Arzum Uzun’un dördüncü kitabı ‘Bitli Pileyboy’ Beyoğlu-Cihangir gece hayatında neler olur, kimin eli kimin cebindedir anatomisini çıkarıyor. 30 yaşındaki yazar her ne kadar ‘kurgu’ dese de, kahramanlar fazlasıyla sahici. Acaba bu semt hikâyesinde kim, kim?
Geçen günlerde Ebru Şallı ideal erkeği tanımladı: “Maseratisi olan, Rolex takan, slim fit gömlek giyen...” Playboy’un bitlisi ve bitsizi arasında ne fark var?
-Parası yok, aman aman tipi yok ama niyet var. Parayı vursa tam playboy olacak, gönlünden geçen bu. Çok skorer olmak istiyor. Cihangir’de takılıyor. ‘Ünlü’ sayılıyor ya da popüler. Kadınların bu dar çevrede ağızdan ağıza konuşmasıyla bir şekilde şanı yürümüş, ilgi görüyor. Teknik olarak hiçbir kadın için potansiyel sevgili değil. Bugün sana, yarın bana, öteki gün ötekine... Kim olduğunu bilmeyenlere yutturuyor. Bilen zaten ya hiç yanaşmıyor ya da sadece cinsel şöhreti iyiyse onun için yaklaşıyor.
Beyoğlu-Cihangir hattını ‘herkesin birbirinin eskisini giydiği dev bir yetimhane’ye benzetiyorsunuz... Kapalı bir çevrede herkes herkesin eski aşkıyla. Gerçekten durum bu mu?
-Kapalı devre bir durum var, doğru. Gözlemlerime dayanarak söylüyorum. Üniversiteye başladığımdan beri de Nişantaşı’nda oturuyorum, yani 12 yıldır. Aklınıza ‘Nişantaşı kızı’ gelmesin; dışarıdan gelenlerle orada oturanların hiç alakası yok. Mesela eşofmanlarımızla ve makyajsız sokağa çıkarız. Nişantaşı’nda daha yerleşik bir düzen var ve rahat bir yer aslında. Ben de yazma sürecinde Nişantaşı gibi kurtarılmış bölgede çok ‘kapalı devre’ yaşadığımı fark ederek, bir yenilik arayışına girdim ve Beyoğlu’nda zaman geçirmeye başladım. Oradaki rock barlara gittim. Öyle ortamlara yabancı değilim, çocukluğum Nirvana tişörtüyle Akmar Pasajı’nın kapılarında geçti. Ama Beyoğlu-Cihangir hattına gelince, fark ettim orada başka bir denge yürüyor.
SKORER OLMAK KOLAY DEĞİL
Nasıl bir denge?
-Bir çeşit vahşi orman gibi... Kendi sakinleri var, dışarıdan biri geldiğinde kısa sürede ‘buradan biri’ne dönüşüyor. Dışarı çıktığınızda tuhaf bir durum olduğunu fark ediyorsunuz. ‘Yeni gelmiş’ biriyse, yani bir avsa etrafında bir sürü dolaşmaya başlıyor, “İlk kim tadına bakacak?” kafasında. Herkes bu döngüyü yaşıyor, eninde sonunda av olan avcıya dönüşüyor. Bu sadece erkekler için geçerli bir durum değil, buranın kadınları da böyle. Mesela ünlü ya da popüler erkeklerin peşindeler, onlar her zaman çok revaçta. Sadece Cihangir’de değil, her yerde bu durum böyle ama bu semtte ünlüye ulaşmak kolay. Çünkü herkes burada oturuyor ya da buradaki mekânlara gidiyor.
Şu ‘ünlü’ kelimesini bir tanımlayalım...
-Yarım ünlü ya da semi-ünlü şeklinde bahsedebiliriz aslında. Bir şekilde bir dizide, belki ikinci, üçüncü rolde oynayan, fazla ünlü olmayan bir rock grubunda solist filan... Bu kadarcık ünlü olmak bile yeterli.
Bir kast sistemi var mı yani?
-Kesinlikle. Zaten kitabın bir yerinde şöyle bir cümle geçiyor. “Beyoğlu’nda kendinize ne kadar saygınız olduğu değil, ne kadar popüler olduğunuz önemli.” Ün arttıkça piyasanız ona göre artıyor. Bir de tabii bir erkeğe kaç tane kadının da ilgi gösterdiği çok büyük bir motivasyon.
Kitapta kadınların konuşma dili bir hayli maço. Üstelik birlikte oldukları erkeklerin ‘anatomik’ özelliklerini de sıfır sansürle anlatıyorlar. Üzerine bir de alay ediyorlar. Kadın konuşmaları böyle mi gerçekten?
-Artık aynen böyle. Bir kadınla bir şey yaptıysanız, bu hemen çevresinin de öğrenebileceği bir durum haline geliyor, fiziksel özelliklerinizden performansınıza, nasıl davrandığınıza varana kadar. Bir kadınla birlikte olduysan onun bütün arkadaşlarıyla birlikte olmuş kadar bilgi veriyorsun aslında. Erkekler skorer davranmaya çalışıyorsa, bu konulara dikkat etsinler. Çünkü sadece skor yapacağım derdindeyken kendilerini rezil de edebilirler.
Diğer yandan ‘skor’ konusunda kısmeti çok açık olan erkekler var kitapta. Mesela gecede dokuz kızla aynı anda birlikte olan Ahmet diye bir karakter var...
-O tamamen gerçek bir hikâye. Bir arkadaşımın başına geldi, biz de şaşırdık, ağzımız açık kaldı. “Beni bir eve kapattılar. Kızların biri girdi, biri çıktı odaya” dedi. Asla da yalan söylemeye ihtiyaç duymayacak biri. Ama tip olarak Brad Pitt de değil. Bahsettiğim gibi burada böyle bir sistem var, herkes olanı ‘maksimumda’ kullanıyor! Bu tek bir örnek değil: Ben beş tane kadının bir erkek üzerine atladığını da gördüm Cihangir’de bir mekânda...
Kitabın kahramanı Ayda “Hiçbir kadın hoşlanmadığı adamla yatmaz” diyor. Ama bir yandan da beş kadın bir adamın üstüne atlıyor. Bu nasıl iş?
-Bu demin bahsettiğimiz semi-şöhretten etkilenme durumu. Ünlü olmayanlar da pek harika davranmıyor. “Bari ünlüde şansımı deneyeyim, olursa ‘birinin’ sevgilisi olayım” mantığı var. Zaten herkes aslında sevgiye çok aç. Herkes birbirinin umudu, deniyorlar işte. Kadınlar belki gecelik ilişki için yanaşmıyor, o bir gecelik ilişkinin duygusal bir şeye dönüşmesi için içten içe bir umut besliyorlar.
‘AT AĞIZLI’ POPÇU DERKEN?
Şu gerçeklik konusuna bir gelelim: Ajda Pekkan’ın bile şarkı aldığı ‘at ağızlı’ popçu Semih Attan, alkolik prodüktör Mithat Altıbakar, popçu Cengizcan derken hem profil hem de isim benzerlikleriyle insanın aklına tanıdık bildik birkaç yüz geliyor... Bu ‘kahramanların’ anatomik özelliklerinden cinsel performanslarına detaylı bilgiler de olunca, insan merak ediyor. Kim kimdir, bir açıklasanız...
-Roman yazarıyla dedikodu yazarını karıştırmayalım. Roman yazarı çevresini gözlemler, sonra kendi süzgecinden geçirerek kurgusunu kurar. Bir sene Cihangir’de yaşadım ben. İçinde gördüğüm şeyler var ama ‘bu budur’ diyemem. Gerçeği çok iyi yansıtan bir roman ama kurgu sonuçta...
Kitabın tanıtım videosunda Berrak Tüzünataç, Doğa Rutkay, Buğra Gülsoy gibi isimler var. O semtin müdavimi, bilindik isimleri kullanmak okuyucunun aklında daha da gerçek intibanı bırakmıyor mu?
-Kimin kim olduğu neden bu kadar önemli ki? Tanıtımdakiler benim görüştüğüm, sevdiğim insanlar... Beni kırmadılar, sağolsunlar. Ama onlar değil de başkaları da olabilirdi. Okuyucu günün sonunda “Bu, bu karakter” fikrine kapılabilir. Ama kitabın başında da diyorum ki “Kurum ve kuruluşlar hayal ürünüdür, ‘bu benim, bu da benim hikâyem’ diyen varsa o da onun kendi aptallığıdır.” Ben olsam demem. Çünkü bazı olaylar gerçek ve bir hayli sert.
‘KIBRISLI KIZ’ SENDROMU NE?
Gece hayatına dair farklı taktikler ve jargonlar da öğreniyoruz kitapta...
-Bu konuşmaların ya da dediğiniz bilgilerin hepsi gerçek. Şahit olduğum şeyler. Yazarken ben de çok gülmüştüm. ‘Booty call’ yapmak yani bir tanıdığıyla gecelik ilişki yaşamak isteyen saat 2’den sonra bir kez çaldırıp kapatıyor mesela. Bir de ‘Kıbrıslı kız’ deyimi var: “Uzaktan görürsün, aa ne güzel dersin, ağzını bir açar gapçez, gitcez, domatçık der. Uzaktan sevmek en güzeli dersin.”
Cihangir’de popçular ve rock’çılar arasında olan belli bir hiyerarşi işleniyor. Hangisiyle takılmak daha prestijli?
-Rock’çılar daha egolu ama popçular daha popüler. Çünkü daha ünlüler. Ama Beyoğlu’nda oldukları için burada yargılanıyor ve burada kabul görmüyorlar. Yine de burada tutunmaya çalışıyorlar.
Kitapta iki kız arkadaşın da arkadaşlıkları arasında garip güç dengeleri var. Aşırı samimiyken en sonunda kopuyorlar... Niye bazı kız arkadaşlıkları yürümez?
-Kız arkadaşlarımızla sevgililik ilişkisi yaşıyoruz. Seks yapmıyoruz ama duygusal anlamda çok güçlü bağlar geliştiriyoruz. Garip bir şekilde de terk edilebiliyoruz. Dip dibe yaşıyoruz, bir noktadan sonra da kopuyor. Arkadaş olan kadınlardan daha fazla özveri bekliyoruz, nedenini bilmiyorum. (Hürriyet