Hürriyet, İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı Terör ve Örgütlü Suçlar Bürosu savcılarından Adem Meral'in, Petrol Ofisi'nde (POAŞ) 2001-2008 yılları arasında örgütlü bir şekilde akaryakıt kaçakçılığı yapıldığı iddiasına ilişkin hazırladığı 85 sayfalık iddianamede yer alan suçlamalara 10 maddeyle yanıt verdi. "Olmayan vergi nasıl kaçırılır?" sorusunun yöneltildiği haberde, "Adem Meral’in iddianamesi birçok açıdan hatalar ve çelişkilerle dolu. Örneğin, mevzuatta vergiye tabi olmayan bir ithalat işleminin vergisinin alınması da kaçırılması da imkânsız. Savcının, var olmayan vergi için ‘evrakta sahtecilik’ iddiası ise akla mantığa aykırı. İddialar, ismi gizli tutulan bir muhbire dayandırılmış ve belgeyle delille desteklenmiyor" dendi. Doğan Holding Onursal Başkanı Aydın Doğan ve İş Bankası Yönetim Kurulu Başkanı Ersin Özince hakkında 23 yıla kadar hapis istemiyle hazırlanan 85 sayfalık iddianame, geçtiğimiz günlerde İstanbul 1. Ağır Ceza Mahkemesi'nce kabul edilmişti.
Hürriyet'in bunükü (27 Mart 2016) nüshasında yayımlanan haber şöyle:
1- İstanbul Cumhuriyet Başsavcılığı tarafından hazırlanan ve Petrol Ofisi’nin 2001-2007 yılları arasındaki dönemde organize bir suç faaliyetine konu olduğu ileri sürülen iddianame tartışma konusu haline geldi, eleştirilere yol açtı. İddianame detaylı bir incelemeye tabi tutulduğunda başlıca hangi gözlemler öne sürülebilir?
Karşımızda baştan sona hatalar ve çelişkilerle dolu olan, mantığa sığmayan ve hukuka aykırı durum ve saptamaların yer aldığı, ayrıca mevzuatın yorumlanışı ve iddianame usulü açısından da ciddi problemler barındıran bir metin var. Üstelik, metinde yer alan son derece ağır ve vahim suçlamaların belge ve kanıtlarla desteklenmemesi iddianamenin önemli bir eksiği olarak beliriyor. İddianamede başlıca iki ana suçlama yöneltildiği söylenebilir: 1) Gümrük vergisi kaçakçılığı yapıldığı iddiası, 2) Gümrüklerde alınan KDV’nin eksik ödendiği suçlaması... Savcı, bu amaçla Petrol Ofisi’nin ortaklarının, 2001-2007 tarihleri arasında bu şirkette görev yapmış olan bütün yönetim kurulu üyelerinin ve ayrıca şirketin profesyonel yöneticilerinin bazılarının bir “organize suç örgütü” içinde hareket ettiklerini ileri sürüyor. İlginç olan bir nokta, bu “örgüt”ün o tarihte Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkanı olan Aydın Doğan ve yine o tarihteki İş Bankası Genel Müdürü Ersin Özince tarafından kurulduğunun iddia edilmesi. Bir başka anlatımla, bu iddianamede Aydın Doğan ve Ersin Özince, “organize suç örgütünün liderleri”, Petrol Ofisi yönetim kurulu üyeleri ve şirketin bazı yöneticileri ise “organize suç örgütünün üyeleri” olarak tanımlanıyor. Üstelik, bu “örgüt”ün üyeleri arasında Petrol Ofisi’nin 2006’dan sonra ortağı olan Avusturya’nın devlet şirketi OMV’nin üst düzey yöneticileri de var.
2- İddiaları tek tek ele alalım. Önce gümrük vergisi kaçakçılığı iddiasına bakalım. Bu iddia nedir?
Bu iddia, ismi gizli tutulan bir muhbirin yazılı beyanına dayanıyor. Suçlamanın tek dayanağı muhbirin bu beyanı. Bu muhbir, beyanında, “Türkiye’deki tüm akaryakıt şirketlerinin gümrük vergisi kaçakçılığı yapmalarının devletin bütçe hesaplarının şaşmasına yol açtığı, Türk Maliyesi’ni zora soktuğu” gibi uçuk tezler de öne sürebilen bir şahıs. Bu gibi tezleri, muhbirin iddialarının inandırıcılığı açısından fikir vericidir. Gümrük vergisi kaçakçılığı suçlaması, iddianamenin en zayıf noktalarından biri. Nedenini çok basit bir dille açıklayalım. Türkiye’deki yasalara göre, petrol ürünleri ithalatı -menşeine bakılmaksızın-gümrük vergisinden muaftır. Yani, akaryakıt ürünlerinin ithalatında gümrük vergisi sıfırdır. Herhangi bir akaryakıt dağıtım şirketinin, ister AB ülkelerinden, ister Rusya ya da Ukrayna’dan, ister İsrail ya da Cezayir’den, hangi ülkeden olursa olsun akaryakıt ithal ederken ödeyeceği gümrük vergisi sıfırdır. Yalın gerçek budur. Savcılık makamı ne yazık ki bu somut gerçeği olduğu gibi göz ardı etmiştir.
3- Akaryakıt ithalatında gümrük vergisinin sıfır olmasının istisnası nedir?
Bunun tek istisnası ithal akaryakıtın ithalat rejimi kararları ve Türk Standardları Enstitüsü’nün koyduğu kriterlere uygun olmaması halidir. Standartlara uygunluk, gümrük kapılarındaki laboratuvarlarda yapılan tetkiklerle kontrol edilmektedir. Petrol Ofisi’nin 2001-2007 döneminde ithal ettiği akaryakıtın tümü yapılan bu denetimlerde standartlara uygun bulunmuştur. Zaten iddianamede standartlara uygunluk konusunda bir suçlama yöneltilmiyor Petrol Ofisi’ne.
4- Peki bu durumda vergi nasıl kaçırılmış oluyor?
İddianamedeki en büyük muammayı işte bu soru oluşturuyor. Çünkü, mevzuata göre vergiye tabi olmayan bir ithalat işleminin –mantıken- vergisinin alınabilmesi mümkün değil. Olmayan bir verginin kaçırılması da tabii ki söz konusu olamaz. Savcının yasanın bu açık hükmüne rağmen böyle bir iddiayı iddianameye alıp suç isnadında bulunabilmesi her bakımdan izaha muhtaç bir konudur. Üstelik iddianamede, var olmayan bu vergi için “evrakta sahtecilik yapıldığı” da ileri sürülüyor. Olmayan bir vergiyi kaçırmak için neden evrakta sahtecilik yapılsın ki? Bu da iddianamenin içindeki çok sayıda esrarengiz noktadan bir diğeri olarak karşımıza çıkıyor.
5- İkinci iddia, Petrol Ofisi’nin ithal ettiği akaryakıt ürünlerinin KDV’sini –fiyatları düşük göstererek- eksik ödediği suçlamasını esas alıyor. KDV eksik mi ödendi?
Bu da hem teorik olarak hem de pratikte hiçbir şekilde geçerli olamayacak bir suçlama. Bunu açıklayabilmek için KDV sisteminin nasıl işlediğini kısaca anlatmamız gerekiyor. KDV tanımı gereği en son aşamada nihai tüketici tarafından ödenen vergidir. KDV uygulaması şu şekilde işliyor: Malın nihai tüketiciye satılmasına kadar geçen her aşamada, yani malın her el değiştirmesinde KDV tahakkuk eder. Ancak mükerrer vergi ödenmesini önlemek için bu malın her el değiştirişinde satın alınmasında ödenen KDV, malın satışı sırasında tahsil edilen KDV’den indirilir. Bu 1984 tarihli KDV Kanunu’nun açık hükmüdür.
Petrol Ofisi örneğinden baktığımızda, KDV’nin satış süreci içinde iki aşamada tahakkuk ettiğini görüyoruz. Birinci aşamada, ithal edilen akaryakıt gümrüğe geldiğinde, Petrol Ofisi alım bedelinin yüzde 18’i kadar KDV ödemekle yükümlü. İkinci aşamada, Petrol Ofisi bu malı, üstüne kârını koyup bayilerine satarken satış bedeli üzerinden yüzde 18 KDV’yi faturaya ilave ederek KDV’li mal bedelini tahsil eder. Görüleceği gibi, burada Petrol Ofisi’nin A) Önce gümrükte ödediği KDV var, B) Bayilerinden tahsil ettiği KDV var. KDV Kanunu gereği, Petrol Ofisi, bayilerden tahsil ettiği KDV’den gümrüklerde ödediği KDV’yi düşerek aradaki KDV farkını devlete ödemekle yükümlü. Böylece Petrol Ofisi, toplamda gümrük artı merkez ofisinde olmak üzere bayilerden tahsil ettiği kadar KDV’yi devlete ödemiş olur.
Şimdi bunu bir örnekle açıklayalım. Petrol Ofisi, yurtdışından 100 TL fatura değerinde bir ürün ithal etmiş olsun. Petrol Ofisi, bunun üzerinden yüzde 18 oranında (18 TL) KDV’yi ithal sırasında devlete öder. Bu akaryakıtı bayisine –varsayalım yüzde 10 kâr koyarak-110 TL’ye sattığında, faturasına satış bedeli olarak 110 TL yazar, KDV olarak da 19.80 TL’yi ilave eder ve bayisinden 129.80 TL tahsil eder. Tahsil ettiği KDV görüleceği gibi 19.80 TL’dir. Oysa Petrol Ofisi’nin akaryakıtı ithal ederken gümrükte ödediği KDV miktarı 18 TL idi. Arada 1.80 TL’lik bir fark var. Petrol Ofisi aradaki farkı devlete ödemekle yükümlüdür. Böylece toplamda Petrol Ofisi devlete 19.80 TL KDV öder. Yani bunun anlamı bayiden tahsil ettiği KDV’nin tümünü devlete ödediğidir.
6- O zaman savcılık makamı Petrol Ofisi’ni neyle suçluyor?
Savcının bu bağlamdaki temel suçlaması, Petrol Ofisi’nin akaryakıt ürünlerinin ticaretini yapan PoInt (Petrol Ofisi International Trading) adlı şirketinden akaryakıtı düşük fiyatla alıp, gümrükte düşük KDV ödenmesine yol açtığı ve bu suretle “çıkar amaçlı suç örgütü”nün mensuplarına haksız kazanç olarak aktarıldığıdır.
Öncelikle belirtelim ki, böyle bir iddia yukarıda açıkladığımız KDV sisteminin işleyişi içinde tümüyle dayanaksızdır. Türkiye’de mevzuata göre, devletin kasasına giren KDV nihai tüketiciden tahsil edilen vergidir. Dolayısıyla gümrükte hatalı bir işlem nedeniyle eksik KDV ödenmiş olsa bile bu durum devlete ödenecek nihai verginin eksik ödenmesi sonucunu doğurmaz. Dolayısıyla, Petrol Ofisi’nin gümrükte ödediği KDV’nin eksik
ya da fazla ödenmiş olması nihai vergi miktarını değiştirmeyeceği için bir vergi kaybından da söz edilemez. Zaten Gümrükler Genel Müdürlüğü’nün 2006 tarihli 3175 sayılı genelgesi bu durumu teyit etmektedir. Özetlemek gerekirse, gümrükte KDV’nin eksik ödenmesi suretiyle şirketin ya da yöneticilerinin bir kazanç elde edebilmeleri ne hukuken ne de fiilen mümkündür. Ayrıca, bir noktayı daha hatırlatmakta yarar var. Halka açık bir şirket olan Petrol Ofisi, 2001-2007 döneminde birçok kamu denetim otoritesi tarafından tüm ithalat işlemleri de dahil olmak üzere defalarca denetlenmiş ve bu denetlemelerde söz konusu işlemlere yönelik herhangi bir olumsuz tespit ya da eleştiri yapılmamış, herhangi bir ceza kesilmemiştir.
7- İddianamede bu “organize suç örgütü”nün temin ettiği ileri sürülen parasal menfaatin miktarı nedir?
Savcı, bu “suç örgütü”nün 2001-2007 yılları arasında -iddianamenin bir yerinde (sayfa 64)- 6 milyon 328 bin dolar “eksik KDV matrahı beyan edildiğini” ileri sürüyor. Bir sonraki sayfada (65) ise bu işlemler sonucunda 6 milyon 328 bin dolar tutarında “vergi kaybına” neden olunduğunu iddia ediyor. Bu çelişkili beyanlarla savcının ciddi bir hataya düştüğünü görüyoruz. Çünkü, vergi matrahı ile vergi kaybı farklı değerlerdir. Matrah, üzerinden vergi hesaplanacak olan toplam değerdir. Örneğin KDV söz konusu ise matrah tutarının yüzde 18’i vergi olarak hesaplanır. Vergi kaybı ise verginin kısmen ya da tamamen ödenmemesi halidir. Savcı, Amerikan Doları cinsinden aynı miktarın önce “eksik beyan edilen matrah” olduğunu öne sürüyor, daha sonra ise bu miktarın “vergi kaybı olduğunu” iddia ediyor. Eğer bu tutar matrah ise bu durumda 6 milyon 328 bin doların KDV’si (yüzde 18 üzerinden) 1 milyon 139 bin dolar olurdu. Bu durumda da 47 kişinin örgüt kurup 7 yıl süren organize suç faaliyetinden elde edildiği iddia edilen menfaat toplam 1 milyon 139 bin dolara geliyor. Muhtemelen savcı, bu miktarı çete suçlaması için yetersiz bulmuş olmalı ki, iddianamenin farklı bir yerinde
6 milyon dolarlık tutarı matrah değil, “vergi kaybı” olarak takdim ediyor. Tabii, Petrol Ofisi’nin 2001-2007 yılları arasında toplam 6.3 milyar dolar tutarında akaryakıt ithal ettiğini, bunun karşılığında devlete 1 milyar 134 milyon dolar tutarında KDV ödendiğini unutmayalım. Bu konudaki tartışmaları yürütürken meselenin parasal hacmi açısından işin bu boyutunu da göz önünde bulundurmakta yarar var. İddia edilen 6.3 milyon dolarlık matrah tutarı toplam ithalat miktarının yaklaşık binde 1’ine tekabül ediyor.
8- İddianamenin en çok tartışılan yönlerinden biri Petrol Ofisi’nin yurtdışında POINT adında bir şirket kurup, akaryakıt alımlarını bu şirket üzerinden yapmış olması. Bu amaçla Bahama Adaları’na kayıtlı iki dolar sermayeli LYSA adlı bir şirket satın alındığı, bunun adının daha sonra POINT (Petrol Ofisi International Trading) olarak değiştirildiği söyleniyor. Bu suçlamalar için ne denebilir?
Meselenin bu yönünü anlayabilmek için akaryakıt şirketlerinin ve uluslararası petrol piyasasının yapısını ve işleyişini kısaca anlatmak gerekiyor. Dünyadaki bütün akaryakıt şirketleri, petrol alım-satımlarını Londra, Singapur gibi belli başlı birkaç merkezde kurdukları ofisler, şirketler kanalıyla yürütüyorlar. Türkiye’deki büyük akaryakıt şirketlerinin de yurtdışındaki bu merkezlerde temsilcilikleri, kurdukları şirketler bulunuyor. Avrupa’daki en önemli petrol borsası ve ticareti merkezi Londra’dır. Petrol Ofisi de daha uygun fiyatlarla uluslararası piyasalardan ithalat yapabilmek için Londra merkezli faaliyete geçmeye karar vermiş ve bu amaçla da Londra’da POUK (Petrol Ofisi UK) ve Bahama Adaları’nda POINT (eski adı LYSA) adlı şirketleri kurmuştur. POINT’in merkezi olarak Bahama Adaları tercih edilmiştir, çünkü şirketin merkezi Londra olsaydı, POINT’in alım-satımdan elde ettiği kazançtan tahakkuk edecek verginin İngiltere’ye ödenmesi gerekecekti. Oysa POINT’in elde ettiği kâr Petrol Ofisi’nin bilançosuyla birleştirildiği (konsolide edildiği) için bu kazancın vergisi Bahama Adaları’nda vergi olmadığından Türkiye’de ödenmiştir. Görüleceği gibi, Bahama Adaları’nda şirket kurulması Türkiye’den vergi kaçırmak için değil, tam tersine İngiltere yerine Türkiye’de vergi ödemek amacına yöneliktir.
9- Aydın Doğan’a “suç işlemek amacıyla örgüt kurma” iddiasının yöneltilmesi ne ölçüde gerçekle bağdaşıyor?
İddianamenin en vahim suçlamalarından biriyle bu noktada karşılaşıyoruz. Savcı, bu “suç örgütü”nün iki kurucusunun olduğunu ileri sürüyor. Bunlar, o tarihte Doğan Holding Yönetim Kurulu Başkanı olan Aydın Doğan ile aynı tarihte
İş Bankası Genel Müdürü olan Ersin Özince. Öncelikle, ülkenin en büyük holdinglerinden birinin sahibi ile ülkenin en köklü ve en büyük bankasının o tarihteki en üst düzey yöneticisinin bir araya gelip vergi kaçırmak amacıyla “çıkar amaçlı suç örgütü” kurmak için anlaşmaları, akıl ve mantıkla izah edilebilecek bir husus değildir, abesle iştigaldir. Vergi kaçırmak için örgüt kurmakla suçlanan Aydın Doğan, 1990’lı ve 2000’li yıllarda Türkiye’nin önde gelen gelir vergisi rekortmenleri arasında yer almaktadır. Savcı, Aydın Doğan’ın kurduğu suç örgütünün 2001-2007 döneminde faaliyet gösterdiğini ileri sürüyor.
Şimdi Maliye Bakanlığı’nın açıkladığı bu dönemdeki Türkiye gelir vergisi rekortmenleri sıralamasında Aydın Doğan’ın yerine bir göz atalım...
2001: Türkiye birincisi, 2002: Türkiye ikincisi, 2003: Türkiye ikincisi,
2004: Türkiye ikincisi, 2005: Türkiye birincisi, 2006: Türkiye ikincisi, 2007: Türkiye birincisi… Sonuçta, bu dönemde tam üç kez Türkiye’nin vergi rekortmeni olan ve devletten tebrik plaketi alan saygın bir işadamını vergi kaçırmak amacıyla örgüt kurmakla suçlamak hiçbir vicdan ölçüsüyle bağdaşmaz. Bu meseleyi kamuoyunun takdirine bırakmak en doğrusudur. Doğan Holding tarafından geçen çarşamba günü yapılan açıklamada bu konuda şöyle denilmiştir: “Aydın Doğan hakkında ortaya atılan bu iddia çok çirkin, çok yakışıksız ve çok ayıp bir iddiadır. Bu iddiaya verilecek cevap yoktur. Bu çirkin ve yakışıksız iddiayı ortaya atanlar ancak Allah’a havale edilirler.” Önemli bir ayrıntıya daha dikkat çekelim: Ne Aydın Doğan ne de Ersin Özince, Petrol Ofisi’nin yönetiminde görev almıştır. Her ikisi de Petrol Ofisi’nin yönetim kuruluna girmemiştir. Yönetim kurulu üyesi olmayan bu isimlerin kurul üyesiymiş gibi kabul edilip sorumluluk atfedilerek suçlanması iddianamenin hukuken en zayıf halkalarından birini oluşturuyor.
Ayrıca, iddianamede Petrol Ofisi yönetim kurulu üyesi olan herkes organize “suç örgütü” üyeliğiyle suçlanmıştır. Bunun yerleşik bir suçlama kalıbı haline gelmesi, Türkiye’de fevkalade tehlikeli bir yönelişe işaret edecektir. Çünkü, ne yazık ki bu şekilde şirketlerin yönetim kurullarının bir bütün olarak potansiyel suç örgütleri olarak görülmelerinin önü açılmış oluyor.
10- OMV şirketinin bu “suç örgütü”ndeki rolü nedir?
Bu suçlamalara şirketin kendisinin yanıt vermesi en doğrusudur. Avusturya’nın bir devlet kuruluşu olan OMV, Avrupa’nın enerji alanındaki en büyük şirketlerinden biridir. Petrol Ofisi’nin yüzde 51 hissesi, 2000 yılında Doğan Holding ile İş Bankası arasında yüzde 50-50 hisse payıyla satın alınmıştı. İş Bankası, daha sonra 2005 yılında bu ortaklıktaki hisselerini Doğan Holding’e satarak sektörden çıkmıştı. Doğan Holding, bu hisselerin bir bölümünü ertesi yıl OMV’ye satmıştı. Bunun sonucu OMV, Petrol Ofisi’nin yönetimine girmiş ve yönetim kurulunda Doğan Holding ile eşit sayıda üye ile temsil edilmeye başlanmıştı. Savcı, o tarihte Petrol Ofisi Yönetim Kurulu’na giren OMV’nin 5 yabancı temsilcisini de otomatik olarak bu “suç örgütü”nün üyesi olarak kabul ediyor. İddianamede sanık olarak sıralanan OMV temsilcilerinden dördü Avusturya, biri İngiltere vatandaşı. Bu açıdan bakıldığında İş Bankası temsilcilerinin Petrol Ofisi’nden çıkmalarının ardından yönetime OMV temsilcilerinin girmesiyle birlikte -savcının gözünde- örgüt üyeliklerinde de bir anlamda “devir teslim” işlemi gerçekleştirilmiş oluyor.