Fransız Le Monde gazetesi 11 Eylül 2001 saldırılarından bir gün sonraki manşetinde "Şimdi hepimiz Amerikalıyız" demişti. Londra'da yakınlarda yapılan bir gösteride taşınan bir pankartta ise "Şimdi hepimiz Hizbullah'ız" yazıyordu. Aslında 11 Eylül sonrası Amerikan politikalarının kendi açısından bazı başarıları olmadı değil. Örneğin saldırılardan hemen sonra Afganistan'da açılan savaş kısa sürede kazanıldı. Şu anda ülkenin güneyinde istikrarsızlık ve çatışmalar yeniden yaygınlaşıyor ama, 2001'deki savaş ilk aşamada Taleban yönetimini devirmeyi ve El Kaide'nin eğitim kamplarını yok etmeyi başardı. El Kaide bir çok önemli liderini kaybetti ve bazı islam ülkelerinde iktidarı devirme hedefine ulaşamadı. Batı ülkelerinin silahlı kuvvetleri de hala Orta Doğu'dan çekilmedi.Ama bütün bunlara rağmen, El Kaide batılıların yüreklerine korku salmayı başardı. New York ve Washington'dan sonra Bali, Madrit, Londra, Fas ve İstanbul'daki eylemler El Kaide ya da onun fikirlerinin izinden gidenlerin yapabileceklerinin işaretiydi.
Korkunun gücü
Korku siyasi kararlarda çok önemli bir faktör. Bush yönetiminin 11 Eylül 2001 saldırılarından sonra ortaya attığı "önleyici saldırı" doktrini de saldırıların yarattığı korku ortamı üzerine inşa edilmişti. Fakat, bu doktrin herkes tarafından kabul görmedi. Amerika'nın en yakın müttefikleri kuşkular, görüş ayrılıkları yaşadılar. 11 Eylül saldırılarından hemen sonra Amerika Birleşik Devletleri'ne duyulan sempati yavaş yavaş dünyanın bir çok köşesinde, kuşkuya hatta nefrete dönüşmeye başladı.
Guantanamo'daki Amerikan üssünde, Irak'da Ebu Gureyb cezaevinde tutsaklara yapılan muamele, Amerika'nın gizli gözetim merkezleri, insanların sorgulanmak üzere işkence görecekleri ülkelere nakli konusundaki haberler bu duyguları daha da güçlendirdi.
Başkan Bush'un yakınlarda gizli gözetim kamplarının varlığını, boşaltıldıklarını açıklaması ve benzeri adımlar bazı eleştirilere yanıt olmakla birlikte, muhtemelen Amerika hakkında son beş yılda oluşan imajı tümüyle değiştirmeye yetmiyecek.
Asıl kazanan kim?
Batının izlediği siyasetin başarısı konusunda karamsar olan gözlemcilerin sayısı hiç de az değil.
Bunlardan biri, Londra'daki King's College'den Profesör Michael Clarke "Usame bin Ladin'in yerinde olsam, şu anda mağaramda otururken keyifle 'zafer benim' diye düşünürdüm" diyor.
"Bir kere yakalanmamışım. Küresel bir hareketin lideriyim, ve dünyanın dört bir yanındaki genç müslümanlar beni izliyor. Planlarını yaparken benden ilham alıyor. Amerika Birleşik Devletleri'ni Afganistan'da Irak'da, kendi seçtiğim yöntemlerle, kendi belirlediğim alanda savaşa çekmeyi başarmışım, daha ne olsun?"
Profesör Clarke, bütün bunlara ilaveten batının "cihadi"lerin tezlerine, ideolojik duruşlarına yeterli yanıtı vermediğini, bununla uğraşmak yerine sürekli işin askeri yanına odaklandığını düşünüyor.
Irak gölgesi
Irak, Amerikan politikaları ve dünya kamuoyunun bu politikalara bakışını etkileyen bir kara bulut gibi adeta.
|
|
Irak bir kara bulut gibi Amerikan politikalarının üzerinde dolaşıyor |
Bir çok hükümet ve dünya kamuoyunun önemli bir kısmı Irak'taki savaşın teröre çare olmak bir yana, tam tersine teröre sebep olduğunu düşünüyor. Bu nedenle de Amerikan politikalarını desteklemiyor, ya da destekçisi gibi görünmek istemiyorlar.
Kuşkusuz "terör" Irak'ın işgalinden önce de vardı. Fakat Irak muhtemelen şu anda yaşanan kafa karışıklığında en büyük etken.
Washington şu anda "Irak'daki savaş kazanılmalı. Aksi halde terörle savaş yitirilecek" diyor. Muhalifleri ise savaşın terör tehdidini artırdığını düşünüyor.
Bush yönetiminin itibarını zedeleyen noktalardan biri, başlangıçta Irak'ın işgaline başka gerekçeler göstermiş olması. O sırada en önemli gerekçe kitle imha silahları olarak gösterilmiş ve teröre destek tezi geri planda muğlak bir kabus senaryosu olarak sezilmişti.
Şimdi ise Irak "terörle savaşta birinci cephe" ilan edilmiş durumda. "Savaş bu cephede kazanılmazsa Amerikan sokaklarına sıçrayacak" deniyor.
Dil de politika da değişiyor
Irak'ın olayları nasıl etkilediğini görmek için Başkan Bush'un işgalden önce ve sonra kullandığı dile bakmak yeterli.
Başkan bu yıl Salt Lake City'de Amerikan askerlerine hitabederken, "Bu uzun bir savaş olacak... Ama bu kaçınamıyacağımız bir savaş ve kazanacağız... Bu savaş askeri bir çatışmanın çok ötesinde bir şey... Bu savaş 21. yüzyılı belirleyecek ideolojik mücadelenin ta kendisi..."
Başkan Bush'un bu konuşmasında "kazanacağız" derken kullandığı "gelecek zaman kipi, işgalden önce yaptığı konuşmalarla pek uyuşmuyor. 26 Şubat 2003 tarihinde Washington'da yaptığı bir konuşmada, "El Kaide'nin en önemli komutanlarından bir çoğunu ya tutukladık ya da etkisiz hale getirdik. Dünyanın dört bir yanında katilleri birer birer avlıyoruz. Kazanıyoruz."
Aradan geçen yıllara karşın kullanılan zaman kipindeki bu değişiklik Amerikan yönetiminin "zafer" konusundaki beklentisinin de ne kadar ileriye atıldığını açıkça gösteriyor.
Tutarlı senaryo yok
Bir bakıma Irak konusundaki tartışmalar bir zamanlar Güney Vietnam konusunda yaşananlara benziyor.
O savaş da bir başka uzun savaş; Soğuk Savaş'da zaferin elde edilmesi için "gerekli" ilan edilmişti.
O günlerde "Güney Vietnam giderse, bütün bir Güney Doğu Asya gider" deniyordu.
Irak konusundaki belirsizlik ve tutarsızlık bir yana, Washington "cihadi"ler açısından çok önemli bir başka malzeme olan İsrail Filistin çatışması konusunda da bir şey yapamadı. İsrail'i daima "terörle savaş" kurbanı bir ülke olarak tanımlaması, Avrupa ülkelerinde kolayca kabul gören bir tutum değil.
Avrupa ülkeleri İsrail Filistin anlaşmazlığını ideolojik değil, toprak paylaşımına dair bir sorun olarak görüyor ve bu nedenle de uzlaşma formüllerine odaklanıyor.
King College'den Profesör Clarke, bugüne ilişkin bütün karamsarlığına karşın, uzun vadede batının bu karmaşadan üstün çıkacağına inanıyor.
Bunun sebebi ise, batının daha üstün bir ekonomik, siyasi ve ahlaki model sunduğuna inanıyor olması.
Muhtemelen bir kuşak sonra öfkeli radikal islamcıların, "tıpkı soğuk savaşın sonunda Marxist Leninistlere olduğu gibi" yorgun düşeceğini düşünüyor.