Sana canlı yayın yapıyorum" dedi dostum. Ankara'da siyasî kulislere mekân teşkil etmesiyle ünlü balık lokantasındaymış... "Çok keyifli bir manzara" diye özetledi gördüklerini... Bir masada "Türkiye'nin en büyük medya patronu" kurmaylarıyla oturuyormuş; diğer bir masada ise "Türkiye'nin ikinci büyük medya patronu" ile kurmayları varmış... "Sor soracağını" dedi dostum...
Ne soracağım? Aydın Doğan'ın o gün Başbakan Tayyip Erdoğan'la görüşeceğini biliyordum. "Yalnız Aydın Bey'le görüşmeyelim, Turgay Bey de gelsin" diye düşünülmüş olmalı... Ankara'nın siyasî kulislere mekân teşkil etmesiyle tanınan balık lokantası, salı akşamı, bu sebeple medya ağırlıklıydı.
Bir zamanlar Aksiyon dergisine Ankara lokantalarının siyaset ilişkisini yazmıştım; 'Taha Kıvanç'ın Not Defteri' kitabımda o yazı da vardır. Kimi kapandı, kimi gözden düştü eski lokantaların; Aydın ve Turgay beyler ile kurmaylarını ağırlayan lokanta son yılların gözdesi.
Geçen hükümetin son demlerinde, biri hükümette yer alan (ANAP), diğeriyse 28 Şubat mağduru (DYP) iki partinin genel başkan yardımcılarının o lokantadaki birlikteliğinin erken seçim kararı almadaki rolünü daha önce yazmıştım: İki genel başkan yardımcısı, 'şaka gibi' bir pazarlık sürdürüyorlarmış: ANAPlı, "MHP de çok oluyor, onları atalım hükümete siz girin" derken, DYPli, "Tansu Hanım hiç itiraz etmez" diyormuş. Yanlarındaki masada da, sonradan Silopi'de bir Amerikan güvenlik şirketi adına arazi kiralayan bir general arkadaşlarıyla oturuyormuş; o sırada Genelkurmay'da önemli bir konumu bulunan general de katılmış 'şaka gibi' konuşmaya...
Buluşma ertesi gün bir gazeteye manşet olunca, MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli, bunu partisine komplo hazırlığı olarak alıp derhal karşı-tedbir düşünmüş... "3 Kasım 2002'de erken seçim" formülü o 'şaka gibi' konuşmanın sonucu...
Aydın Bey ile Turgay Bey ya da kurmaylarından birileri birbirleriyle selâmlaşıp konuştu mu? "Canlı yayın yapayım mı?" diye soran dostuma "Lüzum yok" dediğim için sorunun cevabını bilmiyorum. Ama bildiğim bir şey var: Başbakanlık'taki görüşmeler iki grup açısından da olumlu geçmemiş olmalı...
Âdettendir: Devlet büyüklerinden biriyle görüşmeye giden gazete sahip ve yöneticileri, o gün ve ertesi gün, sert eleştiriden kaçınırlar... Bunda şaşılacak bir şey yok, hepimiz insanız sonuçta ve ilişkilerde asgari nezaket kuralı da evine/makamına gittiğimiz insana küfür etmemeyi gerektirir. İki grubun ana gazetelerinde salı günü bu nezaket kuralına uyulmuştu; ancak ertesi gün iki gazetede de Başbakan Erdoğan'ı olağanüstü rahatsız ettiğini sandığım haberler ve yorumlar gırla gidiyordu...
Görüşmelerin olumlu geçmediğini düşünmem bundan... Medya artık âdâb-ı muaşeret kurallarına riayet etmiyorsa, onu bilemem tabii...
Dostlarımın "Sebebi sensin" demeden söze başlamadıkları komplo teorilerine artık tahammül edemiyorum. Son günlerde bu türden sözleri daha sık duymaya başladım; hepsi de medyayla ilgili... Biri, "Çoğu yorumcu, hatta ara sıra sen de, bugünkü karmaşa ortamında gözünü askerlere dikiyor ve yanılıyor" diye başladı teorisini aktarmaya... Dediği şu: "Aslında oyun kurucu medya..."
Evet, gazete okuyan herkes gibi ben de, büyük medya patronlarının petrol işi de olduğunu ve bunlardan birinin Enerji Yüksek Kurulu tarafından 'kaçak petrol istasyonlarına akaryakıt sağladığı için' 500 trilyon TL gibi bayağı yüklü bir cezaya çarptırıldığını biliyorum. Kanal-7, birkaç gündür, "Kimler akaryakıt kaçakçılığı yapıyor?" diye haber reklâmı sürdürüyor; o habere kaynak teşkil eden kaçakçılıkta kimler var bilmiyorum; ihtimal vermesem de varsayalım ki, o kaçakçılık haberi de aynı şirketlerle ilgili olsun... Bir patron kendi canı yandı diye, bütün ülkenin canını yakacak tarzda davranır, elinin altındaki gazeteleri "Bu hükümet gitsin de, nasıl giderse gitsin" diye kullanır mı? Patron çıkarı için gazetelerini kullanmaya kalksa bile gazeteleri hazırlayan gazeteciler kendilerini kullandırır mı?
IIIh, hiç sanmıyorum... Benim bildiğim Aydın Doğan evi yansa gazetelerini kullanmaz, Ertuğrul Özkök, Sedat Ergin ve İsmet Berkan gibi gazeteciler de başında oldukları gazeteleri patronlarının çıkarına âlet etmez...
Medya açısından aklıma yatmadığı gibi, Tayyip Bey'in bilinen tavrına da uymuyor gelişmeler... Partisini seçmenin gözünde küçük düşürmek için yalan-dolana başvurduklarına inansa, bırakın Başbakanlık'a dâvet edip görüşmeyi, benim bildiğim Tayyip Bey selâmı bile esirger o tiplerden... Görünene bakılırsa, hiç değilse benim baktığım noktadan, öyle bir itibar kaybı hemen hiç fark edilmiyor. Bu işte bir yanılan var, ama kim?