|
|
|
|
DOLAR |
34,2877 |
|
|
|
EURO |
37,1055 |
|
|
|
IMKB |
8.946,000 |
|
|
|
ALTIN |
3.062,230 |
|
|
|
|
Şehir Seçimi
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
PARİS'TE YAŞAYAN BİR TÜRK YAZAR GÖZÜYLE
|
|
|
|
|
|
Doğada her şey ölümlü olduğuna göre, insan da ölümlü olduğuna göre, sanat yapıtları da ölümlüdür. |
|
|
|
|
|
|
|
|
Bilge Demirkazan - Kitapları 12 dile çevrilen Türkiye’de ve yurtdışında özellikle Fransa’da yakından tanınan, eserleri ilgi gören bir yazarsınız. Ancak burada bazı çevreler Batı’da takdir görmenizin nedenini ‘kendi milletini ve devletini yerin dibine batırmak’ olarak açıklıyor. Siz ne dersiniz? Haksızlığa uğradığınızı yanlış anlaşıldığınızı düşünmüyor musunuz?
Nedim Gürsel - Bu milletini ve devletini yere batırma deyimini biraz abartılı buluyorum. Tanımı gereği aydın bence ve bir çoklarınca muhalif bir konumda yer alır. Aydın, yapısal bir kuruma bağlı olmamalı, bir örgütün ya da bir kurumun temsilcisi ya da sözcüsü durumunda olmamalıdır. Dolayısıyla ben bir aydın olarak bir yazar olarak hatta bir yurttaş olarak kendimde ülkemi eleştirme hakkı görüyorum. Bu hakkı da ülkemi sevdiğim için görüyorum ülkemin daha iyiye daha güzele gitmesini istediğim için bir eleştirel konumda olabileceğimi zannediyorum.
Tabii kitaplarımın yurtdışında ilgi görmesiyle bu iddianın arasında da doğrudan bir ilişki olmadığını düşünüyorum. Şöyle bir şey belki akla gelebilir; ilk kitabım ‘Uzun Sürmüş Bir Yaz’ 12 Mart muhtırasından sonra benim kuşağımın yaşadığı bir baskı dönemini anlatır. O baskı döneminin ozamanki genç insanlarda yol açtığı yaraları, sarsıntıları anlatır. Elbette baskıya karşıyım elbette totariter rejimlere karşıyım.Ve Türkiye de bu rejimler iktidara geldiğinde yani askeri rejimler söz konusu olduğunda onları eleştirmek benim boynumun borcuydu.
- Siz Türk edebiyatının neresinde duruyorsunuz?
Benim kendimi tanımlamam biraz güç; bu daha çok eleştirmenlerin işi. Ama şunu söyleyebilirim; ben kendimi Paris’te yaşayan bir türk yazarı olarak tanımlıyorum. Uzun yıllardan beri Paris’te yaşamama karşın, akademik işim gereği Fransızcayı kullanmama karşın, doğrudan bazı inceleme ve deneme kitaplarını Fransızca yazmama karşın anadilime, Türkçeye bağlı kaldığımı söyleyebilirim. Bu bağlılık kurmaca alanında yazdığım kitaplarda öne çıkıyor; yani öykü, roman ve gezi yazılarında… Ama ‘gözden ırak olan, gönülden de ırak olur’ diye bir söz var dilimizde. Ben de bir parça gözden ırak olduğum için türk edebiyatının tam merkezinde değil kıyısında duruyor olabilirim.
İki ülke arasında belki de köprü rolü oynadığım düşünülebilir. İki dil, iki kent, iki kültür arasında gidip gelen bir yazarım. Buna iki kadın arasında demek geliyor içimden ama… bunu tamamen şaka olarak söylüyorum.
- Hazır AB den bahsederken sizden Fransa’da ki edebiyat çevresinin Türkiye’nin AB ye üyeliğine nasıl baktığını öğrenelim?
Fransa’da yazılı ve görsel medyada sert tartışmalar oldu. Yazarların büyük bir çoğunluğu Türkiye’ye sempatiyle bakıyor, Türkiye’nin Avrupa üyeliğinin gerçekleşmesini istiyor diyebilirim. Buna karşılık Fransa’daki siyasetçilerin büyük çoğunluğu, iktidardaki parti başta olmak üzere Türkiye’nin tam olarak Avrupa Birliği’ne girmesine karşı çıktılar. Ama bu tartışmanın bir yararı oldu. Türkiye gündeme geldi ve Türkiye’nin nasıl bir ülke olduğu, dolayısıyla Türk insanının nasıl yaşadığı, Türkiye’nin sorunlarının neler olduğu tartışıldı. Otuz yıldır Fransa’da yaşamama karşın aslında Fransızların Türkiye’yi yeterince tanımadığını anladım. Onlara Türkiye’yi bütün gerçekliğiyle ama olumsuz yönlerini de gizlemeden tanıtmak, galiba biraz benim konumumdaki insanlara, yani Avrupa’da yaşayan aydınlarımıza, vatandaşlarımıza düşüyor. Bu konuda ben Avrupa Birliği’ne Türkiye’nin tam üyeliğinden yanayım ve bunun gerçekleşmesinin mümkün olabileceğini düşünüyorum. Eğer bu gerçekleşirse Türkiye Tanzimat’la başlayan Cumhuriyet Dönemi’nde süren batılılaşma hedefine ulaşmış olacak demektir. Atatürk’ün deyimiyle muasır medeniyet seviyesi, yani çağdaş uygarlık düzeyi. Kendi ülkemin geleceği için, kendi insanlarımın refahı için Türkiye’nin Avrupa Birliğine girmesini istiyorum. Türkiye’nin Avrupa ile entegrasyonunu demokrasinin bir garantisi olarak görüyorum.
Avrupa Birliği’nin bugün bütün üye ülkelere yalnızca Türkiye’ye değil; aday ve üye ülkelere empoze ettiği değerlerin aslında evrensel değerler olduğunu düşünüyorum. Bu Avrupa’nın yalnızca Türkiye’ye uyguladığı bir şey değil. Çifte standart bazı durumlarda olabilir. Biz biraz fazla alıngan davranıyoruz. Fakat genel olarak Avrupa Birliği’nin savunduğu ve üzerinde yükseldiği değerler bizim de demokratik ve laik bir ülke olarak benimsememiz gereken değerler.
- Kitaplarınızda öne çıkan birkaç tema var; cinsellik, kadınlar, anne baba özlemi bazen de bir yere, şehire duyulan özlem... Neden bunlar bu kadar ön planda?
Benim kitaplarımda genel olarak birkaç temadan söz edilebilir. Örneğin yolculuk. Ama erotik aşk, cinsellik, özlem benim kitaplarımın genel temaları arasında sayılabilir. Bir de belki İstanbul kenti... İstanbul ‘Boğazkesen’ isimli kitabımda olsun, öykülerim de olsun öne çıkan bir izlek. Ama genel olarak ben roman ve öykülerimde kentlerin o karmaşasını şiirsel atmosferini yansıtmaya çalışırım Şimdi bu bağlamda neden özlem, kadınlara duyulan arzu, ve yolculuk ön planda? Bu benim kendi yaşam çizgimle ilgili. Eğer ben yirmili yaşlarda Paris’e gitmeseydim daha doğrusu gitmek zorunda kalmasaydım, hayatım başka bir çizgide gelişirdi diye düşünüyorum. Oysa benim Paris’e gidişim daha sonrasında da yaptığım yolculuklar aslında yapıtımı besleyen yolculuklar, beni bir parça aidiyet duygusundan uzaklaştırdı diyebilirim. Sanki dünyaya savruldum. Ama köklerim burada, daha çok Türkiye’nin, Türkçenin içinde. Çünkü bir ülke sadece bir toprak parçası değil benim için, bir dil alanı.
- Sizinle biraz kadınları çekiştirmek isterim. Kadınların hayatınızdaki önemi nedir? Kitaplarınızı okuyunca çok kadın tanımışsınız gibi bir kanıya kapılıyor insan...
Her yazar kendini kitabına yansıtır ama bu doğrudan gerçekleşen bir şey değil. Dolayısıyla benim kitaplarımda öykü ve romanlarımda cinsel aşkın önemli bir tema olduğunu söyledik bu doğru. Bu bağlamda kitaplarımda bir kadın imgesinden söz edilebilir. Ama bu benim hayatıma kitaplarımdaki kadar çok kadının girdiği anlamına gelmez.
Yazar Nedim Gürsel olarak şunu söyleyebilirim ki benim yoğun bir duygusal hayatım oldu. Ama gerçek anlamda ilişki diyebileceğim çok az ilişkim oldu. Yani hayatıma bazı kadınlar hızla girip hızla çıktılar, bazıları şu ya da bu nedenle tutunamadılar ama bende iz bırakanlar sayısı oldukça azdır.
- Kadınlara düşkün erkeklerin aynı zamanda derinlerde bir yerde kadın düşmanlığı taşıdığını söylemiştiniz.
Yapıtlarıma dönersek bir anne imgesiyle karşılaşırız yani kadın, illa sevgili olmayabilir. Kadın hem anneyi, anneye bağlılığı hem de ötekini yani fahişeyi anlatır. Bu ikilemden yola çıkarsak anneye düşkün olan erkekler bazen Freud’a göre eşcinsel de olabiliyor. Ben heteroseksüelim. En azından bu yaşa kadar öyle yaşadım. Bu yaştan sonra ne olur belli olmaz, hayat bu! ( gülüşmeler)
Babasız büyüdüğüm için anneye olan bağlılık sonradan uzakta yaşamak bende bir şefkat eksikliğine neden oldu. Bu eksikliği doldurmak için böyle çok eşli bir yaşamım oldu. En azından evlenene kadar. Bunu bir kadın düşkünlüğü gibi açıklamanız doğru olmaz. Bunu bir şefkat eksikliği, ya da sevilme beğenilme arzusu gibi açıklamanız daha doğru olur diye düşünüyorum. Çok eşli erkekler, bir “çift” yaşamını bir hayat boyunca sürdüremeyen erkekler ya da kolayca bir kadından ötekine savrulan erkekler belki de kadınları çok sevmeyen erkeklerdir diyorum. Bunun en uç örneği Don Juan. Don Juan hem bir baş yapıt hem bir mit, bir efsane. Ama Don Juan’ın kişiliğinde aslolan Fransızca deyimiyle söylersem “conquete”dir. Yani kadını ele geçirmedir. Nasıl bir kaleyi fethediyorsunuz, Donjuanizm bir kadını fethetmek ve fetih gerçekleştikten sonra artık onun hiçbir anlamının kalmamış olmasıdır. Bende bir parça donjuanizm var ise bu demek değil ki ben sadece bir fatih gibi kadınlara yaklaşıyorum. Tam tersine ben onların refakatini seviyorum. Onlara tat vermeyi ve onlardan tat almayı seviyorum. Bunun temelinde de onlardan vazgeçemeyişim yatıyor. Bunda hem çekilme hem de bir anlamda onları itme eğilimi olabilir. İşte o itme eğilimi mizojini.( kadın düşmalığı) çünkü önemli olan denge kurmak. Çok dengeli bir aşk hayatım olsaydı bütün hayatı bir çok insan gibi tek kadınla geçirirdim. Ama hayatım bitmedi bundan sonra belki tek kadınla devam eder.
- Çetin Altan ‘iyi bir yazar olup olmadığınız ancak ölümünüzden çok sonra eserlerinizden bahsedildiğinde ortaya çıkar’ diyor. Siz de aynı görüşte misiniz? Sizce iyi bir yapıt nereden belli olur?
Zaman aslında edebiyat söz konusu olduğunda eleyici bir faktördür. Fakat yaşarken de değeri bilinmiş ve anlaşılmış yazarlar vardır. Öldükten sonra değerleri anlaşılmış yazarlar da epey çoktur. Bunun kesin bir kuralı olduğunu düşünmüyorum. Yalnız şu önemli: bir kere unutulmuş bir yazar şu ya da bu gerekçeyle ondan çok daha sonraki bir başka dönemde keşfedilebilir. Çünkü o çağın beğenisi, o çağın sorunsalı o yazarın yapıtlarındaki bir takım o bağlama uyan ögeleri keşfeder. Aklıma Kafka geliyor. Biliyorsunuz Kafka öldükten sonra keşfedilmiş bir yazar. Hatta ölmeden önce arkadaşı Max Brod’a yapıtlarının yakılmasını vasiyet ediyor. Bugün biz Kafya’yı biliyorsak, Kafka’nın dünyasını keşfedebiliyorsak, bunu biraz da Max Brod’a borçluyuz.
Bugün Stendhal Fransız edebiyatının önemli romancılarından biri; hayattayken çok fazla önemsenmemiş bir yazardır. Başka bir örnek; Van Gogh, yaşamı boyunca tek bir tablo bile satamadı, çok büyük bir sanatçıydı. Ölümünden sonra tabloları satış rekorları kırdı.
Bence önemli olan yazarın, sanatçının hayattayken değerinin anlaşılmasıdır. Bazen zaman kendi çağında ünlenmiş yazarları da ortadan silebilir. Yani Çetin Altan’ın söylediğinin tersi de bence geçerlidir. Öyle yazarlar var ki yaşadıkları çağda önemsenmişler, sonra başka bir çağ gelmiş unutulmuşlar, gömülmüşler, üzerlerine ölü toprağı serpilmiş ve hala öyle uyumaktalar. Ama bakarsınız zaman geçer, aradan 2-3 yüzyıl geçer üzerleri ölü toprağa serpilmiş kimi yazarlar canlanır. Edebiyatın sanatı, önemi de bence buradan geliyor yani bir anlamda ölümsüzlük peşinde olduğu için sanatçı, kendi kısa hayatını aşabilir yapıtlarıyla.
- Peki sizi yazmaya iten şey nedir? İz bırakmak gibi bir derdiniz var mı?
İz bırakmak güzel bir deyim. Ben bu konu üzerine düşündüm otobiyografimi yazarken. Aslında beni bir nevrozun ve babayı taklit etmenin, babamın birden bire hayatımdan çıkıp gitmesinin bende yol açtığı sarsıntıya bir cevap gibi yazmaya başladığımı keşfettim. 50 yaşından sonra bunu keşfettim. Ama bir iz bırakmak da söz konusu yani yaratıcı etkinlik aslında insanın ölümsüzlük hevesinin bir parçası ama bu arzu…< b> gerçekten böyle bir şeyin olabileceğine inanmıyorum. Doğada her şey ölümlü olduğuna göre, insan da ölümlü olduğuna göre, sanat yapıtları da ölümlüdür. Ölümsüz bir sanat yapıtı vardır diyemeyiz. Bu görüşte, ölümsüz sanat yapıtlarından söz ediyoruz ama antik çağdan bu yana 2 bin yıl geçmiş. 2 bin yıl nedir ki yüzbinlerce yıllık zaman dilimi içinde.
- Peki siz yazmasaydınız, iz bırakmak gibi bir arzu ne şekilde hayata geçerdi? Yani yazar olmasaydınız ne yapardınız hiç düşündünüz mü?
Hiç düşünmedim. Otobiyoğrafi kitabım olan “Sağ Salim Kavuşşsak”da anlattım; ben çok küçük yaştan beri yazar olma hayali kurmaya başladım. İlk şiirlerimi ilkokul üçüncü sınıfta yazdım. Hatta roman yazmak istiyordum. Bunlar bir iki sayfayı geçmeyen benim roman diye nitelendirdiğim aslında okuduğum kitapların taklidinden öteye geçmeyen metinlerdi. Sevilmek, baba tarafından takdir edilmek için yazdığımı bugün anlıyorum. Ama insan sadece iz bırakmak için yazmayabilir. Beğenilmek hoşa gitmek için de yazabilir. Rahatlamak için yazabilir ya da söyleyecek bir sözü vardır. Bu çok önemli; dünya üzerine, hayat üzerine, doğa üzerine söyleyecek sözü olan bir insan da yazabilir. Fakat yazmak bir üslup gerektirir, yazarlık ondan sonra başlar. Yani söyleyecek sözü olan herkes, yazan herkes “yazar” olamayabilir. Yazar başka yazan başka!
- 20 yaşında zorunlu olarak hakkınızda açılan bir dava nedeniyle gittiğiniz Fransa’dan bir daha dönemediniz. Buraya ziyaretlerde bulunsanız da hiçbir zaman buralı olamadınız. Çalışmalarınızla ilgili seyahatler de eklenince sürekli yollarda olan bir adam canlanıyor akılda... yorulmadınız mı? Bir limana demir atmak ve daha az hareket etmek arzunuz yok mu? Yoksa bir yazarı besleyen şey yollarda olmak mı? Yollar bitmeyecek mi?
Aslında bir yere demir atmak isterim. Bu bir yorgunluk belirtisi değil. Biraz daha disiplinli bir şekilde çalışıp daha fazla şey üretme isteği. Ama beni yolculuklar besledi. Yolculukların şöyle bir avantajı var; ne kadar çok ülke görürseniz, ne kadar çok kültürle haşır neşir olmaya çalışırsanız, ne kadar çok insan tanırsanız, ne kadar çok manzarayla karşılaşırsanız, o kadar zenginleşirsiniz. Dünyanız ufkunuz genişler. Ama bütün bu zenginlik sizin çok önemli şeyler yazmanız için bir koşul bir garanti değildir. Yolculuklarım beni besledi.Yolculuklar, öykülerimin gezi yazılarımın romanlarımın temel izleklerinden birini oluşturdu. Ama eskisi kadar çok seyahat etmiyorum desem yalan söylemiş olacağım. Demek ki demir atma zamanı henüz gelmemiş.
- Abiniz ve siz iki farklı alanda isim yapmış kişilersiniz. Siz Paris’te, o İstanbul da yaşıyor. Siz edebiyatla yani daha duygusal bir işle ilgilenirken Seyfettin Bey, tırnak içinde söylüyorum ciddi konularla meşgul. Bize onunla ilgili neler söyleyebilirsiniz?
Seyfettin Gürsel gerçekten başarılı bir akademisyendir. Aramızda 18 ay var; iki yıl bile değil. 1949 Ağustos doğumludur. Ben 1951 Nisan doğumluyum. Hem beraber büyüdük , hem de iki sınıf arayla aynı okulda okuduk. O, 1968 yıllında Galatasaray’ı bitirip Fransa’ya gitti. Ben de 1970’de bitirdim ve zorunlu olarak Fransa’ya gittim. Fransa’da da hep beraberdik.
Son yıllarda birbirimizden sanki uzaklaştık. Bunun nedenlerini ben kendimce otobiyografimde abimden söz ettiğim bölümlerde anlamaya ve anlatmaya çalıştım. Ama İstanbul’daki bu evde altlı üstlü oturuyoruz. Dolayısıyla birbirimize yine çocukluğumuzdaki kadar yakın sayılırız.
Ama sizin de belirttiğiniz gibi ikimiz de meşgul insanlarız. Bu meşguliyet eskisi kadar sık birbirimizi görmemize, birbirimizle bir dialog kurmamıza engel oluyor. Ben zaten İstanbul’a çok sık gidip gelsem de Paris’te yaşıyorum. yine birbirimize eskisi kadar bağlıyız ama içinde bulunduğumuz profesyonel konum gereği, artı coğrafya gereği çok sık görüşüp bir arada olamıyoruz.
|
|
|
|
|
|
|
Toplam yorum |
0 |
|
Onay bekleyen |
0 |
|
|
|
Yorumunuz editörlerimiz
tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır. |
|
|
|
|
Bu haber henüz yorumlanmamış...
|
|
|
|
Bu kategorideki diğer haberler |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
ÇOK OKUNANLAR |
|
|
-
|
|
|
|
Galatasaray derbiden zaferle ayrıldı… Beşiktaş’ı sahasında ağırlayan sarı kırmızılılar dev maçı ... |
|
|
|
|
|
Oyuncular Sendikası, 5. Olağan Genel Kurulunu gerçekleştirdi. Zuhal Olcay, sendikanın yeni genel başkanı oldu. |
|
|
|
|
|
ABD Başkanı Joe Biden, Temmuz ayında yarıştan çekildiği 5 Kasım başkanlık seçimleri için memleketi Delaware'de erken oy kullandı. |
|
-
|
|
|
|
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da Samsun’da başlattığı bağımsızlık mücadelesi, 29 ... |
|
|
|
|
|
1,5 günlük resmî tatil başladı; içeride borsa, dolar ve altında ‘sınırlı’ hareketler gözlemlendi. ... |
|
|
|
|
|
Bu yıl emeklilik dilekçesi verenlerle önümüzdeki yıl emeklilik dilekçesi verecek olanların maaşlarında ... |
|
|
|
|
|
Başkent Üniversitesi Uluslararası Finans ve Bankacılık Bölüm Başkanı Prof. Dr. Şenol Babuşcu, doğalgaza ... |
|
-
|
|
|
|
Hizbullah'ın yeni lideri Naim Kasım oldu. Hizbullah'ın yeni lideri belli oldu! Hizbullah Genel ... |
|
|
|
|
|
Sarıyer'de, Beşiktaş atletizm takımında mücadele eden milli sporcu Selene Durna(32) 6'ncı kattaki ... |
|
|
|
|
|
CHP MYK'nın önceki gün İstanbul'da Genel Başkan Özgür Özel'in başkanlığında gerçekleştirdiği MYK ... |
|
|
|
|
|
Kayıt dışı mücadele için getirilen "7 bin lira üzeri alışverişlerde kart veya banka kullanma zorunluluğu" ... |
|
-
|
|
|
|
CNBC-e'den üst düzey atama haberi geldi. Deneyimli isim, kanalın Ankara Temsilcisi olarak atandı. |
|
|
|
|
|
|
|
|
YAZARLAR |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
ÇOK YORUMLANANLAR |
|
|
-
|
|
|
|
Galatasaray derbiden zaferle ayrıldı… Beşiktaş’ı sahasında ağırlayan sarı kırmızılılar dev maçı ... |
|
|
|
|
|
Başkent Üniversitesi Uluslararası Finans ve Bankacılık Bölüm Başkanı Prof. Dr. Şenol Babuşcu, doğalgaza ... |
|
|
|
|
|
ABD Başkanı Joe Biden, Temmuz ayında yarıştan çekildiği 5 Kasım başkanlık seçimleri için memleketi Delaware'de erken oy kullandı. |
|
-
|
|
|
|
Kayıt dışı mücadele için getirilen "7 bin lira üzeri alışverişlerde kart veya banka kullanma zorunluluğu" ... |
|
|
|
|
|
Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün 19 Mayıs 1919’da Samsun’da başlattığı bağımsızlık mücadelesi, 29 ... |
|
|
|
|
|
1,5 günlük resmî tatil başladı; içeride borsa, dolar ve altında ‘sınırlı’ hareketler gözlemlendi. ... |
|
|
|
|
|
Bu yıl emeklilik dilekçesi verenlerle önümüzdeki yıl emeklilik dilekçesi verecek olanların maaşlarında ... |
|
-
|
|
|
|
Oyuncular Sendikası, 5. Olağan Genel Kurulunu gerçekleştirdi. Zuhal Olcay, sendikanın yeni genel başkanı oldu. |
|
|
|
|
|
CNBC-e'den üst düzey atama haberi geldi. Deneyimli isim, kanalın Ankara Temsilcisi olarak atandı. |
|
|
|
|
|
Sarıyer'de, Beşiktaş atletizm takımında mücadele eden milli sporcu Selene Durna(32) 6'ncı kattaki ... |
|
|
|
|
|
Hizbullah'ın yeni lideri Naim Kasım oldu. Hizbullah'ın yeni lideri belli oldu! Hizbullah Genel ... |
|
-
|
|
|
|
CHP MYK'nın önceki gün İstanbul'da Genel Başkan Özgür Özel'in başkanlığında gerçekleştirdiği MYK ... |
|
|
|
|
|
|
|
|
ANKET |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
Medya
Spot'ta yayınlanan her türlü yazı ve haber kaynak belirtilmeden
kullanılamaz. Sayfalarımızda kaynak belirtilerek yayınlanan
haberler ilgili kaynağa aittir ve bu haberlerin kopyalanması
durumunda, tüm sorumluluk kopyalayan kişi / kuruma ait olacaktır.
Başka kaynak veya gazeteden alıntı yazarlar ve site yazarlarına ait
yazılardan dolayı Medya Spot sorumlu tutulamaz. |
|
|
|
|