NEVİN BİLGİNİlk gittiğinizde sizi sessizliği ve huzuru kucaklayan Hollanda, içine girdikçe sizi yaşadığımız dönemin gerçek sorunlarının ne olduğuna da götürüyor adeta. Bu ülke ilk baktığınızda canlı renklere boyanmış tarlaları, kanalların sakin sularında yansıyan mimari zarafeti ve insanın iç huzurunu yakaladığı yerlerle dolu. Sonrasında ise bazı sorgulamalarla baş başa bırakıyor insanı.
Yola çıkmadan önce, Hollanda denilince akla gelen geniş tarlalar, bisikletle gezilebilen şehirler ve geleneksel rüzgâr değirmenleri gibi ikonik unsurların ötesinde, bu gezi, sadece rotaların ötesine geçme değil, aynı zamanda zihinlerdeki karmaşayı dağıtmak için bir fırsat sunuyor.
Eindhoven’da Sessizlik Müzik Gibi
Eindhowen deyince genel bir sessizlik beliriyor. Sessizlik, adeta müziğin en huzur verici notası gibi. Evlerin içi, dışı; her ayrıntısı olağanüstü bir estetikle düzenlenmiş, sanki bir ressamın elinden çıkmışçasına. Göz alıcı detaylar, sakinlikle buluşmuş.
Her sabah, evlerin önünde, bisikletin önüne bebeklerinin kafalarına takılmış koruyucu başlıklarıyla okula gitmek için hazırlanan anne ve babaları görmek mümkün. Üstelik, sepete üç çocuğu sığdırıp ustalıkla bisiklet süren ebeveynler sokaklarda ustalıkla dolaşıyorlar. Yaşlılar, bisiklet yollarını adeta dans eder gibi kullanırken, araçlar sessizce ilerliyor ve yayalarla uyum içinde hareket ediyorlar.
Evlerin önlerinde göğe yükselen değişik türde ağaçlarla dolu parklar mevcut. Sanki bir resim tablosu gibi. Parklar, insanların birbirine bağlı olduğu bir zincir gibi birbirine bağlanmış şekilde tasarlanmış. Sokaklar belli saatten sonra bomboş. Tek bir sokak köpeği ya da kedisi görmek imkânsız.
Evler iki katlı yüksek katlı bina görmek neredeyse mümkün değil. Binanın üst katına çıkabilmenin zorluğu, sanki mahallenin sadece tek kişilik bir dünya üzerine kurulu olduğunu gösterir gibi. İki katlı evlerde, alt kat ile üst kat farklı ailelerin evleri şeklinde. Güneş panelleri, çatıların üstünde parlıyor. Arabalar ise sessiz elektrikli modeller ve korna sesi neredeyse hiç duyamıyorsunuz. Her şey sessiz sakin şekilde akıyor.
Sessizliği arada bir yalnızca uzaktan gelen siren sesleri veya kiliseden yükselen çanın melodisi bozuyor. Çocuklar da mı ağlamaz burada diye düşünüyor bazen insan. Ama ambulansların sık sık siren çalarak geçmesi endişe yaratıyor.
Ve okula yaklaştıkça duyulan çocukların neşeli kahkahaları. Çocukların ellerinde cep telefonları yok. Özgürce giyinmiş, bağırarak oynuyor, koşuyor ve ağaçlardan ağaca atlıyorlar. Bahçede özgürlüklerini doyasıya yaşıyorlar. Okulun çevresi ağaçlarla çevrili, adeta bir ormanın içindeki güvenli bir alandalar.
Evlerin içine girdiğinizde küçük ama bir o kadar da kullanışlı ve güneşe göre yapıldığını fark ediyorsunuz. Dar kapının ardından çıkılan dar merdivenler, evin kapısına ulaşıldığında güneşin içeriye doğru uzandığı bir manzara sunuyor. Geniş camlarla döşenmiş bir alan var; mutfak ve salon birleşik. Yatak odası ise büyük pencerelerle aydınlanıyor ve içinde tek kişinin rahatça hareket edebileceği bir tuvalet ile geniş ve ferah bir banyo bulunuyor. Lavabo, büyük ve kullanışlı. Balkonlar ise küçük bir kiler tarzı dolaplarla donatılmış. Dışarıdan bakıldığında ise ağaçlar ve çatılar, insanların birbirlerini görmelerini engelleyecek şekilde düzenlenmiş.
Hollanda’nın sakin şehri Eindhoven’da sanat, bilim ve tarihin birleştiğine tanıklık ediyorsunuz. Avrupa’nın önde gelen mühendislik üniversitelerinden birisi de burada. Yine Philips Stadı gibi dünyaca ünlü bir arena da burada bulunuyor. PSV Eindhoven futbol takımları da oldukça ünlü.
Eindhoven, geçmişte pek çok zorluk yaşamış bir şehir. Büyük yangına maruz kaldığı gibi İspanyol, Fransız saldırılarıyla karşı mücadele vermiş, 2. Dünya Savaşı’nda da işgal edilmiş yerlerden birisi. Sanayi Devrimi’yle birlikte bölgede kurulan Philips Fabrikası aydınlatma ve elektronik sektörünün öncüsü olduğu gibi bu alanda da pek çok kişiye iş sağlamış. Yine otomobil ve kamyon şirketi DAF da burada bulunuyor.
Eindhoven, Hollanda'nın Kuzey Brabant eyaletinde konumlanmış olup, Almanya'nın Düsseldorf ve Köln şehirlerine, aynı zamanda Belçika'nın Brüksel şehrine de kısa bir mesafede yer alıyor.
Şehirdeki sanat müzesi Van Abbemuseum; El Lissitzky, Picasso ve Kandinsky gibi büyük ustaların eserlerine ev sahipliği yapıyor. Yine Philips Müzesi, teknolojinin evrimini anlatan eserlere sahip. Michael Jackson'a özel tasarlanmış ışıklı eldiveni de burada görmek mümkün.
DAF Müzesi, otobüslerden kamyonlara kadar geniş bir araç yelpazesini kronolojik bir şekilde sergiliyor.
Saint Catherine Kilisesi, Eindhoven'da göz alıcı bir tarihi yapı. 1867'de neo-gotik tarzda inşa edilmiş, 73 metre uzunluğundaki iki kulesiyle dikkat çekiyor.
Genneper Parkı, şehrin en büyük yeşil alanlarından birisi. Havuz, buz pateni pisti, yürüyüş parkuruna sahip. Park içinde Eindhoven ve Ton Smits Huis Çizgi Film Müzesi de bulunuyor.
De Admirant, Heuvel Galerie, Woensel XL, Piazza Center ve Kruisstraat gibi birçok alışveriş merkezi de yakın mesafede.
Yürürken, cafe shopların varlığını keskin bir ot kokusundan anlamak da mümkün. Ancak bu şehirde cafe shopların çok yaygın olmadığını gözleyebiliyorsunuz.
Eindhowen’dan Amsterdam’a yaklaşık 45 dakikalık bir tren yolculuğuyla ulaşmak mümkün. Yayaların rahat dolaşabileceği, insanların bisiklete binebileceği şekilde planlanmış olan şehrin kanallar üzerine kurulu olması değişik bir hava yaratıyor. Çok kapsamlı topluma taşıma sistemi var, tramvaylar, otobüs, trenler yanında, kanallarda kayıklarla gezi yapabilmek mümkün.
Enerjik Şehir Amsterdam
Amsterdam'da şehir merkezi kolayca keşfedilebilir nitelikte. Kanallar üzerine kurulu bir şehir adeta. Bu yüzden çok sayıda köprü var.
Sokaklar genellikle yayaların rahatça dolaşabileceği şekilde planlanmış. Bu, gitmek istediğin yerlere kolayca ulaşmayı sağlıyor. Ayrıca Amsterdam, etkili ve kapsamlı bir toplu taşıma sistemine sahip. Tramvaylar, otobüsler ve trenler şehir içinde ve dışında ulaşımı sağlayarak gezinmeyi oldukça kolaylaştırıyor.
Amsterdam'da gezilecek ve bütçe dostu aktiviteler arasında yürüyerek yapılan kanal turları var. Ücretsiz ve eşsiz bir deneyim sunan bu turlar, şehrin tarihi ve güzelliklerini keşfetmek için harika bir fırsat sunuyor. Alışveriş için Pazar ve marketler yanında 2.el mağazaları ve bit pazarı da mevcut. Albert Heijn isimli süpermarket oldukça yaygın ve ihtiyaçları karşılamak için uygun.
Şebeke suyu içilebildiği gibi, sokaklarda içme suyu çeşmeleri var. Ücretsiz şehir turu imkânı rehberli olarak veriliyor.
Amsterdam’da her bütçeye uygun yiyecek alternatifi de bulunuyor. Sokakta pizza, patates kızartması, Hollanda sushisi gibi yiyecekleri uygun fiyata bulmak mümkün oluyor.
Amsterdam Şehri’nin merkezinin cadde ve sokaklara girdikçe, yani derinliklerine doğru adım attıkça, beklenmedik manzaralar karşılayabiliyor insanı. Rüzgârın insanın burnuna taşıdığı ot kokusu, her adımda ve yoğun şekilde geldikçe insanın midesini bulandırıyor adeta. Bu durum, adı özgürlükler şehri olarak anılsa da bende alışılmadık bir tedirginlik hissi uyandırıyor.
Van Gogh Müzesi gerçekten Amsterdam'un önemli turistik mekanlarından biri. Burası Vincent van Gogh'un eşsiz eserlerinin sergilendiği ve dünyada en büyük koleksiyonlardan birine ev sahipliği yapan bir müze. Heineken Experience Müzesi ise bira müzesi niteliğinde ve görülecek yerler arasında.
Dar sokaklardaki dükkanlar, her türden otlu içeceği, yiyeceği, sigarayı ve başka ne ararsanız bulabileceğiniz envai çeşit ürünleri sergiliyorlar. Bu karmaşık manzara içinde dolaşırken, Vondelpark adındaki büyük bir parka doğru ilerlerken buluyorsunuz kendinizi. Fareler de insanların koşturmalarına eşlik ediyorlar adeta. Oldukça fazla fare var. En büyük park Voldenpark’ta spor yapan bisikletçilere bravo derken, bir yanda ot çeken insanları görebiliyorsunuz.
Kanallarda gezenler, kenarlarda dolaşanlar, herkesin sesi birbirine karışıyor. İspanyolca, Türkçe, İngilizce, Flemenkçe, Hintçe…
Geceleme imkânı bulduğum oteldeki manzara ise şaşırtıcı. Üç kişilik odada, ancak üç küçük yatak sığdırılmış ve merdivenlerden gelen sesler gece boyunca devam ediyor. Otelin lobisinde Amsterdam da neler yapılabileceğini anlatan ilginç broşürler var. Haritalarda nerede esrar ya da ot bulunabileceğini dair detaylar olması oldukça şaşırtıcı. Ama çeşmelerin bile yerinin gösterilmesi, çeşme sularının içilebilmesi büyük bir kolaylık.
Kentteki dükkanlar, cinsel objelerden akla gelmeyecek birçok ürüne kadar çeşitliliğiyle bir sergi gibi. Kapitalizmin her yüzü, bu dükkanların vitrinlerinde gözler önüne seriliyor.
Bu şehir, çelişkilerin ve karmaşık yapıların iç içe geçtiği, insanın ruhunu sarsan bir deneyim sunuyor. Her adım, birçok duygunun ve düşüncenin karışımına yol açıyor. Tıpkı Hollanda'nın kendisi gibi- genellikle sessiz, beklenmedik, çeşitli ve karmaşık.
Mağazalarda, zehirli mantar tabletlerinden otlu dondurmaya, otlu yoğurda, otlu şekerlemelere kadar ne ararsanız var. İlgi çekmek için her şey yapılmış.
Adımlarımı atarken sürekli olarak tetikte olmam gerekiyor. Bisikletlerin ve arabaların nereden geleceğini kestirmek için sürekli dikkatimi yollara vermem gerekiyor.
Red Street’te İzdiham
Red Street'te kadınların bir meta gibi sunulduğu anlara tanık olmak ürkütücü. Bazıları kendilerini kırmızı ışık altında plastik bebek gibi gösteriyor. Seks shoplar, seks müzeleri... Aşkın yok edilip kapitalizme kurban edildiği, taş devri çağının sergilendiği Red Street.
Son model arabalarla sokağa gelen bir adam ve makyajla büyütülmeye çalışılmış çocuk yaştaki bir kızla gözden uzaklaşıyor. Turistleri getiren büyük gemilerin yoğunluğu sokakları hınca hınç dolduruyor, yürümek imkânsız hale geliyor.
Tekrar kalacağımız otele dönerken, yollardaki çöpler, izmaritler, fare sesleri, odamızın penceresine kadar uzanıyor. Fareler gelmesin diye sıkı sıkı pencereleri kapatıyoruz. Oteller ve diğer yerleşim binaları oldukça eski binalardan oluşuyor.
Otelin işletmecisi, odanın boşalması sonrası hem Türkçe hem de Karadeniz şivesiyle "Şişeleri toplayın" deyince Türk olduğunu anlıyoruz.
Üst kattan gelen Türkçe konuşmaları, tahta merdivenden inip çıkan topuklu ayakkabının tavanla buluşma sesi eşliğinde dinliyoruz.
Otel odaları yanında kiralanan evlerin de her detayı düşünülmüş. Yangın söndürme ve alarm cihazları evdeki her odada bulunuyor.
Ve o çan sesleri, yabancı dillere, odaları temizleyenlere, İspanyolca ‘ya, Karadeniz şivesine karışıyor. Bu mu sakinlik ve huzur dedirtiyor bazen insana?
Sabah saat 08.00'de otelin önündeki barın bahçesinde güneşi birayla selamlayan insanlarla karşılaşıyorsunuz. Ama taşkınlık yapan kimseyi görmüyorsunuz. Yine sokak köpeklerini görmek mümkün değil. Kediler, birkaç ev ve dükkân önünde dolaşanlar hariç yok gibi neredeyse.
Peki, neden burada kuşlar yoktu? Neden küçük bir ağaç bile ötücü kuşları bulamıyordu? Arılar neredeydi? Bu tarihi şehir neden fareler ve kargalara teslim olmuştu?
Herkesi kokluyor gibi hissediyordum, ot mu içiyor diye... Ve sonra şu soru aklımdan çıkmıyordu: Neden insanlar kendilerini bitiren zehirlere teslim oluyor?
Ardından araba kiralamak için dükkâna giren Ruandalılar ve 11.45'te girdiğimizde 12.03'te işleminizi yapamayız diye işyerini kapatan çalışanlar...
Zaanse Schanse Rüya Gibi
Hollanda’nın en renkli ve fotojenik yel değirmenlerine ev sahipliği yapan Zaanse Schans, adeta bir Hollanda kasabası masalı. Amsterdam’a olan yakınlığı, bu eşsiz kasabaya trenle veya yerel otobüsle ulaşmayı oldukça kolay. Trenden yolu seyrederken, uçaktan aşağı bakınca alabildiğince yeşil alan, rüzgâr gülleri, otlayan bol miktarda inek, koyun ve kazları görebiliyorsunuz. Uçşuz bucaksız yeşil alan okyanusla buluşuyor. Çoğu yerde evlerin önünde kayıklar var.
Burada bulunan yel değirmenleri, 17. yüzyılda inşa edilmiş, baharat öğütme, su pompalama gibi birçok işlev için kullanılmış.
Zaanse Schans kasabasında, muhteşem Hollanda peynirleri satan yerlerde tadım turlarına katılıyor, bizi çağıran çikolata kokusuna gittiğimizde çikolata fabrikasını gezip lezzetlerin tadına bakıyoruz. Burada, peynirlerin muhteşem lezzetlerini tadarken aynı zamanda peynir yapım sürecini de gözlemleyebiliyor insan. Bu deneyimler, Zaanse Schans kasabasını keşfederken unutulmaz bir tat katıyor.
Zaanse Schans, tarihî yel değirmenleri ve ahşap evleriyle adeta geçmişe bir kapı açıyor. Burada, yüzlerce yıllık tarihin izlerini hissediyorsunuz. Bu kasaba, Hollanda'nın en eski yerleşim bölgelerinden biri olarak biliniyor ve 18. yüzyılda birçok ev buraya taşınmış. 1993'ten önce, köy evleri, çiftlikler, yel değirmenleri, küçük limanlar ve yollar burada inşa edilmiş. O dönemde, bu yel değirmenleri, Hollanda'nın deniz seviyesinin altında kalan bölgelerinde su tahliyesini sağlamak için kullanılıyormuş.
Zaanse Schans, bizim köy anlayışımızdan oldukça farklı. Bakımlı bahçeleri, tarihi atmosferi, küçük müzeleri ve dükkanlarıyla göz kamaştırıyor.
Küçük dükkânlar ve kafeler bu tatlı kasabada huzurlu bir kahve molası için mükemmel yerler. Bu sevimli kafelerin önünde sadece dışarıdan bile birkaç fotoğraf çekmek insanı mutlu ediyor. Ve içeride sıcacık bir şeyler içmek için ideal! Ayrıca, "clogs" adını verdikleri o tarihi ahşap ayakkabıların anahtarlıkların nasıl yapıldığını da görebiliyorsunuz.