecek
»  Seçmen Kütüğü" Düzenlemesi Tartışması
»  KKM'ye Vergi Kalkanı
»  Benzin ve Motorine Büyük Zam!
»  Erdoğan Belçika'ya Gidiyor
»  Göztepe'de İrfan Can Kadro Dışı
»   Bayat Ekmeğe Talep Arttı
»  AKP Grup Toplantısı İptal Edildi
»  "Bİz Ali Cengiz Oyunlarını Bilmeyiz"
»  AsgariÜcrete Ek Zam Tartışmalarına Nokta
»  "Kendi Evinize Sahip Çıkın" Çağrısı
»  Mit ve Emniyet'ten Ortak Fetö Operasyonu
»  Seçim Yasasında Dikkat Çeken Ayrıntı
»  AB, Acil Müdahale Gücü Kuruyor
»  Seçmen Göçüne 6 Ay Formulü
»  "Yakalanan Polisin Hedefi İstanbul'du"
»  Erdoğan'dan Pahalılık Mesajı
»  Avrupa’da Rus Petrolü Bilmecesi
»  Rusya'dan ABD'ye Nota
»  Osman Kavala Hakkında Yeni Karar
»  CHP'den Asgari Ücrete Ara Zam Hamlesi
 
  ÇOK OKUNANLAR
  YAZARLAR

 
EMİN VAROL
 
GAZETEC? ACI S?YLER !

 
Ercan Deva
 
Hatalar Zinciri ve Ortak Akıl

 
MURAT ŞAHİN
 
Matematik Ucuzlugu

 
Cahit Saraçoğlu
 
100 Milyar Liralık Destek Alacaklar
  ÇOK YORUMLANANLAR
  ANKET
Ekrem İmamoğlu CHP Genel Başkanı Olmalı mı?
Evet
Hayır
İlgilenmiyorum
 Sonuçları göster   
 
 
RSS

Add to Google
Medya Spot'ta yayınlanan her türlü yazı ve haber kaynak belirtilmeden kullanılamaz.  Sayfalarımızda kaynak belirtilerek yayınlanan haberler ilgili kaynağa aittir ve bu haberlerin kopyalanması durumunda, tüm sorumluluk kopyalayan kişi / kuruma ait olacaktır. Başka kaynak veya gazeteden alıntı yazarlar ve site yazarlarına ait yazılardan dolayı Medya Spot sorumlu tutulamaz.