İşte CHP'li İsa Gök'ün 7 sayfalık değerlendirmesi
34. OLAĞAN KURULTAY PARTİ MECLİSİ ÇALIŞMA RAPORUNA MUHALEFET ŞERHİMDİR:
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu büyük önderimiz Mustafa Kemal Atatürk’ün Partisi CHP, “yenileşme”, “değişme” ve “büyüme” iddiasıyla yola çıkarak büyük bir “dönüşüm” ve “başkalaşım” yaşamaktadır. “Yeni CHP” sloganıyla yola çıkılmış, ancak Parti’mizin tüm kuruluş felsefesi ve ilkeleriyle büyük bir mücadeleye girişilmiştir.
Yeni CHP Atatürk’ten, İnönü’den, laiklikten, halkçılıktan, devletçilikten, Cumhuriyet devrimi değerlerinden, CHP’nin devrimci köklerinden tamamen uzaklaşmaktadır. Karşıdevrim tüm kaleleri tek tek ele geçirirken son halka olan CHP kalesine dek ulaştığını artık açıkça göstermektedir.
Bugün emperyalizmin bir kez daha bu topraklarda gerçekleştirmek istediği büyük bir stratejik oyun sahnelenmektedir. Türk kimliği anayasadan silinmeye çalışılmakta, “Türk Milleti” kavramına son verilmek istenmekte, Türkiye, Suriye, İran ve Irak’tan koparılacak toprak parçaları ile emperyalizmin çıkarları doğrultusunda yapay yeni bir uydu devlet, Kürdistan adıyla kurdurulmak istenmekte ve buna uydurulmaya çalışılan hukuki kılıfa ortak yapmak için partimiz de gönüllü gösterilmektedir.
CHP’nin geçmişiyle hesaplaşması gerekir kılıfı altında, Parti’mizin geçmişini inkâr etme, emperyalizmin de isteği olan Kemalizmle hesaplaşma kavgası içinde CHP yönetimi adeta yarış hali içine girmiştir. Bu anlamda Sayın Genel Başkan’ın söylediği, “AKP iktidarına karşı mücadele ederken, ben bazen kendimi 1940'lar CHP iktidarına karşı mücadele ediyormuş gibi sanıyorum. Çünkü AKP iktidarı aynen 1940'lar CHP iktidarının ortamının, koşullarını yarattı..." şeklindeki sözleri, Parti yönetiminde gelinen noktayı ortaya koyması açısından ibret vericidir.
Yine bizzat Sayın Genel Başkan, bugün için Türkiye’de laikliğin tehlikede olduğunu düşünmediğini belirtmiş, “Bunun altını doldurmak lazım, askıda kalır, gerekçelendiremem” demiştir. Oysaki toplum ve devlet yaşamında laiklik CHP için vazgeçilmez temel ilke iken, “laiklik tehlikede değil” diyerek laiklik karşıtı eylemlerin önü açılmış, “zaten tehlike yok ki” düşüncesinden hareketle hiçbir mücadeleye gerek duyulmamış ve hatta sessiz kalınmıştır.
Demokrasinin olmazsa olmazı laikliktir. Laiklik savunulmadığı ve esas alınmadığı zaman demokrasiyi de tam anlamıyla oturtamazsınız. Şimdi gelinen noktada yeni CHP yönetimi altı temel ilkeden biri olan laikliği değil savunmak, ağızlarına bile zar zor almaktadırlar. Sayın Genel Başkan 4+4+4’ü laikliğe darbe açısından eleştirmemiş, yalnızca parasal açıdan yeni bir rant kapısı olacak bir yasa diye yüklenmiştir. Yeni CHP dine karşı parti olmadığını kanıtlamanın peşine düşmüştür. Yönetim kadroları hedef kitlelere mesajını aktarabilmek adına bir Bosna-Hersek gezi programı gerçekleştirmiştir. Ne yazık ki bu gezide CHP’nin tarihi boyunca özenle kaçındığı etnik ve dinsel politika anlayışı kullanılmıştır. Burada Sayın Genel Başkan ve beraberindeki heyeti Gülen okulları çocukları karşılamış, gezi boyunca tüm lojistik hizmetleri Gülen hareketine bağlı turizm firması sağlamıştır. Gezinin programı da; Diyanet İşleri Başkanlığı, Hüsrev Begova İmam Hatip Lisesi, Genç Müslümanlar Teşkilatı’nı ziyaret gibi dini mesajlar içermiştir! Bu konuda yapılan eleştirilere yanıt veren Genel Başkan yardımcısı ise, “Bizi din düşmanı göstermek isteyen AKP’ye karşı böyle olmadığımızın en somut kanıtını Bosna’da gösterdik” diyerek din sömürüsü konusunda yeni CHP yönetimi AKP ile yarışa çıktığını resmi olarak ilan etmiştir.
653 sayılı (17.09.2011) KHK ile Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında değişiklik yapılmış ve Kur’an eğitimine yaş sınırı getiren düzenleme yürürlükten kaldırılmıştır. Üstelik bu değişiklik Ekonomi Bakanlığı ile ilgili kanun hükmündeki bir kararnamenin içine gizlenerek yapılmıştır. Bu iptalle yaz Kur’an kurslarına gitmek için 5. sınıfı ve hafızlık eğitimi almak için ilkokulu bitirme şartları ortadan kalkmıştır. Yeni CHP yönetimi laikliğe açıkça aykırı olan bu düzenlemeleri “laiklik tehlikede değil” rahatlığı içinde iptal ettirmeye bile çalışmamış, dava açmamış; kamuoyuna bunu taşımamıştır.
Bugüne kadar CHP çatısı altında hiç görülmedik konular görülür hale gelmiştir. Bunları yapar veya söylerken de “Biz değişiyor, gelişiyor, Partimizi günümüz koşulları karşısında yeniliyoruz” vurgusuyla kuruluş felsefesinin dışına çıkılmış, kurucu liderimiz Atatürk’ün partisi olmaktan tamamen sapılmıştır. Sayın Genel başkan “üniversitelerde türban sorununu biz çözeriz” demiş ve bırakın üniversiteleri, türbanın ilkokula kadar inmesinin önü açılmıştır.
İmam Hatip liselerine katsayı avantajı sağlayan düzenleme ile Arapçanın eğitime girmesi konularında da yeni CHP başını kuma gömmeyi tercih etmiştir. Özel okullar ortaöğretim yönetmeliğindeki değişikliklerle Atatürk köşelerinin bu okullardan kaldırılmalarına itiraz dahi edilmemiştir.
Milli Eğitim Bakanlığı Ömer Dinçer’in “Cumhuriyet ve laiklik ilkelerinin, yerini, İslam ile bütünleşmeye terk etmesi gerekir!” şeklindeki sözleri de ne yazık ki, Partimize laikliğin tehdit altında olduğunu hissettirememiştir. Ancak 4+4+4 olarak bilinen Milli Eğitim Bakanlığı'nın İlköğretim Yasası'nda yaptığı değişiklikle birlikte yurt genelinde 5 bin civarında imam hatip ortaokulu açılması konusundaki genelge ile yıllardır ilköğretim okulu olarak kullanılan çok sayıda okul imam hatip ortaokuluna dönüştürülmektedir. Bakan Dinçer, genelgenin yanı sıra il müdürlerine de, imam hatip ortaokullarının desteklenmesi için özel talimat vermiştir. Şimdi, bu okullarda okuyan öğrenciler, 8. sınıfta İmam Hatip müfredatı görecek ve İmam Hatip mezunu olacaklar. Partimiz bütün bu olan bitenler karşısında da son derece sessiz kalmayı, hak gaspına uğrayan öğrenci ve velilerini görmemeyi tercih etmekte, başını adeta kuma gömmektedir. Bu konudaki temel dayanak ise, yeni CHP’nin “Laiklik tehdit altında değil!” argümanıdır. Milli Eğitim Bakanlığı eliyle emanetin sahibi genç kuşaklara Atatürk ve ilkeleri, eserleri, devrimleri unutturulmaya çalışılırken; sorgulamayı saygısızlık ve suç sayacak bir anlayış ve yöntemle dindar gençlik yetiştirilmesine yeni CHP bırakın karşı çıkmayı, bu değişimin laikliği ortadan kaldırmak üzere yapıldığını bile kabul etmemektedir.
Aydınlanmanın en önemli düşünürlerinden Emile Zola der ki; “İrtica, saltanatını bir ülkenin eğitimini ele geçirerek kurar ve böylece kökleşir, kalır. Okullarda beyinleri yıkanan genç kuşaklar yönetimde görev aldıkları zaman, ülke çıkarlarının değil, kendilerini eğitenlerin sözcüleri olacaklardır.”
Şu andaki CHP yönetiminin “Laiklik tehdit altında değil, irtica tehlikesi yoktur!” düşüncesinden cesaret alan iktidar, laikliği tamamen yok ettiği gibi ülkede irtica hâkimiyetini kurmaktadır. Ülkedeki tüm kurumlarda ve rejimde kendini gösteren dönüşümün yargıdaki cemaat yapılanması eliyle gerçekleştirilmesine rağmen, Sayın Genel Başkan yargıda bir cemaat yapılanması olduğunu görmediğini bu konudaki sorulara bizzat verdiği yanıtlarda belirtmiştir. Hatta siyaset yapmayan tarikat ve cemaatlere saygı duyduğunu dile getirmiş ve artık açık açık ülkemizdeki milyonlarca mütedeyyin insanımız bu tarikat ve cemaatlerin kuşatması altına itilmiştir. Bütün bunlardan anlaşılmaktadır ki, yeni CHP’nin yönetim kadroları, AKP’yi iktidarda tuttuğuna inandıkları, öncelikle din öğesini kullanarak yeni seçmen kazanacaklarına ikna olmuşlardır. Büyük önderimiz Atatürk oysa bu konuda uyarısını çok önceden ve defalarca yapmıştı: “İnsanlıkta din duygu ve bilgisi her türlü boş inanlardan sıyrılarak, gerçek bilim ve teknik ışığıyla arınıp olgunlaşıncaya değin, din oyunu oyuncularına her yerde rastlanacaktır.” Büyük eseri Nutuk’da da; Müslümanlığın, yüzyıllardan beri yapılageldiği üzere bir siyaset aracı olarak kullanılmaktan kurtarılmasının ve yüceltilmesinin şart olduğu gerçeğini görmüş bulunuyoruz!” diyordu.
Cumhuriyet tarihiyle hesaplaşmayı marifet sayanlar Atatürk'ü Koruma Yasasını hedef aldıklarında Sayın Genel Başkan bu kez de onlara eşlik ederek Atatürk’ü Koruma Yasası’na gerek olmadığını söylemiştir. Yani Atatürk’e, eserlerine ve ilkelerine saldırmak suç sayılmasın istenmektedir. Şu çok iyi bilinmelidir ki, Atatürk’ü Koruma Kanunu, Mustafa Kemal Atatürk ya da İsmet İnönü tarafından çıkartılmamıştır. Bu kanun 1951 yılında, bir gecede 17 Atatürk büstünün yobazlar tarafından parçalanması üzerine, büyük önderine sahip çıkan halkın gösterdiği tepkiler nedeniyle zor durumda kalan DP iktidarı tarafından çıkartılmıştır. Atatürk'e ve onun devrimlerine saldırının adeta bir moda haline geldiği bu günlerde Atatürk'ü koruma yasasının kaldırılmasının savunulması çok düşündürücüdür.
Emperyalizm ulus devletlere düşman, ulusal olan her şeye düşmandır. Uluslaşma süreçlerini engellemekte ve parçalamaktadır. Büyük önderin devrim ışığı ile partimizin kuruluş felsefesi ve altı okla temsil edilen ilkeleri emperyalizmle mücadele vurgusunu da beraberinde taşımaktadır. Bu topraklarda daima oyunlar oynanacağı, yeni tuzaklar kurulacağı uyarısı bizzat büyük önder tarafından yapılmıştır. Türkiye Cumhuriyeti’ni ve Türk ulusunu fiilen bölme sürecinin bir kez daha planlanmış, bunun aşamalarının programlanmış olduğunu görüyoruz. İzlenecek yol haritasını belirlemek, bunu Türk milletine kabul ettirme senaryoları üzerinde görüş birliğine varmak konularında, Partimiz de rol alsın istenmiştir. Çünkü CHP işin içinde gösterilmeden emperyalizm ve yerli işbirlikçileri hedefe ulaşamayacaklarını bilmektedirler. O nedenle yeni CHP artık bu konuda söylem değişikliğini de aleni olarak ortaya koymaktadır. CHP yıllarca "elinden silahı bırakmayan, silah zoruyla siyasi çözüm dayatmaya çalışan bir terör örgütüyle müzakere yapılmaz, mücadele edilir" görüşünü savunmuştu. Şimdi farklı bir söylem var. Üstelik Partinin bu yeni tutumu Kurultay veya Parti Meclisi gibi yetkili kurullarda görüşülüp onaylanmamıştır. “Biz artık analar gözyaşı dökmesin diye her tür görüş ve öneriye açığız” denilmiş, ama yeni CHP yönetimi kendi partililerinin dahi görüş ve önerilerini sormamıştır. Yeni CHP elindeki silahı bırakmayan, silah zoruyla siyasi çözüm, hatta Anayasa dayatmaya çalışan teröristlerle müzakere edilmez, mücadele edilir anlayışından tamamen uzaklaşmıştır. İktidarın yıllardır yabancı ülkelerin ısrarı ve dayatmasıyla başvurduğu siyasi çözüm ve müzakere yöntemi sonuç vermemiş, terör can almaya devam etmiştir. Terör örgütünün bu yöntemle tasfiye edilemeyeceği ve can almayı sürdürdüğü hâlâ acı bir gerçektir ve ne yazık ki gözyaşları dinmemektedir. Peki, bunun sorumluluğunu kim alacaktır?
Sonuçta reddedilemez bir gerçeklik vardır: Terörle amaca ulaşmak isteyenler silah bırakmadıkça, kan dökmeye devam ettikçe el sıkılmaz, masaya oturulmaz. Eğer ki silahla kan dökmeye devam edenler sizi silahla masaya oturtmayı başarmışsa bu teröristin kazanımıdır. Daha fazla isteyeceklerdir. Oslo’da PKK ile masaya oturulması büyük bir suç idi. Yeni CHP yönetimi ise Oslo sürecine, sadece bu sürecin halktan gizli tutulması noktasında karşı koymuştur. Terör devam ederken hiçbir devlet terör örgütüyle masaya oturmamıştır. Bugüne kadar terör örgütü ile birçok görüşme olmasına rağmen terör, hem de artarak, can almaya devam etmektedir. Müzakere yoluyla terör bitirilebiliyorsa, ABD neden terör örgütleriyle, örneğin El Kaide ile müzakere etmemektedir. Silahlı bir kalkışma varsa orada silah bırakılana kadar müzakere değil, ancak mücadele olmalıdır. Görünen o ki, terör örgütü müzakere talepleri dillendikçe iyice hareketlenmiştir ve can almaya devam etmektedir. Bu işin özünde bölünme, ayrı bir devlet kurma vardır. Suriye’den, İran’dan, Türkiye’den koparılan toprak ve milletle, Irak’ın kuzeyinde bulunan alanda yeni Kürdistan oluşturma hayalini, emperyalizm bir kez daha pompalamaktadır. Türkiye’deki siyasi kurumlar ve tabii ki en başta Partimiz bu hayale hizmet etmemelidir. Bu işin sonu Misak-ı Milli sınırlarının bölünmesidir.
GERÇEKGÜNDEM