Türk-İş’in Akademik kurula hazırlattığı “İstihdamın Korunması ve Geliştirilmesi Uygulanması Gereken Para Politikaları ve Maliye Politikaları Raporu’na göre, hizmetler sektörüne yönelik olarak kurgulanacak bir harcama planının sanayi sektörünü de içine alacak biçimde tasarlanması gerekiyor. Türkiye ekonomisinde yapısal nedenlerle “doğal işsizlik oranının“ yükseldiği, bunun ise işgücü piyasasının yapısını değiştirmeye yönelik reel önlemlerin devreye sokulmasını gerektiriyor.
Türk-İş’in Akademik kurula hazırlattığı “İstihdamın Korunması ve Geliştirilmesi Uygulanması Gereken Para Politikaları ve Maliye Politikaları Raporu"na göre, hizmetler sektörüne yönelik olarak kurgulanacak bir harcama planının sanayi sektörünü de içine alacak biçimde tasarlanması gerekiyor. Türkiye ekonomisinde yapısal nedenlerle “doğal işsizlik oranının“ yükseldiği, bunun ise işgücü piyasasının yapısını değiştirmeye yönelik reel önlemlerin devreye sokulmasını gerektiriyor.
Rapor’da, Türkiye ekonomisinin dış borcunun ve dış borçlanma vadesinin arttığı bu ortamda elde edilen dış kaynakların döviz üretme yeteneği olan alanlara tahsisinde belli bir başarı sağlanmış olmasına rağmen ekonominin net döviz girişi yaratma potansiyelinin artırılamadığına dikkat çekilerek, ihracatın yurt içi katma değer yaratma potansiyelinin giderek azaldığı vurgulandı. Raporda, “Türkiye ekonomisinin döviz bağımlılığının artmasında yurt içi ara mal üretme potansiyelini harekete geçirici bir sanayi politikasının olmayışı en önemli rolü oynarken; dış kaynakların harcama unsuru olarak ekonomiye pompalanmasının temel aracı durumundaki bankaların ekonomik birimleri kredilendirme biçimi tüketim harcamaları ile cari gelir arasındaki bağlantıyı koparmış ve yurt içi tasarrufların azalışına önemli ölçüde katkıda bulundu” denildi.
TEKNOLOJİK İLERLEME VE SANAYİLEŞME GÖZARDI EDİLDİ
Türkiye’nin 2001 sonrasında uluslar arası ekonomiyle olan bağlantılarını reel sektörün borçluluğu üzerinde sürdürdüğü, teknolojik ilerleme ve sanayileşme sorunlarının göz ardı edildiği ifade edilen açıklamada, sözkonusu dönemde küresel ölçekte para bolluğundan kaynaklanan sermaye girişlerini iyi idare edilemediği kaydedildi. Rapora şöyle devam edildi:
“Durgunluk koşullarına giren Türkiye ekonomisinde dünyadan kaynaklanan krize karşı önlemler geliştirilirken bu önlemlerin sadece kısa vadeli sorunları aşmaya yönelik önlemler olmayıp aynı zamanda uzun vadeli bir perspektif içermesi gerekiyor. Uygulanacak politikalar kısa dönemde büyüme oranının potansiyel büyüme oranına yaklaşmasına hizmet etmeli, uzun dönemde ise potansiyel büyüme oranının artırılmasına yönelik uygulamalar tasarlanmalıdır. Politika uygulayıcılar uzun dönem perspektifine hizmet eden kısa dönem önlemlerini bir bütünsellik içinde ortaya koymalı. Kısa dönem öncelikli olarak ele alınmalı. Çünkü 2009 yılında işsiz sayısının 3 milyona çıkması beklenmektedir. İşsizliği bu 3 milyon rakamında sabit tutmak için bile Türkiye ekonomisi için gerekli asgari büyüme oranı yüzde 5–6 oranındadır.”
IMF’SİZ BİR PROGRAM YAPMAK UZUN VADELİ ÖNCELİK OLMALI
Türkiye ekonomisinin kısa dönemde hızlı biçimde potansiyel büyüme oranına yaklaşması gerektiğine işaret edilen raporda, Türkiye ekonomisinin IMF’ye başvurmasının temel nedeni cari açık olduğunu, döviz açığı sorununa kalıcı çözümler üretebildiği takdirde IMF ile program yapma zorunluluğunun da ortaya çıkmayacağı belirtildi. IMF’siz bir program yapmak Türkiye ekonomisinin uzun vadeli önceliği olması gerektiği ifade edilen raporda, Türkiye’nin, IMF programı altında dış borçlanmaya dayalı, spekülatif nitelikli bir büyüme süreci yaşadığı anımsatıldı. Türkiye’nin yükselen piyasa ekonomileri diye anılan grup içerisinde, yüksek cari işlemler açıkları ve dış borç yükü nedeniyle, küresel krizin etkilerini en yoğun yaşayan ekonomiler arasında olduğuna dikkat çekildi.
KATMA DEĞER KAPSAMLI MİKRO REFORM İLE MÜMKÜN
Uzun dönemde Türkiye’nin hayat standartlarını yükseltmenin yani ekonominin mal ve hizmet üretme potansiyelini artırmanın üç yolu olduğu ifade edilen raporda, şöyle denildi:
“İşgücünün miktarını ve kalitesini artırmak, sermaye stokunu arttırmak ve ekonominin teknolojik yenilik yapma kapasitesini artırmak…Krizin fırsata dönüştürülmesi para ve maliye politikaları ile değil ulusal sanayin katma değer yaratma potansiyelini arttırmaya yönelik kapsamlı bir mikro reform gündemi ile mümkündür. Bu süreçte oluşturulacak bir politika demetinin ana fikri şu olmalıdır: ‘işçi (ve genel olarak çalışanlar) için iyi olan ekonomi için de iyidir.’ Bugünkü ekonomik koşullarda bütçe açığının planlanandan çok büyük olacağı dikkate alındığında Merkez Bankasının kamu iç borç yükünün artma olasılığının bulunduğu koşullarda, piyasa faiz oranını arkasından sürüklemesi mümkün görünmüyor. Ayrıca döviz kurundaki artış eğilimi, para birimi uyumsuzluğunun en önemli sorun haline geldiği ekonomide, enflasyon üzerindeki etkilerinden daha çok bilanço kırılganlıkları yaratma potansiyeli nedeniyle son derece büyük bir risk unsurudur. Bu nedenle önümüzdeki dönemde Merkez Bankası’nın döviz kurunu dikkate almaksızın sadece enflasyon beklentilerine göre faiz oranı şekillendirmesi son derece zordur.”
-MALİYE POLİTİKASI İÇ TALEBİN ARTIRILMASINA ODAKLANMALI-
Maliye politikasının temel rolünün toplam talebi artırmak olduğunu, ancak maliye politikası toplam talebi artırmaya yönelik olarak formüle edilirken toplam talepteki düşüşün kaynaklarıyla ilgili sağlıklı saptamalar yapılması gerektiği ifade edilen raporda, bu koşullarda maliye politikası aracılığı ile sisteme yönelik önlemlerin kısa zamanda sonuç vermesinin son derece önemli olduğu vurgulandı. Maliye politikasının iç talebi artırmaya odaklanması gerektiğinin altı çizilen raporda, harcama unsurlarının çeşitlendirilmesinin de başka bir açıdan da önemli bir gereklilik olduğu belirtildi.
2009 bütçesinde maliye politikasının en önemli unsuru olan bütçe itibarıyla maliye politikasının başlangıç güvenilirliğinin (kredibilitesi) son derece düşük olduğu ifade edilen raporda, “Ekonominin başka kesimlerinde insanlar bugün sürekli gelirlerini kaybetmekte ya da sürekli gelirlerini kaybetme riskini taşımaktadır. Dolayısıyla kamu harcamalarının hedefi ekonomik birimlerin cari gelirlerinin sürekli gelirlerinden daha fazla olmasını sağlamak değil sürekli gelirlerin devamlılığını sağlamak olmalıdır. Bu anlamda her şeyden önce, çalışanların sürekli gelirlerinin korunmasına hizmet edecek biçimde, planlanan bütçe açığının doğrudan üretim ve istihdam bağlantısı olan alanlara yöneltilmesi sağlanmalıdır” denildi.
-KAMU YATIRIMI İÇİN EN İYİ ADAY KONUT-
Kredi mekanizmasının işlemesi; bu koşullarda bankaların uyguladıkları miktar kısıtlarının aşılabilmesi ya da azaltılabilmesi açısından kamu kesiminin krediler için kefil olmasını sağlayacak bir sistemin acilen tasarlanması ve kamunun planlanan bütçe açığını bu kanaldan vermesinin son derece önemli olduğuna işaret edilen raporda, kredi garanti mekanizmasının da hayata geçirilmesi gerektiği kaydedildi.
Kamu yatırımları için en iyi adayın konut sektörü olduğu vurgulanan rapora şöyle devam edildi:
“Şu sorulabilir: Kredi mekanizmasının tıkandığı, ortalama insanların mevcut kredi borçlarını ödeyemediği bu ortamda kamu kesiminin TOKİ aracılığı ile yapacağı evler kime satılacaktır? Önemli olan bu konutların yapılma sürecinde ekonomiye talebin yaratılmasıdır. Kamu kesimi, harcamalarını öncelikle bu şekilde konut sektörü aracılığı ile devreye soktuğunda, bu harcamalar derhal istihdam ve gelir yaratmaya başlayacaktır. Bir yandan bu harcamalar devreye sokulurken bir yandan da özellikle hizmet sektöründen başlamak üzere istihdamdaki vergi ve sigorta yükünü firmalar açısından öteleyecek bir mekanizmanın oluşturulması ve IMF anlaşması ile elde edilmesi beklenen kaynakları firmalara yönelik kredi haline getirecek bir mekanizmanın öncelikle hizmetler sektörü için tasarlanması gerekiyor. Hizmetler sektörünün istihdam yaratma gücü, sanayi sektörünün istihdam yaratama gücünden daha fazladır.”
HİZMETLER SEKTÖRÜNE YÖNELİK HARCAMA SANAYİ SEKTÖRÜNÜ DE İÇİNE ALMALI
Hizmetler sektörüne yönelik olarak kurgulanacak bir harcama planının sanayi sektörünü de içine alacak biçimde tasarlanması gerektiği kaydedilen açıklamada, Türkiye ekonomisinde yapısal nedenlerle “doğal işsizlik oranının“ yükseldiğini, bunun ise işgücü piyasasının yapısını değiştirmeye yönelik reel önlemlerin devreye sokulmasını gerektirdiği belirtildi.
Dış talebi artırmaya yönelik olarak esas itibarıyla mikro reformların tasarlanmasının gerekli olduğu kaydedilen raporda, “Yatırım ortamını iyileştirici, verimliliği artırıcı önlemleri, şirketlerin gündemine getirmek gerekmektedir. Şu anda dış talebi uyarıcı en önemli mekanizma döviz kuru mekanizmasıdır. Buna ek olarak Avrupa Birliği dışı pazarlar için alternatif yaklaşımlar gerçekleştirilmelidir