Beyaz mermer merdivenlerle çıkılan binanın görkemli girişinde sıra sıra polisler.
Ellerinde kalkanlar, yağmur gibi yağan parke taşlarına karşı kendilerini korumaya çalışıyorlar.
Karşılarında, abartısız, onbinlerce kişi. Göstericiler...
Macar devlet televizyonunu ele geçirmek isteyen, ellerindeki bildirinin canlı yayında okunmasını talep eden göstericiler.
Polis zaman zaman taşlara biber gazıyla ve tazyikli suyla cevap vermeye çalışıyor, ama bu çok yetersiz.
İncecik hortumlardan fışkırtılan su göstericilerin hırsını dindirmeye, onları geri püskürtmeye yetmiyor.
Biber gazı da öyle!
Göz yaşartıcı gaz dumanları yükseldiğinde, göstericiler sadece beş on metre geri çekiliyorlar.
Televizyon binasını korumaya çalışan polislerin ise geri çekilme şansı yok, çünkü sırtları artık duvarda.
Gaz maskeleri de yok!
Bu yüzden sıkılan gaz, göstericilerden çok onları perişan ediyor.
Göz yaşartıcı gaz biraz dağılınca göstericiler yeniden saldırıyor.
Göğüs göğüse süren çatışmalar.
Polis silah kullanmıyor!
Copla, sopayla, iki taraf da allah ne verdiyse, girişiyor birbirine.
Ve Macar halkı nefesini tutmuş kavgayı izliyor! Hem de canlı yayında!
İki televizyon canlı yayında bu inanılması zor ve saatler süren kavgayı naklen veriyor. Ama başka açıdan.
Devlet televizyonu kameramanları “içerden”: stüdyolardan, pencerelerden ve polislerin arkasından...
Ve özel televizyonlardan “Hir TV” ise “dışardan”: göstericilerin arkasından canlı yayında!
Sonunda büyük kapışma göstericilerin zaferiyle, ama aslında “berabere” bitiyor!
Sabaha karşı, takviye güç gelmeyince, binayı savunan polisler, TV çalışanlarını da tahliye edip, binayı terk ediyorlar!
Yani televizyon binası “düşüyor”, ama neye yarar? Yayın tümden kesildiği için göstericiler boş binayı kırıp döküp, bildiriyi okuyamadan evlerine gidiyorlar!
“Ayaklanma” bitiyor!
Sivil hayattaki, zorlu bir futbol maçının ardından olduğu gibi, hakedilmiş dinlenme başlıyor.
Binayı terkeden, bayraklı, flamalı göstericilerin, “Ne maçtı ama” gibi yorumlar, yaptığı kesin..
Futbol benzetmesi tesadüf değil, çünkü o geceki gösteriler halkın hükümete karşı protestosu nedeniyle başlamış olsa da, aslında kavganın göbeğinde ve önsaflarında her maçtan sonra polisle çatışan holiganlar var.
İki taraf da birbirini yakından tanıyor.
Ertesi gün bilanço ortaya çıkıyor: İkiyüzü aşkın yaralının yüzde sekseni polis! Güvenlik güçleri ikinci günden itibaren, süren çatışmalara karşı daha hazırlıklı! Televizyon binası önündeki fiyaskonun acısını çıkartıyorlar!
Peki ya işin öbür yüzü? Yani medyanın fiyaskosu? O nasıl telafi edilecek?
Asayiş sorunlarıyla birlikte “medya meselesi” de Macaristan’ın gündemine oturuyor.
İkinci günden itibaren, Macar Devlet Televizyonu, reklam ve tanıtım atağına geçiyor.
Reklamlar, tanıtımlar, ilanlar:
“Biz haber olmak istemiyoruz, haber yapmak istiyoruz” diyor bir ilan.
Ama bazıları ise devlet televizyonunun bu fazlasıyla göze batan “pr çalışmasından” rahatsız.
Biraz şaka yollu da olsa, aslında “siz açtınız bu belayı kendi başınıza” diyor bazı eleştirmenler.
 |
|
"Siz devrimci olsanız bugün hangi televizyonu ele geçirmeye çalışırdınız?" |
Çünkü mali anlamda çok zor durumda olan devlet televizyonu, bundan bir kaç ay önce, bu yılın 1956 macar ayaklanmasının 50. yıldönümü olmasını kullanan bir reklam kampanyası başlatmıştı.
Şöyle bir afiş bastırmıştı mesela MTV:
“Siz devrimci olsanız bugün hangi televizyonu ele geçirmeye çalışırdınız?”
Tabii ki MTV, cevabını fısıldıyor, afiş.
İşin espirisi şu: 1956 ayaklanmasında, Sovyetlere karşı bağımsızlık isteyen devrimciler, o zamanın en önemli medya kurumu olan devlet radyosunu kuşatmışlardı.
“Şimdi de hedef biz oluruz” demeye getiriyor afiş. “Çünkü özel televizyonlar değil, biz önemliyiz!” diyor devlet televizyonu.
Evet, hayat bazen en cüretkar senaryoları bile aşan düşünceleri gerçeğe dönüştürebiliyor.
Peki gelelim işin ahlaki boyutuna:
Canlı yayında işgal yaşanıyor.
Kabul, bu iş sonuçta bir haber, yani kendine haberciyim diyecek, ve fırsatını bulursa bu olayı yayınlamayacak televizyon olmamaz.
Ama göstericilerin arasından saatlerce canlı yayın yapan ve muhalefetin sözcüsü konumundaki “Hir TV” yani Haber Tv’nin yaptığı da yenir yutulur gibi değil.
Hir TV olayın başından beri saldırganları “devrimciler” ve “özgürlük savaşçıları” olarak tanımlıyor.
Sanki karşıda ele geçirilmeye çalışılan yer, mesleki anlamda dayanışma gösterilmesi gereken bir televizyon binası değil, düşman bir ülkenin garnizonu!
Binanın önündeki polisler sanki kendi devletinin polisi değil, işgal güçleri...
Aradan iki hafta geçti, ama daha “maç” devam ediyor.
Hem taraftarlar, göstericiler ve polis arasında ve hem de medya temsilcileri arasında.
Olay RTÜK benzeri kurumlar tarafından da değerlendiriliyor elbet, ama bütün mesele toplumsal meşruluğun olup olmadığına dayanıyor...
Eğer insanlar seyrediyorsa ve seyrettiğini onaylıyorsa, medya temsilcileri istediğini yapabiliyor.
Ahlaki olmasa bile...
İşte tehlikeli olan tam da bu aslında...