FADİME ÖZKAN/STAR
Özhan: Irak işgaliyle birlikte bölgedeki aktörler kendilerini etnik, mezhepsel farklar ve haklar üzerinden tanımlamaya başladı. Gelişmeler hayra alamet değil ama Türkiye ısrarla demokrasiyi savunuyor.
Amerika, 20 Mart 2003’te İngiltere ve birkaç ülkenin daha katılımıyla “uluslararasıymış gibi” bir görünümle Irak’ı işgal etti. 2011’in son ayında Irak’tan çıkıp gittiğinde geride iki milyona yakın ölü, beş milyona yakın yetim çocuk, bir buçuk milyondan fazla yerinden edilmiş Iraklı, bedenen ve ruhen sakatlanmış insanlar, ağır travmalar ve onuru zedelenmiş, öfkesini nereye yönelteceğini bilemeyen bir halk bıraktı.
ABD Savunma Bakanı Panetta, askerlerin geri çekiliş törenindeki konuşmasında “dökülen kana ve harcanan paraya değdi” diyordu. Kastettiği, ölen Amerikalı askerler ve işgal için harcanan Amerikan parasıydı elbette.
Iraklıların kaybettikleri pek de önemli sayılmazdı.
Panetta’nın dediği bir diğer şey ise işgal sonrasına ilişkindi, “doğrusu Irak’ı hiç de güzel günler beklemiyor. Terör saldırıları olabilir, Irak bölünebilir” diyordu Panetta, geride ne bıraktıklarını gayet iyi bilerek.
Bugün Ortadoğu bir yandan Arap Baharı ile umut vaat ederken öte yandan ve aynı anda etnik ve mezhepsel çatışmalara gebe görünüyor. Fay hatları hiç olmadığı kadar hareketli çünkü.
Suriye’de Esat rejimi halkın taleplerine silahla direniyor.
Irak bölünme tehlikesiyle karşı karşıya.
İran’da nükleer nedeniyle hararet hep yüksek, Hürmüz’de sular ısındı.
Öte yandan hemen güneyimizde Beyrut, Şam, Bağdat ve Tahran bir Şii kuşak tebarüz ettirmekte.
Beliren alametlerin ne anlama geldiğini anlamak için, ülkemizin önemli think-thank kuruluşlarından SETA’nın kapısını çaldım ve Başkan Taha Özhan’a yorumlattım. New School for Social Research’de Küresel Ekonomi-Politik öğrenimi gören Özhan, Ortadoğu’yu iyi bilen isimlerden.
Bu coğrafyada insnlar çok, çok uzun zamandır rahat huzur yüzü görmüyorlar ve fakat Amerika’nın Irak’ı işgaliyle çok büyük acılar yaşanmasından sonra şimdi de Amerika’nın Irak’tan nihayet çıkıp gitmesiyle beliren alametler de pek hayra alamet gibi görünmüyor. Ne oluyor?
Amerika’nın Irak işgali çok önemli, bunu biz SETA olarak hem Türkiye’den hem bölgeden ilk inceleyen kurumuz. Irak işgaline dair Washington, Londra merkezli onlarca kitap analiz çıkmıştır ama maalesef ki bu coğrafyadan çok fazla bir değerlendirme yapılamamıştır.
Neden yapılamamıştır, asıl felaket burada, bu bölgede yaşandı hâlbuki?
Kolaycı tercüme kültürü diyelim. Nasılsa sizin adınıza birileri başka bir dilde –genelde İngilizce, bunu yapıyor. Siz de bir tercüme maliyetine bunu edinmiş oluyorsunuz. Fakat tercüme maliyeti ne kadar azsa da sosyal ve siyasi maliyeti de o kadar yüksek oluyor bunun. Başkalarının koordinatlarına göre analiz edilmiş bir durumu, siz bu coğrafyada, Ankara’da Bağdat’ta tüketmek zorunda kalıyorsunuz. Biz biraz da bunu kırmaya matuf olarak bir yıla yakin süren bir çalışmanın ardından 2006’da Irak raporumuzu yayınladık. Bugünlerde yayınladığımız analizlerde de çoğu zaman o çalışmadan alıntı yapmak zorunda kalıyoruz ki o raporun tezi, Irak işgalinde Amerika’nın kaybetmeyeceği tezidir. Böyle de olmuştur.
Genel değerlendirme bu işgalin sonuç olarak başarısızlıkla sonuçlandığı yönünde?
Çok naif, liberal bir perspektifle baktığınızda savaşta ölen Amerikan askerleri, Amerika’nın itibarının zedelenmesi, ekonomik fatura, Bush yönetiminin başarısız olması, Irak’ı işgal etse bile Amerikan hakimiyetinin kurulamaması gibi nedenler görürsünüz. Bunlar yanlış değildir ama bunlardan daha vahim olan, Irak işgaliyle beraber bölgemizde sosyal siyasal fay hatlarının hareketlendirilmesidir. Mesele budur. Bugün de ABD’nin çekilmesiyle beraber etnik mezhepçi fay hatlarının ne kadar tehlikeli birer siyasal tsunami olduğunu, nerede, ne zaman, ne ölçekte bir felakete yol açacağının bilinemez olduğunu görüyoruz.
IRAK İŞGALİNİN HAYIRLI SONUÇLARI
Ama yaklaştığını sezebiliyoruz?
Onu da bilmiyoruz. Bir şey olmayabilir de ama kırılmaların yaşandığını biliyoruz. Bu işin şer kısmı.
Amerika’nın işgali hayra vesile olacak bazı kırılmalara da yaradı. O da şu: Bölgede “Camp David düzeni” içinde 30 yıldır birikmiş olan negatif enerji Amerikan işgaliyle beraber harekete geçti. Bu negatif enerji birçok ülkede insanları “yeter artık” noktasına getirdi ve sosyal alanda ciddi bir katalizör görevi gördü. Amerikan işgali üzerinden bütün Ortadoğu ve Kuzey Afrika hareketlendi.
Türkiye’de de böyle bir karşılığı oldu mu?
Türkiye, Irak işgaliyle birlikte hiç olmadığı kadar dış politikasında hareketlendi. Tezkerenin reddiyle başlayan süreçte Türkiye hem itibar kazandı, hem felaketin bir parçası olmadı. Felaketin parçası olmamak için olumlu adımlar atması, vizyoner olması gerekti. Cumhuriyet tarihinde bir ilk olacak şekilde, Komşu Ülkeler Konferansı düzenlemeye başladı. Halbuki bu komşuların tamamıyla Türkiye’nin çok ciddi sorunları vardı. Ama Türkiye bunların hepsini belli bir dönem paranteze alarak, sıfır sorun perspektifi içinde iyi ilişkiler içinde oldu. Resmi düzeyde de kalmadı çünkü birçok devlet dışı sivil aktörün de etkili olduğunu gördü, onlarla da muhatap oldu. Bir süre sonra bu aktörlerin de yeterli olmayacağını gördü. Uluslararası sistemin izole ettiği devletler ve aktörlerle muhatap oldu. Bunların başında da, Irak işgali sırasında Bush’un “bir taşla iki kuş fantezisi” neticesinde ciddi bir izolasyona tabi tuttuğu Suriye gelir. Türkiye elini Suriye’ye uzattı. Ayrıca seçimleri kazanmış Hamas’la muhatap oldu. Bunlar eski Türkiye’nin istese de yapamayacağı işlerdi. Böylece Türkiye yeni jeo-stratejik alanlar açtı ve bu alanı iyi kullandı. Arap Baharı’nın yaşandığı yerlerdeki liderler diktatörler bunu görmezden gelebileceklerini düşündüler ama halklar bunu içten içe, zımnen yaşadılar ve bu, bir noktada da patladı. Olan bir yönüyle de budur. Ortadoğu isyanlarının bundan dolayı olduğunu söylemek doğru olmaz ama bundan bağımsız olduğunu söylemek de doğru olmaz.
ABD İŞGALİ FAY HATLARINI TETİKLEDİ
Amerika askerlerini Irak’tan çekerken, Savunma Bakanı Panetta’nın ağzıyla “doğrusu Irak’ı hiç de güzel günler beklemiyor. Terör saldırıları olabilir, Irak bölünebilir” dedi, etnik ve mezhepsel faylara işaret ederek. Evet, bu bölgede etnik, mezhep farkı üzerinden siyasallaşmış kitleler var ve birbirileriyle de neredeyse boğaz boğazalar. Ve fakat bu halklar, bu mezhepler bu topraklarda asırlardır var zaten! Bugün neden bu halde bu coğrafya? Doğal bir sonuç mu bu yoksa Amerika’nın tarlayı böyle sürmüş olmasıyla mı ilgili?
İşgalin sağladığı yapısal kırılma tam da bu işte. İşgal, aktörlerin kendilerini bu etnik sekteryan haklar üzerinden tarif etmesinin önünü açtı. Türkiye’de de daha düne kadar Irak’ta illa bahsetmemiz gerekirse sadece Araplardan ve Kürtlerden bahsederdik. Iraklı olmanın kendisi de suni ve sömürge sonrası bir tarafı olsa da. Ama işgalle beraber Sünni Araplar-Şii Araplar, Sünni Kürtler-Feyli Kürtler, Şii Türkmenler-Sünni Türkmenler, Kürtlere yakın Asuriler-Şii Araplara yakın Asuriler gibi oldukça detaya inen, mikro etnik sekteryan bir sosyal yapıyı içselleştirdik. Bu, Batıda üretildi, Türkiye dahil bölgede tüketildi. Ama Türkiye bundan çıkmak için çok çabaladı. Sadece Komşu Ülkeler Konferansı bile hakikaten hayra vesile olacak büyük bir çabadır. Bunca farklı etnik sekteryan grubu sadece “Irak’ın geleceği ne olacak” sorusu etrafında muhatap aldı Türkiye ve hiç birisinin etnik sekteryan özelliklerinin üzerine basılmasına müsaade etmedi.
Bölgede etnik ve dini-mezhepsel bir ayrışmanın olması normal mi yine de?
Tabi işgalle beraber bir boşluk oluşmuştu. Birileri de bunu etnik sekteryan siyasal dinamizm etrafında toparlayacaktı. Bu yaşandı. Bu da normal. Saddam döneminde on yıllar boyunca bu gruplara ciddi baskılar ve katliamlar yapıldı. Bunun bir tepkisi olacaktı. Ama bu tepkinin kendisi siyasetin merkezine oturursa felaket işte o zaman başlıyor.
TÜRKİYE TÜRKMEN HATASINDAN ÇABUK DÖNDÜ
Ama kullanmak isteyenler için en elverişli yerler de oralar...
Bunlar hazır malzemelerdir, istediğiniz gibi kullanırsınız. Türkiye de Irak işgalinin öncesinde böyle bir hataya düştü, Irak’ı Türkmenler üzerinden analiz etmeye, ona göre planlamalar yapmaya kalkıştı. Ama durum çabuk anlaşıldı. 2005 seçimlerinde Türkmen partisinin yüz bin civarında oy bile almadığını gördük. Ya Türkmenler söylendiği kadar nüfusa sahip değil ya da Türkmenlerin Türkmenliği aşan kimlikleri var. Zaten Irak politikalarını Türkmenler üzerinden kurmanın, ne Türkmenlere, ne Türkiye’ye, ne bölgeye, ne de Irak’a faydası yok. Bunda Türkiye’deki asker sivil ilişkilerinin normalleşmemesinin de ciddi etkisi var. Düşünün ki bir dış politika meselesi hiç işi olmamasına rağmen askerin uhdesindeydi. Ve yürümedi. Türkiye bu hatadan çabuk döndü ama herkes o derece hızlı dönemeyebilir çünkü etnik sekteryan politika tahrik edicidir, sonuçlarını da çabuk alırsınız. Ama bunu yüzyıla yayılacak bir politika olarak görürseniz felaket getirir. Oradan sadece öteki üretirsiniz. Mesele, ahlaki ve stratejik bir duruş gösterip göstermeme meselesidir. Şu anda bu coğrafya o iştahların kabardığı noktada.
HABERİN DEVAMI, AŞAĞIDAKİ LİNKTE!
http://www.stargazete.com/roportaj/yazar/fadime-ozkan/sifir-sorun-politikasi-coktu-mu-haber-418006.htm