MUSTAFA MUTLU
Günlerdir Almanya’daki Deniz Feneri e. V Derneği’nin yoksullara yardım bahanesiyle topladığı paraları nasıl lüplettiğini okuyoruz...
Allah’tan Alman polisi ve mahkemeleri var!
Yoksa Türklerin Türkleri soymasından haberimiz bile olmayacaktı!
Aynı isimle Türkiye’de de faaliyet gösteren bir Dernek var...
Bu Derneğin Başkanı dün basın toplantısı yaptı ve Almanya’daki dernekle organik ya da yasal bir bağlantıları olmadığını söyledi.
Ama bu dernekten gelen 7 milyon Euro’yu kabul ettiklerini de doğruladı!
Sonra da dedi ki, “Biz onları ismimizi kullanmamaları konusunda uyardık, ama yapmadılar!”
***
İki derneğin sadece isimleri aynı değil...
Logoları aynı...
Faaliyet konuları aynı...
Hedef kitleleri aynı...
Yardım toplamak için program yaptıkları televizyon kanalları aynı...
Yardım toplama yöntemleri aynı...
Dahası, toplanan paraların girdiği kasa bile aynı!
Ama beyefendiye göre, bu iki dernek arasında kesinlikle ilişki yok...
Neden?
Çünkü onlar, yakalanma basiretsizliğini gösterdi!
***
Dernek Başkanı, Kanal 7 ekranlarına çıkıp, çocuklara masal anlatsın... Ancak onları kandırabilir bu söyledikleriyle!
Bir dernek sizinle aynı ismi, logoyu kullanacak, “Uyarmıştık” diyerek haklı çıkmaya çalışacaksınız...
İyi de neden bu dernek hakkında, ismini değiştirmesi istemiyle dava açmadınız?
Neden onlardan gelen, kaynağı belirsiz paraları kabul ettiniz?
Ve neden Deniz Feneri isimli televizyon programında, Almanya’daki bu derneğin hesap numaralarının yayınlanmasına göz yumdunuz?
***
“Deniz Feneri” isimli saadet çarkı, bazı din tüccarlarının on yıllardır sürdürdükleri cemaat ve tarikat sömürüsünün zincirlerinden sadece biri...
Cami yaptırma ve yaşatma dernekleriyle, Konya’da kurdukları tabela holdingleriyle, Milli Görüş Vakfı’yla yola çıkanların son numarası...
Ama saadet zincirinin en büyük ve en yeni halkası olan AKP, hâlâ Türkiye’de...
Her seçimden önce makarna, bulgur, nohut paketleriyle, alışveriş çekleriyle, bedava kömürle melekliğe soyunuyor...
Milyonlarca YTL tutan bu harcamaları da bilinmeyen bir “kaynak”tan finanse ediyor...
Şimdi sıra bu halkaya geldi. Bu halkanın kırıldığı gün kopacak olan gürültü, bugünkünü gölgede bırakacak...
Ama ne yazık ki bu konu Alman polisinin ve mahkemelerinin yetki-sorumluluk alanına girmiyor...
Yoksa bu iş de çoktan biterdi!
*****
GÜNÜN SORUSU
Yetmiş küsur yaşındaki bir adam torunu yaşındaki kıza sarkıntılık ediyor, “dindar” olduklarını söyleyen kalemler susuyor...
Bir kısım şehir eşkıyası, yoksulları bahane ederek görülmemiş vurgun yapıyor...
Bunlarda yine tık yok!
Şu tarikatçılık insanı bu kadar mı kör, sağır ve dilsiz eder?
*****
Zavallı bir gazetecilik anlayışı!
Düne kadar önüne gelen herkesi Ergenekoncu ilan eden...
Bunun için, iddianamenin açıklanmasını bile beklemeyen...
“Gizli örgütlerin maşası haline gelmiş bir eşcinsel”den sızdırdıkları tartışmalı belgelere dayanarak, insanlara en ağır çamurları atan...
İddianame açıklandıktan sonra da mahkeme kararını beklemeden sanıkları suçlu ilan eden “yandaş medya...”
Deniz Feneri Davası sayesinde gazeteciliğin temel kurallarını yeniden hatırladı!
Diyorlar ki, “Açılan dava sonuçlanmadan, Alman Savcı’nın iddianamesine dayanarak kimse hakkında yayın yapılamaz...”
Bunların Ergenekon’la ilgili habercilik anlayışları ne kadar sakatsa, bu yeni yayın politikaları da o kadar sakat!
Çünkü ilkinde ortada iddianame bile yoktu, ikincisinde ise dava bitmek üzere!
Ve dünyanın her yerinde, iddianame açıklandıktan sonra gazetecilere haber yapma hakkı ve görevi doğar.
Bu sözde meslektaşlara acıyorum:
Kendilerini “taraf” olmak zorunda hissedenlerin zavallığı içinde debelenip duruyorlar...
Umarım iyileşirler!