Basın ve ifade özgürlüğünün kısıtlandığı; haber yaptığı için cezalandırılanların; baskının, sansürün ülkesi Türkiye’de bugün 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü. Birleşmiş Milletler’in daha özgür ve bağımsız bir basın için 1993 yılında ilan ettiği Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde gazetecilik mesleği çok büyük tehdit altında.
Gazetecilerin tutuklandığı, haberleri gerekçe gösterilerek işsiz bırakıldığı, şiddet gördüğü ve öldürüldüğü ülkede, basının üzerindeki kara bulutlar gitmek bilmiyor. Onlarca gazeteci ya öldürüldü ya da saldırı sonucu yaralandı. Türkiye Gazeteciler Sendikası’nın verilerine göre 26 gazeteci ya da medya çalışanı cezaevinde. Radyo ve Televizyon Üst Kurulu (RTÜK) ile Basın İlan Kurumu’nun (BİK), baskıları ise gazete ile televizyon kanallarına adeta nefes aldırmıyor. Dünya Basın Özgürlüğü Endeksi 2021’e göre Türkiye’nin 180 ülke içinde 153’üncü sırada yer alması kara tabloyu özetler nitelikte.
BirGün'den Dilan Esen'in haberine göre 72 yıllık duayen gazeteci Altan Öymen, basına baskının bu denli hiçbir dönem yaşanmadığına dikkat çekti. Baskının boyutuna dikkat çeken Öymen, şunları söyledi: “Demokrasiye geçiş sürecimizin başlangıcı sayılan 1947 yılından beri 75 yıl geçti. O zamandan bu zamana kadar basınımızın baskılar altında kaldığı dönemler de var. Askeri yönetim, sıkıyönetim, olağanüstü hal yılları da var. Ama o yıllar dışında ben, gazetelerimize ve televizyonlarımıza yönelik baskıların bu ölçülere vardığı bir başka zaman hatırlamıyorum. 1950'lerin başları, 1960'ların, 1970'lerin, İsmet İnönü’nün, Demirel’in, Ecevit’in başbakanlık yaptığı dönemler, 1980 darbesinden sonraki sivil hükümetler ve 2002’de iktidara gelen AK Parti hükümetlerinin ilk yılları… O dönemlerin hiçbirinde, basın mensuplarından hapse girenlerin sayısının bu kadar yükseldiği hem de büyük kısmının hükümsüz olarak yıllarca cezaevinde tutulduğu görülmedi.”
HAPİS DE VAR POLİS DE
Basına yönelik baskının türlü yollarının oluşturulduğuna da değinen Öymen, sözlerini şöyle sürdürdü: “Basını, bir kısmı polis ve yargı gücüne de telkinlerde bulunarak hapis yoluyla veya hapis tehdidiyle yola getirme merakının, başka yolları da icat edildi… Vergi mekanizması yoluyla mali baskılar devreye sokuldu. Yayın organlarını başkalarına satın aldırtarak, satın alma namzetlerinin paraları yetmiyorsa, o paraları devlet bankalarına ödetip, alım-satım işlerine devlet yardımı sağlayarak gazete ve televizyonların büyük bir kısmının yayın çizgileri değiştirildi. Büyük bir kısmı, kuruluşlarından beri bağımsız gazeteler halindeyken iktidarı körü körüne destekleme yoluna sokuldular.
Ve demokrasinin temel ilkeleri olan hukukun, adaletin, eşitliğin, bilimselliğin sağlanması amacıyla kurulmuş özerk devlet kuruluşları, o amaçların tam tersine sonuçlara ulaşma aracı olarak kullanılır hale geldi.”
KABUL ETMEYENE CEZA
RTÜK ve TRT’nin iktidarın sözcüsü haline getirildiğinin altını çizen Öymen, bunu reddeden basın kuruluşlarına ise ‘ekran karartma cezaları verildiğini vurguladı. Öymen, sözlerini şöyle sürdürdü: “Mesela, televizyonların siyasal görüşler ve partilerle ilgili yayınlarında her görüşe eşitlik ilkesine uygun şekilde davranmalarını sağlamak için kurulan RTÜK, artık başta devlet televizyonu TRT olmak üzere, televizyonların iktidar politikalarının sözcüsü haline gelmesini, o hale gelmeyi kabul etmeyenlere ‘ekran karartma’ cezalarıyla korkutmayı hedef edindi.