AK Partili eski bakan ve parti sözcüsü Hüseyin Çelik, iktidarı ve yaptığı yanlışlıkları eleştirdiği, "Yozlaşmadan Dünyayla Uzlaşmak" başlıklı haftalık değerlendirme yazısında, Türkiye'nin dünyadan ve bölgesinden koptuğunu belirterek, "Sizi bilmem ama ben şahsen, nazar değmeden önceki Türkiye‘yi özlüyorum" dedi.
Hüseyin Çelik'in, www.huseyincelik.net isimli kendi kişisel sitesindeki yazısı şöyle:
"Bugün küreselleşmenin baş döndürücü bir hızla ilerlediği bir dünyada yaşıyoruz. İletişim ve ulaşım araçlarının inanılmaz bir şekilde geliştiği bir dünyada, tabir yerindeyse dünya artık tek bir ülke haline gelmiştir. Küreselleşmenin çok olumlu tarafları olmakla beraber, çok acımasız ve zalim tarafları da vardır. Ancak, bu saatten sonra küreselleşmeye taraftar olmanın veya ona karşı olmanın pratikte bir anlamı yoktur. BM Eski Genel Sekreteri Kofi Annan, Küreselleşmeyi yer çekimi kuvvetine benzetiyordu. Siz yer çekimini yok saysanız bile, onun etki alanı dışına çıkamazsınız.
Eksi 30 derece soğuk bir ortamda, kişinin avazının çıktığı kadar soğuktan nefret ettiğini haykırması, bunaltan sıcak bir havada insanların sıcak için “kahrolsun” sloganları atmaları akılcı bir tutum değildir. Böyle bir davranış soğuğu veya sıcağı yok etmez. Akıllı insanlar, bunun yerine havanın sıcaklığına veya soğukluğuna göre giyinir, yaşadığı ve çalıştığı mekanlarda ona göre tedbir alır.
Günümüzde, başta ekonomi, hukuk ve siyaset olmak üzere neredeyse her şey küresel bir boyut kazanmıştır.
Sadece iyi bir mobil telefonu olan şahıs, Singapur’da oturup Amerika’daki şirketini idare edebilir. Bugün saniyelik süreler içinde trilyonlarca dolar, kıtalar arasında online sistemlerle transfer ediliyor veya el değiştiriyor. Amerika‘da yaşayan bir şahıs, bir sokak ötedeki pizzacıya sipariş vermek için telefon ettiği zaman Hindistan‘daki çağrı merkezi siparişini alır ve kişinin siparişi 15 dakika sonra elinde olur. New York borsası öksürdüğü zaman bizim borsaların grip olmasının sebebi de ekonominin bu küresel vasfından başka bir şey değildir.
Türkiye, Merhum Özal‘la birlikte gerçek anlamda küreselleşmenin farkına vardı. İçine kapanıp, incir-üzümle yerli malı haftası kutlayıp kendini avutan bir ülkeden, her yönü ile dünyayla entegre olmaya çalışan bir ülke olmak, doğru bir tercihti.
Ancak, küreselleşmenin bir parçası olmaya çalışırken kendimiz olmaktan çıkmamamız lazım. Yani yozlaşmadan medeni dünyayla uzlaşmak zorundayız. Mevlana Hazretleri der ki, “Pergel niye daima düzgün halkalar çizer? Çünkü bir ayağı hep sabittir.” Bir ayağı sabit tutarsanız açıyı ne kadar açarsanız o kadar geniş daireler çizersiniz. Bizim bir ayağımız, bizi biz yapan, bizi başkalarından farklı kılan, bize has özelliklerin ve güzelliklerin üstünde sabit olmalı. Diğer yandan antenlerimizi tüm dünyayı kapsama alanına alacak şekilde ayarlamamız lazım. Ak Parti iktidara gelirken, tam da bunu yaptı.
AK Parti iktidarında, Türkiye, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi geçici üyeliğine, 190 ülkeden 150’sinin oyunu alarak seçilen bir ülke oldu. Avrupa Konseyi Parlamenterler Asamblesi Başkanlığı’na, İslam İşbirliği Teşkilatı Genel Sekreterliği‘ne birer Türk seçtirmek çok kolay değildi. Aktif, etkin ve dengeli dış politikamızdan dolayı komşularımızla bahar havası yaşarken, birçok uluslararası meselede ara bulucu konumunda bir ülkeydik.
ABD ile stratejik ortak olan, Avrupa ile tam üyelik müzakerelerine başlayan, Türk ve İslam dünyasında çok ciddi bir sempati halkası oluşturan, Afrika‘yı adeta yeni keşfeden, Pasifik‘e ve Karayip‘lere ciddi anlamda uzanan, Latin Amerika‘da ciddi saygınlık kazanan, dünyanın neresinde bir mazlum varsa el uzatmaya çalışan Türkiye, aynı zamanda birçok ülkeye de rol-modeldi.
Galiba bize nazar değdi. Şimdi, Amerika bize İşid‘den dolayı katlanıyormuş gibi bir görüntü verirken, Avrupa Birliği‘nin bizimle ilgili en önemli gündemi Mülteciler meselesi oldu. O da işin sıkıntısı hafiften de olsa onlara dokunduğu için. Türk ve İslam dünyasındaki parıltımızı da büyük çapta kaybettik.
Bu noktaya gelişimizde elbette dünyadaki çok farklı gelişmelerin büyük payı var. Tek başına bunun sorumluluğunu Türkiye‘ye yıkmak, büyük bir haksızlık olur. Ne var ki, dışımızdaki dünyada aleyhte olup bitenlere rağmen, kendimize, “biz nerede hata yaptık” sorusunu mutlaka sormalıyız. Elbette dünyada bizi fazlasıyla kızdıracak, insanı çileden çıkaracak birçok şey oldu, hâlâ da oluyor. Fakat “akılla kızmak“, “aklı serinletmek” diye bir şey var. Özellikle dış politika, duyguların, özellikle duygusallığın hiç uğramaması gereken bir alandır. Duygusuz olmakla, duyguları rehber edinmek şüphesiz ki çok farklı şeylerdir.
Bizim Batı’yla ilişkilerimiz çok iyi olduğu zaman, Türk ve İslam dünyasındaki etkinliğimiz de büyük çapta artıyor. Öte yandan Türk ve İslam dünyası ile çok iyi ilişkiler geliştiren bir Türkiye, Batı alemine her zaman daha cazip gelir.
Bireysel kimliklerimiz, birçok aidiyetin bir araya gelmesinden oluştuğu gibi, milli kimliklerimiz de bir çok aidiyetin bir araya gelmesinden meydana gelir. Türk dünyasına mensup olmamız, İslam aleminin bir parçası olmamıza mani değil. Bu iki dünyaya mensup olmamız, Batı aleminin bir parçası olmamıza alternatif elbette değildir.
Bütün aidiyetlerimizi gözeten dengeli bir dış politika ile ancak yozlaşmadan dışımızdaki dünyayla uzlaşabiliriz. O zaman sadece etkilenen değil aynı zamanda etkileyen bir ülke olur, yeryüzündeki etkileşimde saygın bir konumumuz olur.
En güzelini atalarımız söylemiş: “Ağaçtan kopan yaprağın akibetini rüzgar tayin eder.” Sadece ekonomimizle değil, demokrasimiz, hukuk sistemimiz, din, vicdan, düşünce ve ifade özgürlüğümüz ve tüm medeni değerlerimizle medeni dünyadan geride kalırsak elbette akibetimizi, 3. dünyanın oldum olası muzdarip olduğu ve onları felaketten felakete sürükleyen çok farklı rüzgarlar tayin eder.
Başkalarına ayar vermeye çalışırken kendi ayarımızın bozulmamasına dikkat etmeliyiz.
Sizi bilmem ama ben şahsen, nazar değmeden önceki Türkiye‘yi özlüyorum."