Bekir Coşkun, köpeği Postal’ı şöyle anlattı: “Onu avucumda eve getirdiğim gece camlara gidip annesini aradı, annesi sabaha kadar evin etrafında dönüp durdu… Ertesi gün Cunda'dan ayrılacaktık, o sabah annesi ile son kez oynadı… Postalı alıp yola çıktığımızda annesi uzun süre arabanın arkasından koştu… Bizim Hayrettin telefonda ‘Sizin peşinizden arkadaki tepeye çıktı, arkanızdan baktı durdu’ demişti…
Ayakları büyük olduğu için adını ‘Postal’ koyduk… Ankara'ya geldiğimizde, Andree'nin çöplükte bulup eve getirdiği koca Suşi'yi görünce çok korkmuştu… Ama Suşi onun bebek olduğunu anladı, önüne katıp bahçenin dört bir yanını gezdirdi, sonraki günlerde ona ‘savaş oyunları’ öğretmeye başlamıştı…
‘Savaş oyunu’ dediğimiz, evden kaçırılan minderler nasıl parçalanır, yepyeni ayakkabılar toprağa nasıl gömülür, masanın ayağı nasıl yenir… Ki misafirlerimiz genelde bir buçuk ayakkabı ile dönüyorlardı evlerine…”
“SONUNDA O DA KANSER OLDU”
“9 sene hiç ayrılmadık… Zamanla birbirimize benzemeye başlamıştık…” diyen Bekir Coşkun, Postal’ın hastalığını da şöyle anlattı: “Yaz geldi mi gözlerimiz aynı zamanda kızardı, mide ilaçlarını ikiye böldüm, yarısı ona, yarısı bana, ben hastalandığımda o da hastalandı… Andree ‘Bu seni taklit ediyor’ diyordu…
Son zamanlarda onu evde bırakıp hastanelere gittiğimizde, günlerce camda bekledi… Döndüğümüzde geceleri başını dizime koyuyordu, bütün acılar hissettiğini anlıyordum…
Sonunda o da kanser oldu… Ön bacağını aldılar…
Şimdi ikimiz de iyiyiz… Onun üç ayağı var, birlikte geziyoruz…
Sözleştik: Sen benim nefesim ol, ben de senin ayağın”