Yeni Şafak'ta yazı yazmaya başlamasından dolayı destek veren herkese teşekkür eden Taşkın Koç, Kanal 24 Ankara temsilciliği görevini sürdürmeye devam edecek.
İşte Taşkın Koç'un Yeni Şafak'taki ilk yazısı...
Merhaba...
'İlk yazı her zaman en zorudur' diyorlar. Doğrudur. Muhtemel ki son yazı da zordur.
Şimdilik 'ilk'in ne kadar zor olduğunu tecrübe etmek görevimiz.
Yeni Şafak'ın kendi geçmişimdeki önemini; 90'lı yıllarda neredeyse okuduğum tek gazete olduğunu; yöneticileri, çalışanları, yazarları arasında ne kadar çok ağabeyim, kardeşim, yöneticim, saygı sevgi duyduğum insanlar bulunduğunu mu yazsam diyordum ilkin...
Sonra memleket meseleleri, Ankara'nın atmosferi, bölgesel soruların her biri üzerine ayrı ayrı yazılar tasarladım.
İlk yazı zormuş gerçekten...
Ben bunlarla boğuşup işte o ilk yazı günü olan pazartesi geldiğinde kafamda az çok bir şeyler hazırdı.
Gece sosyal medyaya erken düşen haberlerde 'Beytüşşebap'da 2 şehit' deniliyordu ama sonra sabah 10 şehit haberiyle uyandım herkes gibi.
Bir haftadır endişe ve heyecanla hazırlanmaya çalıştığım yazı taslakları uçtu gitti birden.
Terörün kara, karanlık, uğursuz karaltısı oturdu yüreğime.
Tartıştığımız, önemli bulduğumuz ne çok şey küçüldü, görünmez oldu artık.
Hafta başına denk getirilmiş ve belli ki ses getirmesi, şehit sayısını artırması pahasına bir yeni intihar saldırısı düzenlenmişti.
Terör örgütünün yöneticileri, bir halkla ilişkiler uzmanı gibi zamanını, dozunu, yerini simgesel değerler yükleyerek, bunları ayarlayarak yapıyordu artık yapacağını.
Sosyal medya başta olmak üzere teröre ilişkin görüşler sökün etti sonra.
Daha fazla önlem; daha fazla asker; daha fazla cevap; daha yeni uygulama önerileri yağmaya başladı...
Hükümeti suçlayandan olağanüstü hâl isteyene; geniş bir yelpazedeki Kürt siyasal hareketinin tüm renkteki mensuplarının kökünün kazınmasından Suriye'ye girelim diyene kadar onca ses yükseliyordu.
Elinde silah, bomba, her türlü haince pusuyu kurmaya hazır bir terör örgütüne karşı o silahları durdurmak, susturmak; o planları bozmak dünyanın her yerinde, her ülkede her devlet için birinci görevdir ve bunun tartışılması bile abesle iştigal.
Bu yüzden çıkan sesler, öneriler, isyanlar anlaşılır olmakla birlikte saatler ilerledikçe bunun tek çare olmadığını; bunu tek çare gibi dayatanın bizzat yine o terör eylemleri ve bunu planlayanlar olduğu daha anlaşılır oluyor.
Bizzat dağda bayırda 30 yıla yakındır bu mücadeleyi sürdüren astsubayından Genelkurmay Başkanı'na kadar silahlı kuvvetler mensuplarının bile 'terörle mücadelede silah araçlardan sadece birisidir' dediği ortadayken bütün çözümleri silah üzerinden tartışmak bizi sadece bir kafese tıkıyor.
Silahların sesinden başka şeyin duyulmadığı... şehit verilen, ölümlerin yaşandığı bir ortamda tabiî ki 'silah (üstelik sadece zorunlu haller için) çözüm araçlarından yalnızca birisidir' demek de zor, denilse bile bu sesi duyurmak da...
Her terör saldırısında 'Oslo Süreci'ne, 'Habur Günü'ne' hücum edenlerin sesi gür çıkıyor tabiî ki...
Oysa, Oslo'da da Habur'da da bir daha şehit cenazesi gelmesin diyeydi bütün o çabalar.
'Ben demiştim', 'Ben yazmıştım', 'Ben haklı çıktım'cıların bön ve şom cümlelerinin kimseye bir yararı yok.
Dünyanın en çok uluslararası desteğine sahip; bölgesel ve küresel sorunların kesişme noktasında ve bunlardan yararlanan bir terör örgütüyle yapılan mücadele bu topraklarda yaşayan herkesin sorunu.
Bu mücadelenin akıttığı her kan hepimizin sorunu.
Dün babalarımızındı; bugün bizim ve durduramazsak yarın çocuklarımızın, torunlarımızın sorunu olmaya devam edecek.
O yüzden terör örgütünün ve onu kullananların istediği tek boyutlu bir mücadeleye değil, mücadelenin de müzakerenin de topyekûn bütün yol ve kanallarına hakim olmak zorundayız.
...
3 Eylül 2012 günüydü...
Balıkçılar 'vira Bismillâh' deyip ağları saldılar mavi, serin sulara bugün.
Ben ilk yazımı yazdım 'Bismillâh' diyerek Yeni Şafak için.
Bütün Türkiye anlamında 'Ankara' da 'Bismillâh' diyerek devam edecek birlikte yaşadığımız yeni, mutlu bir ülke için.
Başkası çaresi yok.
Sadece Ankara'nın değil; bizim de başka çaremiz yok...