Türk beyliklerine, devletlerine, imparatorluklarına karşı asırlar boyunca içte ve dışta yürütülen ve günümüzde de devam etmekte olan düşmanca faaliyetler, bundan sonra da devam edecek gibi görünüyor.
İlki 1806 yılında Süleymaniye Kürtleri'nden Babanzade Abdurrahman Paşa önderliğinde olmak üzere, Kürtçülük hareketi doğrultusunda; Osmanlı İmparatorluğu'nda 9, Cumhuriyet Döneminde ise 25 ayaklanma meydana geldi. Kürt Teali ve Terakki Cemiyeti'nin liderleri dış güçlerden destek ve teşvik alarak Türk Devleti'ni bölmek ve yıkmak amacıyla 1920 yılında Ağrı, 1925 yılında Şeyh Sait, 1937-1938 yıllarında da Dersim isyanlarını başlattı.
Türkiye, İran, Irak ve Suriye topraklarının bir bölümünü kapsayan bölgede bir Kürt devleti kurma gayesi ile faaliyet gösteren Molla Mustafa Barzani'nin önderliğini yaptığı Kürdistan Demokrat Partisi'nin (KDP) ülkemizdeki kolu Türkiye Kürdistan Demokrat Partisi (TKDP) 1965 yılında kuruldu. Bu yıllarda gelişen ideolojik akımlara paralel olarak yasal çerçevede kurulan Doğu Devrimci Kültür Ocakları (DDKO) ve Türkiye İşçi Partisi'nin (TİP) o dönemde düzenledikleri "Doğu Mitingleri" isimli toplantılarla yüksek öğrenim gençliği arasında doğulu-batılı ayrımı yapılmaya başlandı. TİP'in Anayasa Mahkemesi'nce, DDKO'nun da Sıkıyönetim Mahkemesi'nce kapatılmasından sonra bu faaliyetler kısa bir süre durdu.
1974 yılında çıkarılan af sonrasında Marksist-Leninist düşünce yapısında olan şahıslar, örgütlenme çalışmalarına yine başladı. Gelişen Kürtçülük faaliyetlerinden PKK gibi yasadışı bölücü örgütler oluşturuldu. 1980 yılına kadar ülke genelinde faaliyetlerde bulunan bu örgütler içinde günümüzde sadece PKK eylem ve faaliyetlerine devam ediyor.
"Suriye'nin Lübnan'a girişinden sonra haşhaş üretimi patladı"
1975-1976 iç savaşından sonra Lübnan'ın Bekaa Vadisi'ndeki haşhaş üretimi, tarımsal üretimin yüzde 10'u civarındaydı. Suriye'nin Lübnan'a girişinden sonra bu oran yüzde 85'e çıktı. Dönemin Suriye Devlet Başkanı Hafız Esad'ın kardeşi Rifad Esad, Ortadoğu'nun en büyük uyuşturucu ve tarihi eser kaçakçılığının organizatörü durumundaydı. Suriye Askeri İstihbarat Başkanı Tuğgeneral Gazi Kenan, bu organizasyonda önemli görevler üstlendi. Lübnan'ın Suriye kontrolüne girmesini takiben, dünyada pek çok terör örgütü yanında Türkiye karşıtı Kürtçü ve Marksist örgütlerin eğitim merkezleri de buraya kaydı.
Ruslarla işbirliği içinde çalışan Kürdistan Devrimcileri Örgütü'nün bir üyesi olan Abdullah Öcalan, yeni bir Kürtçü örgüt kurma hazırlıklarını sürdürürken 1979 yılında Suriye'ye kaçarak Şam'a yerleşti. PKK Lideri Öcalan, 1980'li yılların sonunda Lazkiye'nin Kardaha kasabasında bir villada yaşıyordu. Öcalan ile Rifad Esad'ın burada yaptığı aşk alemleri yabancı basına bile konu olmuştu.
Aylık 100 dolar karşılığında Güneydoğu'dan toplanan işsiz ve cahil gençlerin ilk grubu Lübnan'daki Suriye yanlısı, Yaser Arafat aleyhtarı "Filistin'in Kurtuluşu İçin Demokratik Cephe" kamplarına getirildi. İlk desteğini Suriye'nin emrindeki bu örgütten alan Abdullah Öcalan, taraftarlarıyla birlikte Lübnan'ın Halve Kampı'na yerleşti. Bu dönemden sonra Rusya, Bulgaristan, Küba, Yunanistan ve Güney Kıbrıs istihbarat örgütleri PKK'yı güçlendirmek için seferber oldu.
Özellikle Suriye, gizli servisi Muhaberat tarafından yetiştirilmiş kendi Kürt ve Ermeni vatandaşlarını PKK'nın kilit mevkilerine getirerek örgütü tümüyle kontrol altına aldı. Rifad Esad, PKK'nın Suriye ve Lübnan makamları ile olan ilişkilerini düzenliyor ve uyuşturucu trafiğini organize ederek mali kaynak sağlıyordu. Uzun bir inceleme konusu olan Suriye - PKK ilişkileri; Hatay sorunu, Güneydoğu Anadolu Projesi'nin (GAP) engellenmesi ve uyuşturucuların Avrupa'da dağıtımı gibi pek çok ortak paydaya dayanıyor. Suriye'nin PKK desteğindeki uyuşturucu ticaretinden elde ettiği yıllık gelir 2 milyar dolar, PKK'nınki ise yılda 900 milyon dolar civarındaydı.
PKK, Afganistan'dan aldığı uyuşturucu hammaddesini İran gizli servisi SAVAMA'nın yardımıyla Irak üzerinden Suriye ve Lübnan'a taşırken, bir kısmını da İran'da kurulan imalathanelerde işliyordu. İran, kendi ülkesinde uyuşturucuya ağır yasaklar koyarken, din ve rejim düşmanı olarak gördüğü Avrupa'ya taşınmasına göz yumuyordu.
Büyük ölçüde Suriye'nin kontrolündeki Bekaa Vadisi'nde işlenen uyuşturucular, Güney Kıbrıs (ve çevresindeki bazı ıssız adalar), Yunanistan, Almanya ve Hollanda üzerinden bütün Avrupa'ya ulaştırılıyordu. Bu konuda zaman zaman diplomatik yollara başvurulurken, kimi zaman da Avrupa'da kurulmuş paravan şirketler ticarete aracı oluyordu. Batılı ülkeler bu gerçeği bilmelerine karşın, bölgesel çıkarları yüzünden PKK'ya karşı ciddi bir önlem almaktan her zaman uzak duruyordu.
Suriye yönetimi, Türkiye'nin ve ABD'nin baskıları karşısında zaman zaman PKK'ya olan desteğini çektiğini açıklamasına rağmen buna hiçbir zaman uymadı. Suriye'nin sıkıştığı anlarda Yunanistan, Rusya, Ermenistan, İran ve Libya devreye girerek PKK'nın güç kaybetmesi önlendi. Öcalan, Hafız Esad'a kadar pek çok üst düzey yönetici ile birçok görüşme yaptı. Şam ve Halep yakınlarındaki Suriye'ye ait eğitim kamplarını kullandı. Suriye'de rahat çalışabilmesi için kendisi ve yakın adamları için bizzat Askeri İstihbarat Başkanı Ali Duba imzalı Arap isimli kimlikler çıkarıldı. Şehirlerarası seyahatlerinde Muhaberat tarafından özel eskortlar görevlendirildi.
"Terör ittifakı"
İran ile Suriye'nin bölgede düşmanları ortaktı. Irak, Türkiye, İsrail ve ABD'nin diğer bölge müttefikleri başlıca hedefler arasındaydı. Özellikle Türkiye'ye yönelik düşmanlığın temelinde çok ilginç sebepler vardı. Suriye'de bulunan Türkler, İran'da bulunan Azeriler her iki ülke yönetimleri için de tehdit arz ediyordu. Ayrıca Suriye'nin hala hak iddia ettiği Hatay'ın 1939'da Türkiye'ye kazandırılması; İran'ı bölgenin güçlü ve çağdaş bir ülkesi yapmak için çalışan İran Şahı'nın pek çok alanda Atatürk'ü örnek alması yine bu ülkelerin tarihsel düşmanlığının temel nedenlerindendir.
İran'ın Ortadoğu'da Suriye ile ittifak kurması, İslam devrimciliğinin İslam terörizmine dönüşmesine yol açtı. Kendisini "İslam Devriminin Önderi" olarak lanse eden İran'ın, Suriye'nin 1982 Ocak ayında Hama'da Müslüman Kardeşler Ayaklanması'nı bahane ederek 10 bin Müslüman'ı öldürmesine ses çıkarmaması, bütün İslam dünyasındaki Sünni siyasal İslamcı örgütlerde şok etkisi oluşturdu. Sünni siyasal İslamcılar, İran İslam devrimciliğinin aslında bir Şii hareketi olduğunu fark etti. Bu şekilde dışlanan İran için tek yol kalıyordu; Arap dünyasındaki Şii muhalefet hareketlerine ve kendilerinden yardım almakta mahsur görmeyen radikal İslamcı örgütlere destek olmak.
İran'ın Hizbullah'a yaptığı silah ve malzeme yardımı önce Şam'a, buradan da Suriye'nin kontrolü altındaki bölgede faaliyet gösteren örgüt merkezlerine gönderiliyordu. Kargo uçakları ile Şam'a, buradan da kamyonlarla Lübnan'a ve Bekaa'ya taşınan ağır silah trafiği, 1996 yılında büyük artış gösterdi. Suriye'nin Lübnan'da yaklaşık 35 bin askeri vardı ve İran, Arap dünyasından tümüyle koparak düşmanlığının tescillenmesini istemediği için Suriye ile ittifakını sürdürmek amacıyla ne gerekirse yapıyordu. Suriye'ye değişik adlar altında mali yardımlar yaparak askeri ve siyasi işbirliğini güçlendirdi.
1990'lı yıllarla birlikte Körfez ülkelerinde İran yanlısı Hizbullah örgütleri boy göstermeye başladı. 1996 yılı başında muhaliflerin yoğun baskısı altındaki Bahreyn'de Bahreyn Hizbullah'ı ortaya çıktı. Suudi Arabistan'daki Amerikan askeri varlığına karşı girişilen bombalama eylemini de yine adı ilk kez duyulan Körfez Hizbullah'ı üstlendi.
Terör örgütleri çeşitli isimlerle Türkiye'nin karşısına çıktı. Türkiye'de Kürt ayaklanmasının meydana gelmesi için Ortadoğu ülkeleri yıllarca çaba harcadı. Kürt sorunu, günümüzde Suriye, İran ve Irak'ı da tehdit ediyor. Yıllar önce ilki 1806 yılında Süleymaniye Kürtleri'nden Babanzade Abdurrahman Paşa önderliğinde Kürt istiklalini temin için başlayan Kürtçülük hareketi şimdilerde Suriye, İran ve Irak'ın bütünlüğü için de bir tehlike durumuna geldi. Suriye ve İran'da zaman zaman başlayan Kürt ayaklanmaları bastırılsa da bu isyanların ileride büyük olaylara gebe olacağı öngörülüyor.