MUSTAFA MUTLU
Sen ki bir partinin, bu ülkenin anayasasına karşı “suç” işlemesini önemsemedin...
Hatta “Canım anayasa ne derse desin, bu parti kapatılmamalı” diye kampanya başlattın...
Anayasa’dan kaynaklanan yetkisini kullanan Yargıtay Cumhuriyet Başsavcısı’nı, o parti hakkında dava açtı diye boy hedefi haline getirdin...
O davayı kabul eden Anayasa Mahkemesi’nin yapısını tartışmaya açtın...
Sırf işlerini yaptıkları için o mahkemenin üyelerini karalamaya kalkıştın...
Kısacası; o partiye sadakatte kusur, saygıda hata etmedin...
Ama...
Sırf bir “düşüncesine” katılmadın diye, dün o partinin başkanı tarafından fena halde azarlandın...
Ve biliyorum ki bugün canın çok yanıyor, kendini ihanete uğramış gibi hissediyorsun...
Sana bir şey diyeyim mi liboş kardeşim:
Beter ol!
***
Seni çok iyi anlıyorum liboş kardeşim:
Sen ki o partinin bu ülkenin tüm kurumlarına savaş ilan etmesine aldırmadın...
Tüm kurallarını değiştirmeye kalkışmasını destekledin...
Yandaş olmayan gazetecilere ağzına geleni söyledin...
Bunun için tarikatçılarla bile aynı hamama girmeyi göze aldın...
O iktidarın mensuplarını korumak için göğsünü siper ettin...
Televizyon televizyon dolaşıp, alkışladın...
Sayfalar dolusu köşe yazısı yazarak övgüler düzdün.
Kısacası, geçmişte söylediklerini yaladın, onurunu ortaya koydun...
Ama...
Sırf bir “düşüncesine” katılmadın diye, dün o partinin başkanı tarafından yerin dibine sokuldun...
Ve biliyorum ki bugün isyan ediyorsun...
Sana bir şey diyeyim mi liboş kardeşim:
Bu daha başlangıç!
***
Seni çok iyi anlıyorum liboş kardeşim:
Sen ki bir partinin, “demokrasinin olmazsa olmazı” güçler ayrılığı ilkesini umursamamasını görmezden geldin...
Yüksek yargı organlarının “Yargı üzerinde büyük baskı var” diye avaz avaz bağırmasını bile duymadın....
Hukukun üstünlüğünü, bir kez olsun anımsamadın...
Tarikatların üzerine giden cumhuriyet savcısına “Ergenekoncu” damgası basılınca sevinç çığlıkları attın...
Onlarca insanın, neyle suçlandıklarını bilmeden yıllardır cezaevinde tutulmasını içine sindirdin...
Kısacası, bunları yaparken milyonlarca kişinin nefretine hedef olmayı göze aldın...
Ama...
Sırf biraz ayrı düştün diye, dün o partinin başkanı tarafından şamar oğlanı gibi tokatlandın...
Ve biliyorum ki bugün moralin bozuk...
Sana bir şey diyeyim mi liboş kardeşim:
Sana az bile!
***
GÜNÜN SORUSU
Saatler, 28 Mart 2010 Pazar günü saat 03.00’ten itibaren bir saat “ileri” alınacakmış...
“Gericiler” acaba bu uygulamaya da günün birinde karşı çıkacak mı?
***
Yağcı çizerler... Mutlaka Caddebostan’a gidin!
Önceki akşam, 26. Aydın Doğan Uluslararası Karikatür Yarışması Sergisi’nin Caddebostan Kültür Merkezi’ndeki açılış törenindeydim. Yarışmaya katılan binlerce eserin önemli bir bölümünü görme olanağı buldum.
Dünyanın dört bir yanından gönderilen karikatürlerin tamamı farklı konuları işliyor.
Tek ortak özellikleri ise... Muhalif olmaları!
İşin ilginci, en “muhalif” karikatürlerin, baskıcı rejimlerle yönetilen ülkelerden çıkmış olması...
Bana göre bu yarışmaya ve sergiye damgasını vuran ülke, İran...
İran’ın o zor koşullarında işlerini yapan onurlu karikatüristler öyle eserler ortaya koymuşlar ki, bu “cesaret” karşısında insanın şapka çıkarası geliyor!
Umarım; üç kuruşluk çıkar uğruna karikatürün ruhuna ihanet eden “yandaş çizerler”in yolu da Caddebostan’a düşer de; karikatürün ne demek olduğunu belki anımsarlar!
***
Söz karikatürden açılmışken iki “Bülent”ten söz etmemek ayıp olur.
Birincisi Bülent Çelik... Benim köşe ortağım!
Her gün ilk işim onun karikatürüne bakmak...
Bazen benim uzun bir yazıyla anlatamadıklarımın, onun ufacık köşesinde iki çizgiyle anlatıldığını görünce şaşkınlıktan donup kalıyorum.
“İkinci Bülent” ise, bizim Bülent Çelik’in yaptığı işi onlarca yıl Hürriyet’te yapan Bülent Düzgit... Ne yazık ki benim karikatür sergisini gezdiğim saatlerde onu kaybettik...
Huzur içinde uyusun!