Zeynel Lüle Brüksel'den yazıyor
Bu konuya bu köşede daha önce değinmiştim. Ama yeri geldi. Bir kez daha altını çizmekte fayda var. Anayasa'da üniversitelerde "kılık kıyafet serbestliği"ne yer verilir ve türbanlı eğitime yeşil ışık yakılırsa, ya da AKP ve MHP uzlaşmasıyla yine benzer karar alırsa, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) bu uygulamaya karşı ne gibi karar alabilir? İnceleyelim.
Bilindiği gibi AİHM, Türkiye'deki türban yasağını "meşru" buldu. Davaları birer birer hatırlayalım.
Avrupa İnsan Hakları Komisyonu 1993 yılında Şenay Karaduman ve Lamia Bulut'un "dini özgürlüklerimiz kısıtlanıyor" yönündeki başvuruları reddedildi. Okuldan mezun olan bu kızlar, türbanlı fotoğraf vererek diplomalarını talep etmişlerdi. Her iki kızın bitirdiği Üniversitenin yönetimleri türbanlı fotoğrafları kabul etmedi ve diplomalarını vermedi. İki kızın AİHM'ye yaptığı başvuru da reddedildi.
Komisyonun gerekçeleri şöyleydi:
İlki; öğrenimlerini üniversitede yapmayı seçen öğrenci, üniversitenin kurallarını kabul etmiş sayılır. Bu düzenlemeler farklı inanışlardaki öğrencilerin birlikte öğrenim görmelerini sağlamak amacıyla öğrencilerin dinsel inançlarını açığa vurma özgürlüklerine sınırlamalar getirebilir.
İkincisi; dinsel simgelerin herhangi bir yer ve biçim sınırlaması olmaksızın sergilenmesi, sözü geçen dini uygulamayan ya da başka bir dine mensup öğrenciler üzerinde baskı oluşturabilir.
Üçüncüsü de; laik üniversiteler öğrencilerin kılık kıyafetlerine ilişkin sınırlamalar koyarken kökten dinci akımların yüksek öğretimde kamu düzenini bozmamalarına dikkat gösterebilirler.
AİHM, bu davada Türkiye'nin, "Başörtüsü, dini duyguları sınıflarda sembolize etmesi nedeniyle laiklik ilkesiyle bağdaşmaz. Demokratik devlet, laik devlettir. Anayasa Mahkemesi kararları bütün kurumlar için bağlayıcıdır. Başörtüsü masum bir yaşam biçimi olmanın dışında, cumhuriyet ilkelerine karşı sembol olmaktadır" yönündeki savunmasını da benimsedi.
Yani, Başbakan'ın, "Türban siyasi sembol olsa da yasaklanamaz" yaklaşımı, Strasbourg'da kabul görmedi.
Komisyon bu başvuruları reddetti ve "türbanlı eğitim" konusunda önemli bir içtihat oluştu.
Eğitimde tarafsızlık ilkesi
Ardından İsviçre'den yapılan bir başvuru da reddedildi. 2001 yılındaki Dahlab kararından söz ediyorum. İsviçre'ye karşı açılan bu davada Dahlab bir ilkokul öğretmeni. Başörtülü ders vermesi okul yönetimi tarafından yasaklanmıştı. Dahlab'ın itirazları Cenevre Kantonu Devlet Konseyi ve Federal Mahkeme tarafından reddedilmiş. Ancak AİHM, bu başvuruyu da kabul edilemez buldu. Çünkü İsviçre Federal Mahkemesi'nin "devlet eğitiminin tarafsızlığının sağlanmasının, dinsel inancını açığa vurma özgürlüğüne kıyasla daha ağır bastığı" yolundaki görüşü AİHM tarafından da kabul edildi.
Bir de artık hepimizin bildiği "türban davası", yani Leyla Şahin davası var. Yine benzer gerekçelerle AİHM bu başvuruyu reddetti ve bir anlamda Türkiye'deki türban yasağını "meşru" ilan etti.
Laiklik ilkesinin korunması yeterli
Üniversitelerde türban takmayanlar, "psikolojik baskı altında" olduklarına dair olası bir kişisel başvuruda bulunabilirler. AİHM'de de bu başvuru kabul görebilir. Bunun için Anayasa'daki "laiklik" ilkesinin korunması yeterli. AİHM kararlarında, "Aynı dine sahip öğrencilerin çoğunlukta olduğu üniversitelerde, dini simgeleyen kıyafetlerle okula gelinmesi, diğer öğrenciler üzerinde baskı oluşturur" deniliyor. Yine AİHM kararlarında, "laik ülkelerde, farklı inanışlardaki öğrencilerin, birlikte öğrenim görmelerini sağlamak amacıyla, öğrencilerin dinsel inançlarını açığa vurma özgürlüklerine sınırlama getirilebilir" deniliyor. Yani bu ifadeyle Türkiye'deki mevcut durumu tarif ediyor. AİHM'nin, türbanla ilgili başvuruları reddetmesinin gerekçeleri hiçbir zaman ortadan kalkmadı ve yeni değişiklerle yine kalkmayacak.
Şimdi eğer konu bir şekilde AİHM'ye gelirse, bu içtihatların göz ardı edilmesini beklemek saflık olmaz mı?
HÜRRİYET