|
SABAH GAZETESİ PATRONU HINCAL KENDİSİNE MEDYA'DA EN FAZLA KÜFÜR EDEN ADAMI İŞE ALMIŞ
|
 |
 |
 |
|
|
Hıncal:" "Bu çocukta iş var getirin" dedim. "Abi sana sövüyor" dediler. Ben de "İyi ya onun için getirin" dedim ve öyle oldu..Helal Olsun Sana Hıncal Patron |
|
|
 |
|
|
|
|
 |
Gazeteci - yazar Hıncal Uluç; Futbol Federasyonu, Galatasaray, Türk Millî Futbol Takımı ve spor yazarlığı konusundaki görüşlerini açıklarken, ''Bugün bir doktor, bir iş adamı, bir sanatçı nasıl kendi işi dışında spor yazıyorsa, sadece hobi olarak, ben de öyle yazdım." dedi. Futbol Extra Dergisi'nden Hasan Sarıçiçek'in sorularını cevaplandıran usta yazar, derginin Ekim sayısında yayınlanan röportajında şöyle diyor, "Galatasaray, bu yönetimle hiçbir yere gidemez. Çünkü kulübü tek başına Özhan Canaydın yönetiyor. O da dünyanın en yeteneksiz yöneticisi. Çok samimi, çok iyi. İnsan olarak çok vasıfları var. Ama yönetici olarak sıfır da değil, sıfır altı bir yerde." .
HINCAL ULUÇ'A, HASAN SARIÇİÇEK'İN SORULARI VE CEVAPLARI ŞÖYLE:
Türkiye'nin en çok okunan, fikirleri ve tavırları en çok tartışılan yazarıyla Ortaköy'deki Ertekin'in yerinde, Türk sporu, spor yazarlığı ve medyayı konuşuyoruz. Ertekin'in yeri öyle görkemli bir yer değil. Sokağın girişinde, köşe başında birkaç masalık bir alan topu topu. Ama mütevazı görünüşünün aksine iddialı bir duruşu var. Çünkü müşterileri seçkin insanlar. Üstelik hepsi de randevulu geliyor Ertekin'e. Kimi yemek yemeye. Kimi sohbet etmeye. Kimileri de iş konuşmaya. Bu yerde seçkin bir konuk. Gazetecilikte duayen olmuş biri! Kim mi? Dilerseniz takdimini kendisine bırakalım: "Ben Hıncal Uluç! Ben gazeteciyim. Spor da yazarım, ekonomi de, siyaset, polis, adliye haberleri de. Tiyatrodan da anlarım, sinemadan da, müzikten de. Modadan da anlarım, spordan da. Çünkü bir gazeteci olarak her şeyi bilmek zorundayım." .
İşte bu iddialı ve sağlam duruşuyla farklı bir kalem, farklı bir yorumcu o. Ama?.. Bazen mesleğe de karşı duranlardan biri... Projektörleri içimize çevirip, otokritik denilen eleştirileri en çok yapanlardan. Çünkü o farklı bir ailede yetişmiş. Hep farklılıkları aramış. Hep yeniliklerin peşinde olmuş. Hep yanlış gördüğüne itiraz etmiş. ...Ve daima hakkın peşinde, haklının yanında olmuş. Doğuştan gazeteci o. Ağabeyi Öcal Uluç gibi. Kuzeni ve ustası M. Ali Kışlalı gibi. Merhum Ahmet Taner Kışlalı gibi. Dayısı Necati Bilgiç gibi. Kuzeni Gürcan Bilgiç gibi. "Hangi takımın taraftarı?" diye sormaya gerek yok, o sıkı bir G.Saraylı. Ama doğuştan değil. Önce F.Bahçeli olup, sonra G.Saray'a dönenlerden. "Olmaz öyle şey" demeyin. Bal gibi olmuş. "Nasıl mı olmuş?" Anlatalım. Dayı Necati Bilgiç öyle fanatik bir F.Bahçeli ki, onun yanında F.Bahçe'yi eleştirmek diye bir kavram da yok, düşünce de. İşte, yeğen Hıncal Uluç ve Öcal Uluç, iki kardeş, dayılarına kızıp F.Bahçe'yi ebediyen bırakmış. Sonra da G.Saraylı olmuşlar. Uzatmayalım. O, Mekteb-i Mülkiye mezunu!.. Ama gazeteciliği, hariciyeci olmaya tercih etmiş. Bu meslekle tanışması da 1956'ya dayanıyor. Yeni Gün'de başlayan serüvende, M.Ali Kışlalı'nın rahle-i tedrisinden geçmiş olmak, diplomaların en kıymetlisi onun için. Tam 50 yıl kalemiyle dimdik ayakta kalabilmek kolay şey değil. Hem de her geçen yıl meslekte daha etkin, daha saygın bir yer edinmiş olarak. 50 yıllık tecrübeye aklımıza gelen her şeyi soruyoruz, o da aynı içtenlikle cevaplıyor. İşte sorular ve cevaplar.
- Hıncal Uluç neden diğer yazarlardan farklı? - Demek ki diğer yazarların hepsi birbirine benziyor, Hıncal bunlardan ayrılıyor ve farklı. - Peki bu fark nedir? - Başarılı olmak için farklı olacaksın. Dikkat çekmek için fark oluşturmak gerekir. Fakat şu önemli. Bana yönelik eleştirilerde benim farklı oluşumu şöyle yorumluyorlar. Hıncal bakıyor millet ne diyorsa tersini söylüyor, farklı olmak için. Yanılgı da burada doğuyor. Ben hayatım boyunca inanmadığım hiç bir şeyi söylemedim. Yani, "Herkes 'beyaz' diyor ben farklı olayım diye 'siyah' diyeyim" demedim. Hiç bir sözümde, hiç bir yazımda, hiç bir cümlemde hatta kelimemde "Ben genelle ters düşeyim de farklı olayım" diye düşünmedim. Böyle olursa komik olursun, gülünç olursun, inanılmaz olursun. Beni okuyan insanlar bana inanıyor. Doğru söylediğime inanıyor. Ben 50 senedir yazıyorum. İnsanları 2 sene aldatırsın, 50 sene nasıl aldatabilirsin? - Mesele ne? - Mesele şu: Ben söylenmesi gerekeni cesaretle söylüyorum. Onlarda aynı cesaret olmadığı için ben farklı oluyorum. Ben konuşurken "Aman F.Bahçeliler bana söver, aman G.Saraylılar yolumu çevirir, aman Beşiktaşlılar beni linç eder... Ya da Mustafa Denizli buna gücenir, Fatih hoca buna kızar... Bunlar benim arkadaşlarım diye düşünceme, yazıma ölçüler koymuyorum. Ne düşünüyorsam aynen söylerim. Çekinmem. Diğerleri benim gibi değil. Onlar yuvarlıyorlar, onun için birbirlerine benziyorlar. - Bab-ı Ali'de sizin tarzınızda olan var mı, ya da sizin tarzınıza yakın kaç yazar var? - Var tabii. Mesela Öcal Uluç. O da düşündüğü her şeyi cesaretle yazar. Çünkü onunla ben aynı okuldan yetiştik. Bize Mehmet Ali Ağabey böyle öğretti, düşündüğünü çekinmeden söyleyeceksin. Asacaklarsa da asarlar. Bizim gazeteciliğe başladığımızda koşullar da öyleydi zaten. Hakikaten düşündüğünü söylediğin zaman asılabilirdin. O kadar ağır antidemokratik bir dönemdi o dönem. Gene de o dönemde her şeyi seslendiriyorduk. Yazmak isteyen gazetecinin mutlaka bir söyleme yolu vardır, hiçbir güç onu engelleyemez. Ama günümüzde bir yandan popülizm, bir yandan siyasal iktidar baskıları, bir yandan reklam bölümlerinin baskıları, bir yandan hatırlar, gönüller bir araya gelince işte böyle ortada kırpılmış yazılar oluyor. Sen kırpılmamış yazdığın zaman farklı oluyorsun, bu kadar basit. - Ahmet Çakar'ın "Eskiden siyasi yazarlar vurulurdu, şimdi spor yazarları vuruluyor, sindirilmeye çalışılıyor!" iddiasına katılıyor musunuz? - Yani mafya hangi işe girdiyse orada vuruyor. Siyasal yazarların vurulmasının muhatabı mafya değil. Siyasal yazarların vurulması, Osmanlı devrinde ve Cumhuriyet'in ilk yıllarında tamamen siyasal ya da dini düşüncelerle doğan vurulmalardı. Bunlarda mafya yok. Ama beni mafya vurdurdu. Mafya nereye girdiyse orada etkin oluyor. Spora girdiyse, orada da etkin oluyor. - Şu ana kadar meslek hayatınızda yazarlığı veya spor yazarlığını bırakmayı hiç düşündünüz mü? - Ben hiçbir zaman spor yazarı olmadım ki... Spor yazarı demek, hayatını spor yazarlığından kazanan adam demektir. Benim spor yazarlığımdan kazanmam 1960'ta bitti. - Niye bitti? - Daha başka işler yapmak durumunda kaldığım için. Gazete ve dergilerde 1960'tan itibaren yazdığım spor yazıları tamamen hobi yazılarıdır. Yani bugün bir doktor, bir işadamı, bir sanatçı nasıl kendi işi dışında spor yazıyorsa, sadece hobi olarak, ben de öyle yazdım. Ama ben, aynı zamanda gazeteci olduğum için, o farkı bir türlü belirgin olarak ortaya koyamadım. - Yani spor yazarlığı sizin için bir hobi mi? - Evet. Spor yazarlığı benim hobim. Özellikle futbol yazılarımda G.Saray'ı izlememin sebebi budur. Ben G.Saraylı'yım. G.Saray maçlarına giderim. G.Saray'ın antrenmanlarına giderim. G.Saray'ın bütün iç yüzünü biliyorum. O yüzden de G.Saray'ı yazıyorum. - Şöyle özetleyebilir miyiz? G.Saraylı olduğunuz için değil de G.Saray'ı iyi incelediğiniz için G.Saray'ı yazıyorsunuz, öyle mi? - Evet. G.Saraylı olduğum için değil, G.Saray'ı iyi incelediğim için. - Ama F.Bahçe'yi de yazıyorsunuz, bunu nasıl anlatırsınız? - Orada bir fark var. F.Bahçe'yi aynı derecede izlemediğim için, F.Bahçe'yi aynı ölçüde yazamıyorum. F.Bahçe'yi gördüklerimle, duyduklarımla yazıyorum. Ama G.Saray'ı bildiklerimle yazıyorum. - Bu da bir anlamda spor yazarlığı değil mi? - Öyle de, profesyonel spor yazarlığı değil. Ama profesyonel spor yazarı olursan, hayatını spor yazarlığından kazanırsan, G.Saray'la da, F.Bahçe'yle de, diğer takımlarla da aynı mesafede durman gerekir. - Spor yazarları taraflı mı sizce? - "Ben tarafsızım" diyen bir sporsever düşünemiyorum. Ve diyorum ki "Ben tarafsızım" diyen birisi spor yazarlığı yapıyorsa, sporun içindeyse eğer, kesinlikle yalan söylüyordur. Çünkü sporun içinde olup da taraf tutmamanın imkanı yok. Hayatında, hiç ilgilenmediğin, hiç bilmediğin, diyelim ki ilk defa at yarışlarına gittin, oynamadın da, tribünlere bakıyorsun. Yarış başladığı zaman forması hoşuna gider, atın şekli hoşuna gider, bir atın kazanmasını istersin. Ki bundan da heyecan duyarsın... Yoksa trene bakar gibi bakarsın o yarışa. - Taraftarlığın sporun doğasında var olduğunu mu iddia ediyorsunuz? - Spor bir yarıştır. Bu yarışta bir kazanan olacak, bir kaybeden. Heyecan duyman için bir tarafı tutacaksın. Ve tutuyorsun da. Tuttuğun halde "Ben tarafsızım" diyorsan yalan söylüyorsun. Ben diyorum ki, vatandaş doğruyu bilsin. Sen G.Saraylı'ysan G.Saraylı, sen F.Bahçeli'ysen F.Bahçeli olduğunu söyle. Okuyucu bilsin. - Dediniz ki, "Spor yazarı olsaydım her takıma eşit mesafede dururdum." Peki bu nasıl olacak? - Spor yazarıysan, her kulübe eşit mesafede duracaksın. Ben hayatımın hiçbir döneminde ben bu yazıyı yazarsam G.Saray bundan zarar görür diye yazmayayım demedim. - Kamuoyunda sizinle ilgili şöyle bir kanı var, "Hıncal Uluç her konuda yazıyor, her konuda konuşuyor." Peki, bir yazar her şeyi bilmek zorunda mı? - Gazeteciysen eğer; her şeyi bilmek zorundasın. Çünkü sana ne zaman ne sorulacağı bilinmez. Öyle bir an gelir ki bilemezsin, "Ben onu bilemem"diyemezsin. Anlamıyorsan, anlayana soracaksın. Gazetecinin "Ben o konuyu bilmiyorum" diye bir mazereti yok. Bir polis veya adliye muhabiri bir futbol maçına gidip yazabilir gerekiyorsa... Veya bir futbol muhabiri, Beyoğlu'ndaki cinayeti izleme durumunda kalabilir. Benim gazetecilik anlayışım bu. Gazetecilik bir merak mesleğidir. Merak etmeyen adamdan gazeteci olmaz. Sen merak edeceksin ki, halkın neyi merak ettiğini bileceksin. - Bu arada hemen sorayım, haber nedir? - Haber halkın merak ettiği şey. İnsanlarda merak etme huyu olmasaydı gazetecilik olmazdı. Şimdi sen gazetecisin hiçbir şeye merak etmezsen gazeteci filan olamazsın. Bunu ben çok yaşadım. Şampiyonlar Ligi kur'a çekimleri var, gazeteye telefon ediyorum "Ben Hıncal..." "Buyur abi...", "F.Bahçe'ye kim çıktı?..", "Bir sorayım abi." Ben o spor servisinin sorumlusu olsam o çocuğun işi bitti. Sene 1960'taki Yeni Gün gazetesinde o çocuğun işi bitmişti. F.Bahçe'ye kimin çıktığını merak etmeyen, öğrenmeyen adam gazeteci olamaz. Onu kovarsan, ona iyilik yapmış olursun. Çünkü yapacağı mesleğe gider. Ben gördüğüm her şeyi merak ediyorum. Sinemaya gidiyorum, balinadan su fışkırdığını görüyorum, merak ediyorum ve açıyorum ansiklopediyi, öğreniyorum. "Neden balinadan su fışkırıyor da köpek bağından fışkırmıyor?" diye. Beni, diğerlerinden ayıran en önemli özellik bu. Merak!.. - Size göre, "merak" konusu gazetecinin en önemli özelliği mi? - Bakın bununla ilgili güzel bir anımı anlatayım. Hürriyet gazetesinin genç gazetecilerle ilgili bir konferansına, beni konuşmacı olarak davet etmişlerdi. Kalktık gittik. Kapıdan içeri girdim ve tebeşirle tahtaya iki tane; "M" harfi yazdım; "MM." Ve konuşmaya başladım. Sorular, cevaplar. İki saat filan sürdü, zil çaldı, çıkıyoruz. Kapıdan çıkarken döndüm. "Çocuklar size son bir sözüm var, bu kursu derhal terk edin. Gazetecilik hevesinden vazgeçin. Çünkü sizin içinizde gazeteci olacak tek bir kişi dahi yok" dedim. "Neden?" diye sordular. Dedim ki, "Kapıdan girdim, iki tane 'MM' yazdım. Bana yüz tane soru sordunuz. Ama biriniz "Bu M'leri niye yazdın?" diye sormadınız. "Marilin Monroe müdür? Mekteb-i Mülkiye midir? Nedir?" demediniz. Bu iki 'M' gazeteciyi gazeteci yapan iki ana unsurdur. - Nedir peki bunlar? - "Merak" ve "mantık." Bunlar yoksa siz bittiniz. Bugün gazeteciliği ufaltmışlar da ufaltmışlar! Artık futbol yazarı da değilsin. F.Bahçe yazarısın. G.Saray yazarısın. Bırak, başka konularda fikir beyan etmeyi, bir spor yazarının bütün hayatı F.Bahçe yazarlığından ibaret olunca; Hıncal Uluç F.Bahçe'yi, G.Saray'ı, Beşiktaş'ı, atletizmi, yüzmeyi, basketbolu, tiyatroyu, defileyi, modayı yazdı mı şaşırıyorlar. "Benim dünyam bu kadarcık iken. Bu adamın böyle bir vizyonu var" diye şaşırıyorlar. Evet, ben her şeyi biliyorum! Çünkü gazeteci olarak her şeyi bilmek zorunda olduğuma inanıyorum. - Siyaset ve ekonomi yazarlarının spor yazarlığı yapmasını nasıl karşılıyorsunuz? - Herkes yazabilir. Ben de ekonomi ve siyaset yazabilirim ve yazdım mı çok da iyi yazacağımı biliyorum. Ama bu iki konuyu sevmiyorum. Bir kere yazdım, meşhur 2001 krizinde ve ne dediysem çıktı. - Fatih Altaylı'yı yanınıza almanız nasıl oldu? - Fatih Altaylı, Bab-ı Ali'de bana en çok söven adamdır. O yüzden dikkatimi çekti. Ama kendi düşünceleri içinde tutarlıydı. Benim görüşlerime ters olan görüşlerini çok sert ifadelerle savunmasına rağmen, adamın kendi içinde tutarlı olduğunu yazılarını okurken hissediyordum. "Bu çocukta iş var getirin" dedim. "Abi sana sövüyor" dediler. Ben de "İyi ya onun için getirin" dedim ve öyle oldu.. - Sizce, spor medyası olumlu bir gelişme trendine girdi mi? - Hayır! Daha felâket!. Her gün benim önüme ortalama 10 gazete geliyor. 10 gazetenin ortalama 5 sayfası var. Bu eder, günde 50 sayfa. Haftada 350 sayfa eder. Bunların içinden yedi günde okuduğum toplam spor yazısı beşi geçmez. Yani 350 sayfadan beş yazı ancak okurum okumam, o kadar. - Gazetecinin en önemli vasfı "merak" dediğiniz halde neden okumuyorsunuz, gazetelerin yazdıkları sizin merakınızı hiç çekmiyor mu? - Hayır!.. Spor sayfaları tam bir felaket. Dünyanın hiçbir yerinde, en büyüğü Real Madrid'den en küçük Zimbabwe'ye kadar, hiçbir yerde, günde kimse bir sayfa haber üretemez!.. Her gün her takıma bir sayfa verirsen, o zaman ne olur; o sayfalar yalan ve asparagas haberlerle dolar. Sonra bana söyler misiniz, kimin yazısını okuyacağım? - Peki önceleri de böyle miydi? - Hayır. Ben eskiden Kahraman Bapçum'un, İslam Çupi'nin maç yazılarını Pazartesi günü okumadığım zaman kendimde bir eksiklik hissederdim. Bugün nerede, neyi okuyacağımı, kimin ne yazacağını biliyorum. Hiçbiri beni şaşırtmamıştır şimdiye kadar. Milliyet'i açınca ne okuyacağımı biliyorum. Sabah'ı açınca ne göreceğimi biliyorum. - Yazılarını okuduğunuz spor yazarı hiç yok mu? - Gençlerden Mehmet Demirkol'u okurum. O da zaten benim keşiflerimdendir. Zamanında Tele Pazar'a ben çıkartmıştım onu. Daha Türkiye onu tanımazken Mehmet Tele Pazar'ın değişmez yorumcusuydu. Bana muhaliflerdendir o da. Onu "90 Dakika"ya almamın sebebi de bana muhalif olmasıdır. Bana muhalif adam lâzım. Meselâ bir diğer yazılarını beğenerek okuduğum Kemal Belgin'dir. Çünkü Kemal yazıları keyifli yazıyor. - Yazılarına tahammül edemedikleriniz var mı? - Elbette. Mesela ben hayatta Mümtaz Soysal'ı okumaya tahammül edemedim. En doğru fikirleri ortaya atan adam olmasına rağmen. Çünkü çok kötü yazıyor. Biz yemekleri lezzetine göre seçip yiyoruz, faydasına göre değil. Yazı da öyle. Bir kere kendini okutması ve keyifli olması lâzım. Ben sıfırdan başlarım ve Türkiye'nin en iyi spor servisini bir ayda kurarım. Mevcutlardan bir - iki tane alırım. Bulaşık insanla fazla uğraşmak istemiyorum. Bana, "Hıncal abi bu işi bana öğret!" diye koşarak gelecek insanlar lâzım. - Siz, medyadan çok şikayetçisiniz. Sizin gibi, F.Bahçe Başkanı Aziz Yıldırım da medyaya karşı sert tavır içinde. Aziz Bey'in medyaya karşı olan tavrını nasıl değerlendiriyorsunuz? - Aziz Yıldırım bu konuda yüzde yüz haklı. Böyle medyaya böyle başkan, ohh!.. Benim medyam bu kadar onursuz olursa başkan da seni böyle ezer arkadaş. Bu medya bu hakaretleri yüzde yüz hak ediyor. - Peki bir medya mensubu olarak bu hakaretleri içinize sindirebiliyor musunuz? - Ben bir medya mensubu değilim. Ben kendimi hiç böyle bir mensubiyet içinde görmedim Görsem zaten bırakırım, kalemi kırarım, yazmam!.. Bu medya benim medyam değil. Ben bu medyanın mensubu değilim. Ben Hıncal Uluç'um arkadaş!.. Koskoca Akşam gazetesi. Koskoca Milliyet gazetesi. F.Bahçe'nin başkanı Aziz Yıldırım'ın sözcüsü gibi çalışıyorsa, benim böyle bir mensubiyetim olamaz. İnanın, F.Bahçe Televizyonu bunlardan daha tarafsız. - Sizce Türkiye'de futbol terörünü tetikleyen en önemli unsur nedir? - Medyadır. Spor yöneticilerinin hiçbir kusuru yok. Spor yöneticileri bir güç değil. Ama medya bir güç; hem de dördüncü güç. Yasama, yürütme ve yargıdan sonraki güç. Bu medya güçlü olsa o tip spor yöneticilerini ezer, yok eder, siler. O adamın yöneticiliği devam ediyorsa medyanın yüzünden ediyordur. Türkiye'de hangi iş yanlışsa bunun bir numaralı sorumlusu medyadır. Savaşmayan medyadır. Mücadele etmeyen, dövüşmeyen medyadır. Korkak eyyamcı medyadır. Başımıza ne geliyorsa medyanın yüzünden geliyor. Meselâ; Aziz Yıldırım bu federasyona "aşiret federasyonu" dedi. Futbol Federasyonu buna karşılık bir cezai müeyyide uygulamadı. Federasyonun hiçbir yaptırım uygulamadığını, uygulayamadığını benden başka kim yazdı Türkiye'de? Var mı yazan? İşte Hıncal Uluç'un farkı burada! Aziz Yıldırım, federasyona ve onun kurullarına hakaret ediyor ve federasyon hiçbir eylem yapmıyor. Bunu herkes söyleyebilir. Bunu herkes düşünebilir. Ama F.Bahçe diye söylemiyorlar. Aziz Yıldırım ve F.Bahçe diye soramıyorlar bunu. Şimdi ben tekrar soruyorum "Farklı olan ben miyim, onlar mı?" Ben normali yapıyorum, normali yapmayan onlar. Farklı olan onlar. Aziz Yıldırım, medyaya sövüyor tepki yok, Aziz Yıldırım federasyona sövüyor tepki yok. Biz bir minicik espri yaptık diye Tahkim Kurulu beni mahkemeye verdi. Hâlâ sürüyor davamız. Bakın, kimse ne biliyor ne hatırlıyor bu davayı! Ama Aziz Yıldırım çıkıyor televizyondan milyonlarca kişinin önünde hakaret ediyor da o çok onurlu, yüksek kurulda "tıs" yok şu ana kadar. Çünkü Hıncal Uluç'u mahkemeye vermek kolay. Aziz Yıldırım'ı vermek zor!.. Mahkemeye de gerek yok; önlerindeki kitapta yazıyor "teşkilat görevlerine ve kurumlarına hakaret etmek aşağılamak suçtur" diye... Verirsin disiplin kuruluna, olur biter. Sevk et disiplin kuruluna, üç ay şeref tribününe giremesin. Aziz, "Bunlar aşirettir!" diyor. Beyefendiler kabullenmiş oturuyorlar, çıtları çıkmıyor. - Şoka uğramış gözüküyorsunuz. Oysa göreve gelirlerken bu federasyonu destekliyordunuz, öyle değil mi? - Güvenimi boşa çıkarttılar. Her konuda.. Beşiktaş stadında bıçak çekildi. O akşam açıkladılar. "Üç maç ceza!" diye. F.Bahçe'nin maçında tabanca patladı, üstelik o seyircinin kontrolsüz içeriye alınması emrini veren bir başkanın takımına iki ay sonra bir maç ceza çıkıyor. Bu örnek dahi; Beşiktaş'ın ve Fenerbahçe'nin federasyon düşüncesinde yerlerinin nerede olduğunu gösteriyor. - Peki bunun nedeni ne? - Aziz Yıldırım bir kere köşe başlarını tutmuş. Teşkilatta da tutmuş, medyada da. Onun için bu kadar pervasızca konuşabiliyor. - Medyadaki erozyon ve buna bir çare düşünmesi gereken bir mesleki kuruluş olan TSYD için düşünceleriniz nedir? - Hiçbir işe yaramaz. TSYD hâlâ "Türkiye Spor Yazarları Turnuvası'nı yeniden yaptırır da senede birkaç milyarı kasaya koyar mıyım?" hevesi içinde; kulüpleri yıkama yağlamayla meşgul. Bir kulüp başkanı gazetecilere sövecek, o TSYD ortalığı birbirine katmayacak, grevler, boykotlar ilân etmeyecek! Bildiri üstüne bildiri yayınlamayacak! Böyle bir şey olur mu ya? Ama F.Bahçe'yi, Aziz Yıldırım'ı gücendirirsem TSYD Kupası ve milyarlar hayal olur. Onun için aman. - Ama siz de, eleştirdiğiniz bu kurumun bir üyesi değil misiniz? - Maalesef!.. Uyuyan TSYD üyesiyim. Uyuyan Gazeteciler Cemiyeti üyesiyim. Çünkü ben bunların hiçbirine inanmıyorum. Ne TSYD'ye inanıyorum ne cemiyete inanıyorum. Benim haklarımı savunmayan, benim fikir özgürlüğümü savunmayan bir dernek olamaz. Dernek benim düşüncelerimin doğru ya da yanlış olduğunu yargılamakla görevli değil. Benim düşüncelerimi açıklama özgürlüğümü sağlamakla görevlidir. Genç bir gazeteci olsam, ben 20 yaşlarında Aziz Yıldırım'a kafa tutamam! Çünkü Aziz Yıldırım'ın bir telefonuyla işsiz kalacağımı biliyorum. Ben gücümü kimden alacağım? Dernekten alacağım. Ben arkamda dernek olduğumu bilsem Aziz Yıldırım bana bir şey yapamaz. Hani o dernek? Hani o Gazeteciler Cemiyeti? Hani o sendikalar? Hikâye hepsi!.. - Sürekli eleştiriyorsunuz ama taşın altına elinizi koymuyorsunuz. Bir dönem TSYD Başkanlığı'na Doğan Koloğlu'nu aday gösterdiğiniz halde oy vermeye bile gitmediniz, neden? - Ben hiçbir genel kurula gitmedim ki ona gideyim. Hiçbir seçimde oy vermedim ki. - Genel seçimlerde de mi? - Mecburiyetler olmasa genel seçimlerde de oy kullanmam. - Fatih Terim'in Milli Takımlar Teknik Direktörü olmasını nasıl karşıladınız? - Fatih Terim'in o göreve getirilmesi tamamen doğrudur. Kurduğu ekip ise tamamen popülizm ekibidir. Fatih Terim'de de Mustafa Denizli'de de o cesaret yok. Jupp Derwall, Mustafa Denizli'yi buldu ve ona büyük yetkiler verdi. Denizli, Derwall'le kavga ederek yükseldi. Piontek, Fatih Terim'i buldu ve ona büyük yetkiler verdi. Terim de Pinontek'le kavga ederek yükseldi. Piontek de Derwall de gittiğinde varisleri belliydi. Ama bunlar yanlarına kendileriyle kavga edecek kendilerinin yerlerini alacak adamları almaya cesaret edemedi. Bunlar yanlarına her dediklerine "he" diyecek adamları seçtiler. Ersun Yanal da öyle. "Padişahım senden büyük Allah var!" diyen adamları yanlarına alamadılar! Bu ikinci adamları seçerken; F.Bahçe'ye, Beşiktaş'a, G.Saray'a, Trabzon'a ödünler dağıttılar! "Ben G.Saraylıyım ama bir yanıma Beşiktaşlı'yı, bir yanıma Fenerli'yi aldım, bakın dostlar!" demeye getirdiler. Onun için Fatih'in ekibi de fevkâlade popülist bir ekiptir? - Bu ekibi, Fatih Terim'e federasyonun kurdurtmuş olduğuna mı inanıyorsunuz? - Bu ekibi kimse Fatih'e kurdurtamaz. Bu ekibin yüzde yüz sorumlusu ve mimarı Fatih Terim'dir. Bunları toplayıp Can Çobanoğlu'nu şutlaması Terim'in "Benim başkasına tahammülüm yok", düşüncesinin kafada oluşunun ifadesidir. Yanlış! Can Çobanoğlu eski Milli Takım'la yeni Milli Takım arasındaki ilişkiyi sağlayacak fevkalade başarılı bir adamdır. Fatih Terim'in Çobanoğlu'na dört elle sarılması lâzımdı. Maalesef sarılmadı. Çünkü Can Çobanoğlu popüler bir isim. Ama Türkiye'de Milli Takım'ı bir yerli hoca yönetecekse bu isim ya Fatih'tir ya Mustafa Denizli'dir. Bu başka. Kaldı ki ben, Milli Takım'ın başında yerli hocanın olması gerektiği görüşüne de katılmıyorum. Hocanın yerlisi - yabancısı olmaz, iyisi - kötü olur. Gönlüm isterdi ki Fatih Terim, Derwall'den Piontek'ten ders almış olsun; "Arkadaşlar ben yarın gidersem bakın şu yanımda duran arkadaş Türk Milli Takımı'nın gelecekte hocası olacaktır" diyecek birini ortaya çıkartsın. - Pek iyi!.. Terim'in seçtiği bu ekipte Fatih hocaya 'Hayır hocam bu yanlıştır' diyecek kimse gerçekten yok mu sizce? - Yok. Hepsi "hınk" deyici. Saman altından su yürütebilirler. Gazetelere haber sızdırabilirler ama Terim'e itiraz etmezler. - Siz, 2004 Futbol Federasyonu Genel Kurulu öncesi "Haluk Ulusoy hükümete teslim oldu, bakın hükümetin önerdiği bu sekiz adamı listesine alıyor" diye yazılar yazdınız. Peki bu dediğiniz isimleri bu federasyon listesinde yer aldı, aynı tepkiyi vermediniz, neden? - Aynen doğrudur, çünkü oradaki düşüncem şuydu: Türkiye'nin şu veya bu şekilde Haluk Ulusoy'dan kurtulması gerektiğine inanıyordum. Haluk Ulusoy bir takım bağlantıları, bir takım çalışmaları dolayısıyla orada olmaması gereken birisi. O bir gitsin. Çünkü o yerleşmiş, onu sarsmak zor. Yeni gelen oldu olmadı, onu halletmek kolay olur diye düşünüyorum. Ulusoy'u görevden alan siyasal iktidardır. Aslında bir spor yazarı olarak siyasal iktidarın bu işe müdahalesine karşı çıkmam lâzımdı. Ama burada ben siyasal iktidarın doğru iş yaptığına inanıyorum. Usulde yanlış ama esasta doğru bir işti bu. Çünkü Haluk Ulusoy'dan kurtarıyorlardı Türkiye'yi. Bugün de farklı düşünmüyorum. Levent Bıçakçı'dan kurtulmak çok kolay. Ama Haluk Ulusoy kalmaya devam etseydi bütün güçleriyle yerleşecekti. Bir daha onu sarsmak çok zor olacaktı. Karanlık güçler de var bunların içinde. Haluk Ulusoy'un başkanlığından Türkiye'nin kurtulması lâzım ki yerleşik hale gelmesin. Ondan sonra kim gelirse gelsin, onu halletmesi kolay. Şimdi Levent Bıçakçı diye bir otorite var mı? Yarın "Levent Bıçakçı gitti" dersek kim "aaa" diye şaşırır? Ben, Türkiye'de şu anda federasyon diye bir otorite olduğuna inanmıyorum. Tam bir otoritesizlik dönemi yaşıyoruz. Şu anda federasyon yönetilmiyor ki... Tamamen eyyamcı rüzgâra kapılmış. Sen, Kayserispor'un üzerini çiziyorsun. İki taraftan birini yok sayıp Akçaabat Sebat'ın canına okumaya kalkıyorsun. Aziz Yıldırım'ın, Ersun Yanal'ın karıştığı olaylara tamamen göz yumuyorsun. Onlar yok, vur abalıya Akçaabat Sebatspor'a. Böyle otorite olur mu? Onun için bana kimse federasyonun otoritesi olduğunu söylemesin! - Mevcut federasyonun aferin dediğiniz hiçbir faaliyeti yok mu? - Olumlu işleri var. Meselâ Türk futbolunu Ersun Yanal'dan kurtarmak gibi en başta. Çünkü Yanal kafasını F.Bahçe'ye takmış. Bütün hedefi F.Bahçe olmuş. Milli Takım'ı F.Bahçe üzerinden yönetmeye kalkmış biriydi o. İyi hoca - kötü hoca, diye tartışmıyorum Ersun'u. Onun, F.Bahçe takıntısı yüzünden Milli Takım'dan gitmesi lâzımdı. Sorun Hakan Şükür değil. Ersun Yanal'ın Aziz Yıldırım'a sunduğu tablo şu: İlk defa G.Saraylısı olmayan bir Milli Takım çıkarttım sahneye! Çünkü Hakan Şükür olduğu zaman oynatmak zorundasın. Hakan olmadığı zaman G.Saray'sız bir takım çıkartma şansın doğuyor. Ersun Yanal'ın sunduğu tablo iyi bakın. En çok milli olan futbolcu G.Saraylı Bülent, arkadan gelen de G.Saraylı Hakan. İkisi de G.Saraylı. Hayır! Hakan yüzü aşmayacak! Rüştü yüzü aşacak. İkisi de futbolun sonuna geldiği için Türkiye'nin en fazla milli olan futbolcusu F.Bahçeli olacak. Çünkü Aziz Yıldırım böyle şeylere meraklı. Ersun, Aziz'i iyi tanıyor, Davut Dişli de arkalarında, Aziz başkanı mutlu edelim ki yarın işimiz kolay olsun. - Özetlersek, bu federasyonun beğendiğiniz veya beğenmediğiniz tarafları neler? - Ben bu federasyonu konuşmak dahi istemiyorum. Bu, siyasal bir kuruluştu, görevi Haluk Ulusoy'u tahtından indirmekti, o görev bitmiştir. Şimdi doğru dürüst bir federasyon seçilmelidir. Bir an evvel benim düşüncem bu. - Erman Toroğlu, "Hıncal'ı ben eğittim benden sonra bozuldu" diyor? Bu eleştiri ne kadar haklı? - Erman bana bir şey öğretti mi bilmiyorum ama ben ona futbolu çok öğrettim. Özellikle kuralları. Erman hoca kuralların değişimini kat'iyyen takip etmez. O hâlâ hakemliği bitirdiği yıllardaki kurallarla yorumlar. Ben her hafta FIFA'nın bültenleriyle gelir "Hoca bak, o kural değişti, böyle oldu" diye çok öğretmişimdir. Erman hoca saçmalama hakkını bol bol kullanan birisidir. Erman'ı okuyup geçeceksin, güleceksin! Fazla da ciddiye almayacaksın, sadece gülüp geçeceksin. - Ahmet Çakar'ın yorumlarını nasıl buluyorsunuz? - Ahmet hocayı fazla izlemedim. Zaten çok televizyonda izlemem. Buna benim "90 Dakika" programım dahil. Erman'ı bilişim de Erman'la birlikte program yaptığım içindir. Çünkü spor programlarını izlemeye tahammülüm yok. - "Türkiye olimpiyat organize edemez" demiştiniz, yine aynı fikirde misiniz? - Hayır, organize eder, en iyisini yapar. Ama sana bırakmazlar. Bir olimpiyatın kötü organize edilmesi mümkün değil. Gelirler denetlerler, ne yaparlar ederler, olimpiyatı en güzel şekilde organize ederler. Sonra ben "Türkiye olimpiyat organize etmemeli" dedim ısrarla, "Edemez" demedim. Eder, en iyisini de ederiz. Kore ettikten sonra biz niye etmeyelim. Ama etmemeli, çünkü biz dünyanın ilk seyircisiz olimpiyatlarını yaparız ve dünyaya rezil oluruz. Çünkü bu ülkede olimpik kültür yok. Senin TRT, devlet televizyonun daha olimpik sporların dünyadaki yarışlarını yayınlamıyor. TRT televizyonunun işi bu. Olimpik sporları insanlara tanıtın, öğretin, sonra olimpiyatlara talip olun. Türkiye'de Dünya Atletizm Şampiyonası yap, jimnastik şampiyonası yap, olimpiyata ondan sonra gir. Ortada fol yok yumurta yok, Türkiye'de üniversite takımı yok, Universiade yapıyorsun. Türkiye'de üniversiteler arası futbol şampiyonası, basketbol şampiyonası böyle bir şey var mı?.. Duydunuz mu? - Rıza Çalımbay, "Benim yaptığım değişikliği bir yabancı teknik adam yapsaydı ona dâhi derlerdi" diye yakındı. Ne dersiniz, bu ülkede yerli teknik adamlara çok mu yükleniliyor? - Aynı fikirdeyim. Türk basınının en utanmaz çelişkisi budur. Bir yandan Milli Takım hocalığı deyince yerli hoca, yerli hoca diye kıyameti kopartırlar, ama bütün yazı ve yorumlarına bakarsınız bir yabancı hayranlığı vardır. Yerli yapınca itin şeyine sokarlar, yabancı yapınca "vay dâhi adam". Rıza Çalımbay'ın serzenişi maçla ilgili. Ailton'u oyundan alması fevkâlade doğru. Hiçbir hoca takımını 10 kişi oynatan birine tahammül edemez. - Yerli antrenörlerin yüzde yüze yakını kulüplerine teslim olmuş durumda. Sözleşmelerinde hiçbir yaptırım yok. Bu tavır doğru mu? - Türkiye'de onca yerli teknik adamın hedefi şu üç büyüklere teknik direktör olmak. Bunlar üç tane değil. Sen o kulübe "hayır" dediğin zaman biliyorsun ki 20 tane sırada bekleyen teknik adam var. "Evet" demeye mecbursun. O zaman senin pazarlık gücün olmaz. - Türk futbolcularının Avrupa'da fazla olmaması veya tutunamamalarının sebebi nedir? - Menajerlik sistemi bizde daha yeni oturuyor. Giden de oradaki durumu görüyor ve Türkiye daha rahat olduğu için geri dönüyor. Ben 10 günlük seyahate gidiyorum Avrupa'ya döndüğümde havaalanını öpesim geliyor. Memleketime döndüm diye. Gittiğim yer dünyanın en güzel yeri, Paris olmasına rağmen bu böyle. Memleketime olan sevgim benim boşanma sebebimdir. ABD'de işim de hazırken... Eşim "Niye ABD'de yaşamıyoruz da 80 öncesi o yoklukların, terörün zirvede olduğu Türkiye'de yaşıyoruz? ABD'ye yerleşelim", dedi. Oli anlayamadı "Anlayamadıysan sen git" dedim, ben kaldım. Hakan Şükür. Hakan çevresine en bağlı insanlardan bir tanesi. Bunlar şaka değil, Türkiye'den Milano'ya kebap lahmucun gitmesi! Bu bir gösterge. Senin hiç aklına geldi mi, Avrupa'ya giderken yanına kebap almak. Hakan o derece memleket fanatiği. - Siz, Türk futbolunu, Avrupa, dünya futbolunda hangi ülkenin yanına koyuyorsunuz? - Benim Türk futbolunu koyduğum yer dünya listesinin tepesiydi 2002 yılında. Şimdi yeri yok. Kötü hocalarla, kötü yönetimlerle, hem Milli Takım. hem kulüpler açısından Türk futbolunu sıfırladık. - Size göre, bir Arnavutluk veya bir Letonya ayarında gibi bir örnek verebilir misiniz? - O bile değil. - G.Saray nerede? - G.Saray bitmiş, dibe vurdu. Zıplarsa diye bakıyoruz. - Bu mevcut yönetim onu dipten çıkartabilir mi? - Bu yönetimle hiçbir yere gitmez zaten. Özhan Canaydın'la bir yere gitmez Çünkü ortada bir yönetim filan yok. Çünkü kulübü tek başına Özhan Canaydın yönetiyor. O da dünyanın en yeteneksiz yöneticisi. Çok samimi, çok iyi. İnsan olarak çok vasıfları var. Ama yönetici olarak sıfır da değil, sıfır altı bir yerde. G.Saray'ın kurtuluşu kiminle olur, onu bilemem ama net bildiğim Özhan'la olmayacağıdır. - Fatih Altaylı'nın G.Saray Başkanlığı'na aday olacağı söyleniyor, sizce şansı nedir? - Hayır. Fatih diyor ki, "Hiç kimse aday olmazsa ben olurum". Yani, "G.Saray'ın Özhan'dan kurtulması lâzım" diyor. Muhalefetin bir aday çıkartmasını istiyor. "Kimse aday çıkartmazsa ben çıkarım" diyor. Bu bir eylem ifadesi. Yani yorumu şu: "Özhan'ı devirecek aklı başında bir aday çıkmazsa, çıkar ben deviririm!" - Fatih Terim'in tekrar G.Saray'a dönüp başarısız olmasının nedeni ne? Milli Takım'da başarılı olabilir mi? - Terim'in kendi yaptığı ve Avrupa Şampiyonluğu'na taşıdığı o takım bitti. Yeni takımı yerine koyamadık. Yeni takımın işaretlerini Şenol Güneş, Konfederasyon Kupası'nda verdi. Ama o Konfederasyon Kupası'nın yıldızlarını Daum ve F.Bahçe köreltti. Ersun da F.Bahçe'nin dümen suyunda olduğu için onlara itibarlarını iade edemedi. Fatih Terim'le Ersun'un en açık farkı Selçuk! Terim onu ilk milli maçında 90 dakika oynattı. Daum oynatmıyor diye Ersun, Selçuk'un yüzüne bile bakmıyordu. Oysa Selçuk, Konfederasyon Kupası'nın yıldızlarından biriydi. Çok önemli bir örnektir bu. Niye Fatih, niye Ersun'un sebebi bu. F.Bahçe yüz vermiyor diye Ersun Yanal'ın oynatmadığı Selçuk'a Fatih forma verdi. Aslanlar gibi oynadı ve Selçuk o milli maçtaki performansıyla F.Bahçe'ye döndü. Milli maçın da en iyisi olduğu için Daum da oynatmaya mecbur kaldı. Türk futbolunun geleceği en parlak yıldızlarından biriydi Kemal. Var mı şimdi böyle bir adam? Konfederasyon Kupası'nda dünyayı sarstı Tuncay, şimdi ölüsü oynuyor F.Bahçe'de. O da lütfen oynuyor. Bu neden kaynaklanıyor biliyor musunuz? Daum'dan. Daum'u orada tutan kim? Aziz Yıldırım. Yani Aziz Yıldırım'dan kaynaklanıyor. - Mevcut sistemde Anadolu'dan bir takımın şampiyon olma şansı var mı? - Yok. Bir defa basın buna izin vermez, bu bir. Ezerler. Ersun Yanal'lı G.Birliği ile bunu açıkça yaşadık. Biraz şampiyonluğa yaklaşırken ne maçlar kaybettiler. Hatırlayın. Kırmızı kartlar filan. Bir defa bu işi basın engeller. Bir de basının kontrolündeki federasyonun hoşuna gitmez. Televizyonların da hoşuna gitmez. Şampiyonlar Ligi'nde, UEFA Kupası'nda, üç büyüklerin oynamasıyla Denizlispor'un oynaması bir mi? Büyükler ve diğerleri arasındaki reklam gelirlerinin farkını bir gözünüzün önüne getirin. - Peki, 5. bir takımın şampiyonluğunu göremeyecek mi bu ülke? - Bu biraz da Anadolu takımlarına bağlı. Onlar da şampiyon olmayı hedeflemiyorlar, yaşamayı hedefliyorlar. Hiç biri iyi adamını elinde tutmuyor. Bugün üç büyüklere bak, Denizli kökenli, G.Antep kökenli, G.Birliği kökenli bir yığın adam var. Yani Anadolu'dan bir takımın şampiyon olmasını hiç kimse istemez, o takımın kendisi de dahil. Alan razı, veren razı. - Sizce G.Saray, Bülent Korkmaz'a vefasızlık yaptı mı? - Hem de çok. Bülent'i eleştirebilirsin, kızabilirsin ama Türk futbol tarihinde başarı diye ne varsa Milli Takım ve kulüp bazında, o hepsinde var. İlk defa bir Türk takımı Şampiyonlar Ligi'nde yarı final oynamış, Bülent o takımda var. Türkiye'de ilk defa bir kulüp UEFA Kupası kazandı, Bülent o takımda var. Türkiye tarihinde ilk defa dünya üçüncülüğü yaşadı, Bülent o takımda var. Türkiye'de bir kulüp ilk defa Süper Kupa'yı kazandı, Bülent o takımda var. Yani Bülent'siz Türkiye'nin başarısı yok. Böyle bir adam bir daha gelmez. Ama G.Saray'ın nankörlük tarafı alnında yazılı. Hagi'ye bir şey yaptılar mı? Heykeli dikilecek adamdır Hagi. Ona jübile yaptılar mı? Hagi'nin jübilesini Romanya federasyonu mu yapmalıydı, yoksa G.Saray mı? Efendim arayıp da bulamıyorlar!.. Fatih Terim alıp Bülent'i Sofya'ya götürüyor, G.Saray yönetimi bulamıyor. Yok ya. Bir de böyle konuşmuyorlar mı, insanı gerzek yerine koyup ahmak yerine koyup. İşte beni bu çıldırıyor. - Şenol Güneş'e, aynı şekilde federasyonun bir vefasızlık yaptığını düşünüyor musunuz? - Evet. Bülent'in en büyük eleştirmeni benim. Ama benim Bülent'i eleştiriyor olmam Bülent için saydığım, bu onca gerçeği siler mi? Bir de bu adam Türkiye'de onca başarılarının yanı sıra bir sadakat örneği. Başladığı kulüpte bitirmiş futbolu. Kulüp, "Biz seni istemiyoruz" dedikten sonra gitmemiş sabırla beklemiş, bunları da, yaşamış biri Bülent. Gene gelmiş, genel milli olmuş. Sen böyle bir adama jübile yapmazsan sen o adamın heykelini Florya'da dikmezsen ondan sonraki G.Saraylıları nasıl motive edeceksin? "Hey çocuklar! Bülent gibi başarılı olursanız size de yapacağımız budur" mu, diyeceksiniz? Öte yandan dünya Şifo Mehmet'in jübilesi gibi bir jübile kaç tane gördü? Fatih Terim'e yapılan jübileyi kim unutur? Yapan yapıyor. O zamanki yönetimlerin işi. Dünyada kendi kalecisini dövdüren bir kulüp var mı?.. Ama Türkiye'de var. - Değişim. Süreç sizce nasıl işliyor? Neden Türk futbolu yeni yıldızları çabuk üretemiyor? - Bunun için cesur olmak lâzım. Dortmund'un Hollandalı hocası 17 yaşındaki bizim Nuri'yi daha birinci maçta sahaya çıkarttı ve de rakip takımın en müthiş oyuncusu D'Alessandro'nun karşısına koydu. Bunu tutacaksın dedi. Adam "Bu karşımda oynayan futbolcu benim hayranı olduğum insan" diyor ve onun karşısında oynatılıyor. Ve o D'Alessandro'nun maç boyunca iki hareketi var, onlar da duran top. Adam cesaretle Nuri'yi o yaşta oynatıyor. Nuri, Türkiye'de olsaydı, F.Bahçe'de, G.Saray'da takıma girebilir miydi? Bırak onları, Denizlispor'da, G.Antep'te ilk 11'e girebilir miydi o yaşta? G.Saray'ın elinde geçen sene ne canavar gibi çocuklar vardı, Hagi kullandı mı? Arda gibi bir adam varken Ribery bu kadar nasıl efsane olur? Bunu hâlâ anlamıyorum. Oynatmadılar çocuğu. Hagi, Cafercan'ı yok etmek için iki kritik maçta sahaya sürdü. Bu hocanın yüreği meselesi. Fatih Terim de, Mustafa Denizli de büyük bir yürekle genç çocukları oynattı. Tugay ve Bülent'i oynattığı zaman herkes Mustafa ile dalga geçiyordu.
 |
|
|
|
 |
|
|
Toplam yorum |
0 |
|
Onay bekleyen |
0 |
|
|
 |

Yorumunuz editörlerimiz
tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır. |
|
|
|
 |
Bu haber henüz yorumlanmamış...
|
 |
|
 |
Bu kategorideki diğer haberler |

|
|
|
|
|
|
 |
|
|
ÇOK OKUNANLAR |
 |
 |
-
|
 |
 |
|
Samsun'da meydana gelen heyelanda göçük altına kalan baba ile iki kız hayatını kaybetti. Anne de hastanede. |
 |
|
 |
 |
|
Gezi Parkı soruşturması kapsamında ev hapsi cezası alan Gazeteci İsmail Saymaz, avukatı aracılığıyla ... |
 |
|
 |
 |
|
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan, cumhurbaşkanı adayı olup olmayacağına dair soruya net yanıt verdi. |
 |
|
 |
 |
|
Ankara'da sabah saatlerinde yaşadığı rahatsızlık nedeniyle hastaneye kaldırılan gazeteci Ceren Kaynak İskit, yaşamını yitirdi. |
 |
-
|
 |
 |
|
CHP’li Gürer: Don felaketinin etkisi ağustosta yurttaşın cebine yansıyacak |
 |
|
 |
 |
|
DEM Parti Meclis Başkanvekili ve İmralı Heyeti üyesi Sırrı Süreyya Önder’in Şişli’deki Florence ... |
 |
|
 |
 |
|
Endeksa'nın Mart 2025 verilerine dayanan "Türkiye Konut Piyasası Analizi" raporuna göre, Türkiye ... |
 |
|
 |
 |
|
Fenerbahçe'nin Gaziantep FK karşısında aldığı galibiyetin ardından Galatasaray, kazanarak zirvedeki ... |
 |
-
-
|
|
|
 |
|
 |
 |
YAZARLAR |
 |
|
 |
|
 |
|
 |
|
 |
 |
 |
ÇOK YORUMLANANLAR |
 |
 |
-
|
 |
 |
|
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın oğlu Bilal Erdoğan, cumhurbaşkanı adayı olup olmayacağına dair soruya net yanıt verdi. |
 |
|
 |
 |
|
Ankara'da sabah saatlerinde yaşadığı rahatsızlık nedeniyle hastaneye kaldırılan gazeteci Ceren Kaynak İskit, yaşamını yitirdi. |
 |
|
 |
 |
|
Samsun'da meydana gelen heyelanda göçük altına kalan baba ile iki kız hayatını kaybetti. Anne de hastanede. |
 |
|
 |
 |
|
Gezi Parkı soruşturması kapsamında ev hapsi cezası alan Gazeteci İsmail Saymaz, avukatı aracılığıyla ... |
 |
-
|
 |
 |
|
Fenerbahçe'nin Gaziantep FK karşısında aldığı galibiyetin ardından Galatasaray, kazanarak zirvedeki ... |
 |
|
 |
 |
|
CHP’li Gürer: Don felaketinin etkisi ağustosta yurttaşın cebine yansıyacak |
 |
|
 |
 |
|
DEM Parti Meclis Başkanvekili ve İmralı Heyeti üyesi Sırrı Süreyya Önder’in Şişli’deki Florence ... |
 |
|
 |
 |
|
Endeksa'nın Mart 2025 verilerine dayanan "Türkiye Konut Piyasası Analizi" raporuna göre, Türkiye ... |
 |
-
-
|
|
|
 |
|
 |
 |
ANKET |
|
 |
 |
|
|