15 Temmuz FETÖ darbe girişiminde şehit olanlardan birisi de Yeni Şafak gazetesinde çalışan gazeteci Mustafa Cambaz'dı.
Star Gazetesi yazarı Fadime Özkan, 2017'nin ilk gününde arkadaşı Mustafa Cambaz'ı unutmamış ve okurlarına onu anlatmış.
BAKIN FADİME ÖZKAN NELER YAZMIŞ CAMBAZ İÇİN?
Çok şehidimiz oldu. İçlerinden biri de benim arkadaşım. Mustafa Cambaz.
Onu 15 Temmuz gecesi FETÖ üyesi işgalci katiller Çengelköy’de vurdular!
Olay anını görenler, Mustafa’nın asker görünümlü işgalcilere karşı çıktığını anlatıyor.
“Siz bu ülkenin askeri olamazsınız, vatandaşa silah doğrultmak da nedir, Türkiye’yi size teslim etmeyiz” dediğini, darbecilerin komutlarına uymadığını, bu esnada vurulduğunu aktarıyor.
“Türkiye’yi size teslim etmeyeceğiz” çok büyük bir cümle. Türkiye’yi kurtaran işte bu iradedir.
Tuhaf olan şu ki, Mustafa Türkiye Cumhuriyeti vatandaşı değildi.
Yunanistan doğumluydu. İmam Hatip Lisesi’nde okumak ve İstanbul’da yaşamak için bir yolunu bulup çocuk yaşlarda Türkiye’ye geçmiş, İstanbul Üniversitesinde Basın-Yayın okumuş ve geri dönmemişti.
Askerlik yaşı gelip de Yunanistan onu silâhaltına almak isteyince ipler kopmuş.
“Ne işim var ya benim Yunan ordusunda” diye öfkeyle sesini yükseltir sonra gülerek anlatmaya devam ederdi o günleri.
Velhasıl, doğduğu toprakları bir daha görememe, anne baba akraba hasreti çekme pahasına Türkiye’ye kaçmış Mustafa.
Yunanistan onu vatandaşlıktan atmış ama Türkiye de vatandaşlığa kabul etmemiş!
Ben onu tanıdığımda haymatlostu. Yani “vatansız”.
Bu tür tanımlara kalıplara aldırış etmezdi ama. Vız gelir tırıs giderdi, gülerek anlatırdı.
Nitekim –resmen- “vatandaşı” olmadığı “bu ülke” için, Türkiye için canını verdi Mustafa…
Şahadetinden sonra geldi vatandaşlığı.
Şimdi Çengelköy Mezarlığında, sağında solunda 15 Temmuz şehidi komşuları, başının üstünde o çok sevdiği ve rengine kanını verdiği bayrağın altında yatıyor.
Yeni Şafak’ta 2000-2006 arasında altı yıl aynı odayı paylaştık Mustafa ile kültür-sanat ve televizyon servisi çalışanları olarak.
Bir gün başkaları hakkında kötü konuştuğunu, insanlara yüzünü astığını görmedim. Her zaman herkese gülümserdi. Muzip bir tarafı vardı. Güzel sohbet ederdi. İnançlıydı. Heyecanlıydı. Çok iyi gazeteci, çok ama çok iyi bir fotoğrafçıydı.
İstanbul aşığıydı. Son gördüğümde Çengelköy’de yeni bir eve taşındığını, saatlerce pencereden balkondan İstanbul’u seyrettiğini, iftar vakti olunca (Ramazan’dı) o durağansız şehrin, kıpır kıpır silüetin nasıl da sakinleştiğini anlatmıştı.
Camilere de aşıktı. On yıldan fazla süre özenerek, emek vererek, Türkiye’nin dört bir yanını karış karış gezerek ulu camilerin fotoğraflarını çekti. Minarelere tırmandı, kubbelere çıktı, mihrapları, minberleri, revakları, sütunları, taşa ahşaba işlenmiş nakışları, yapılardaki cesameti, asaleti, zarafeti, letafeti her şeyi kayda geçirdi.
Şahadetinden kısa süre önce “Türkiye Ulu Camileri” adıyla kitaplaştı yıllar süren çalışması.
Her gördüğümde camileri anlatıyordu, bitince de kitabını anlattı. Sözleştik, “İnce Fikir”e gelecek, Ülke Tv’de bize camilerimizi, hali pür melalimizi anlatacaktı…
Velhasıl Şehit Mustafa Cambaz bize sadece bir “vatan” değil Türkiye’nin ulu camilerini de miras bıraktı.