"Bu seçimde sadece parti oylanmayacak, Başbakan seçilmeyecek, yeni ekonomi ve siyasi kadroları belirlenmeyecek" diyen Karagül, "Bu seçimde Türkiye'nin yüz yıllık mücadelesi, son İstiklal Savaşı için karar verilecek. Ben işte bu mücadelenin tereddütsüz tarafıyım" ifadelerini kullandı
Karagül'ün Yeni Şafak'ta "Yüz yıllık sabır, son bayrak, son umut!.." başlığıyla yayımlanan (3 Haziran 2015) yazısı şöyle:
Türkiye, yaşadığımız coğrafyada özgürce dalgalanabilen son bayraktır. Bu bayrağın tekrar düşmesine izin vermeyin. Düşerse millet düşecek, ülke düşecek, bütün mazlumlar düşecek, tarih eski seyrine dönecek, yüz yıl sonra ele geçirdiğimiz fırsat gidecek, tarih yapıcı gücümüz gidecek.
Mısır gibi, Irak gibi, Ukrayna gibi, bölgesel kaos senaryosunun birer birer yuttuğu ülkelerden biri haline geleceğiz. Yeniden vesayet, yeniden çaresizlik, yeniden yıkım ve imkansızlıklarla boğuşur hale geleceğiz.
Yüz yıl önce de tek bayraktı bu ülke. Küresel koalisyonun parçalayıp dağıttığı coğrafyanın bilinen son özgür bayrağı, son dayanağı, son umudu idi. O düştüğünde coğrafya düştü, Atlantik kıyılarından Pasifik kıyılarına kadar bütün uluslar düştü, kimsesiz kaldı.
Umutsuzluk sadece Anadolu'yu değil, Kuzey Afrika'yı, Güney Asya'yı, bize Ortadoğu olarak öğretilen kendi coğrafyamızı sardı. Artık bizim için hiçbir gelecek yoktu, millet olma, özgür olma beklentimiz kalmamıştı.
Yüz yıllık sabırla geldik bugüne
Yüz yıllık bir sabırla, azimle, suskunlukla geldik bugünlere. Dayandık, sesimizi çıkarmadık, gizli gizli direndik, hep o bayrağı tekrar dalgalandıracağımız, o ülkeyi, milleti, coğrafyayı tekrar ayağa kaldıracağımız günleri hayal ettik.
Anadolu sabrı, yüzyıllık sabır, Birinci Dünya Savaşı ile şekillenen cepheyi sessizce aşındırdı, eritti. Bize bir kapı açtı, bir yol çizdi, bir nefes aralığı verdi. Kendimize geldik, kendimizi, ülkemizi, onurumuzu, geçmişimizi farkettik.
Coğrafyamızı, yüz yıllık esareti farkettik. Özgür olmadığımızı, bağımsız olmadığımızı, yerimizin burası olmadığını, Birinci Dünya Savaşı sonrası çizilen bir proje olduğumuzu anladık. Baas Irak'ı gibi, Baas Suriye'si gibi, coğrafyadaki monarşiler gibi bir senaryo olduğumuzu gördük.
Ve silkindik, toparlandık, yeniden ayağa kalktık…
Ve silkindik, kendimize geldik, toparlandık, bayrağı tekrar yükseklere diktik, gözümüz coğrafyayı gördü, gönlümüzün ne kadar geniş olduğunu anladık. Bu bir meydan okumaydı. Kendimize, zihinlerimize, doğru zannettiğimiz gerçeklerimize, dünyaya bir meydan okumaydı.
Yeni dünya tasarlanırken, ülkeler parçalanırken, etnik ve mezhep savaşları bölgeyi kavururken, dünya hızla yeni başkentlere yelken açarken, Atlantikçi eski efendilerimiz kendi dertlerine düşmüşken, küresel iktidar tekeli kırılmışken biz de büyük bir yürüyüş başlattık.
Osmanlı siyasal otoritesi dağıldığından bu yana en güçlü sesimizdi bu. Bir duruş bir irade, yeni bir siyasi dildi. Anadolu köylerindeki insanlarımızın da, Avrupa sokaklarını arşınlayan insanlarımızın da yürüyüşü değişmişti, konuşması, düşüncesi, kendine ve ülkesine bakışı değişmişti. Korku duvarlarını aşmıştık, korku dolu gözlerle baktığımız ülkelerin zaaflarını keşfetmiş, zayıflıklarını görmüştük ve bu bize daha bir cesaret vermişti.
Bu ülkeyi bir kez daha kurban vermeyeceğiz
On yıldır, başka bir Türkiye'de yaşıyoruz biz. Bir kayıp yüzyıldan sonra ilk kez kendi ülkemizde, kendi devletimizle, milletimizle, coğrafyamızla yaşıyoruz. Bayrak düşerken nasıl bütün uluslar, ülkeler düşmüşse, bu dönemde o uluslar, o ülkeler de bizim gibi umuda sarılmıştı. Kimsesizlerin ülkesiydik, yine kimsesizlerin umudu olduk.
Milletler, büyük kararlarla, büyük emeklerle verdiği mücadeleleri, elde ettiği kazanımları çok küçük kararlarla, anlık tavırlarla bir anda kaybeder. Öfkeler, nefretler, kişisel hırslar, partizan şartlanmalarla kaybederler. Biz yeniden o basiretsizliklere mahkum olmayacağız, hata yapmayacağız, kendimizi ve ülkemizi kurban vermeyeceğiz.
Türkiye ilk kez güçlü bir siyasi akılla, devlet aklıyla yönetiliyor. İlk kez bir büyük devlet refleksiyle hareket ediyor. İlk kez devlet-milletle kucaklaşıyor, refah ve güvenlik yolunda emin adımlarla ilerliyor ve kültürel kimliğine sarılıyor. İşte dediğimiz büyük meydan okuma bu. Çünkü tarih değiştiriyor, güç haritasını değiştiriyor, eski defterleri kapatıyor Birinci Dünya Savaşı sonrası biçimlendirilen statükonun defterini dürüyor.
Böyle olunca da 1. Dünya Savaşı'nda olduğu kadar karşımızda bir cephe oluştu. Aynı adresler, aynı çevreler, aynı güçler Türkiye'yi yeniden sindirmeye, diz çöktürmeye ayarlı bir savaş başlattı.
Bu cephe var diye vazgeçmeyeceğiz, korkmayacağız, yılmayacağız. Biliyoruz ki, ilk kez bu cepheyi aşacak gücümüz var, bu cepheyi kırmadan da biz olamayacağız, özgür bir ülke olamayacağız, tarihi normalleştirip kendi havzamıza yerleşemeyeceğiz.
O bayrak ikinci kez düşerse yüz yıl daha kaybedeceğiz..
Gezi ve 17 Aralık müdahaleleri işte bu cephenin saldırılarıydı. Türkiye'yi yeniden dizayn etme ve yönetilebilir alana çekme projeleriydi. Direndik ve krizleri atlattık. Yenileri var sırada. Seçim sonrasına ayarlı yeni yıkım çalışmaları, hazırlıkları var. İçeride ve dışarıda ne hazırlıklar yapıldığını görüyoruz.
Zayıf bir iktidar, zayıf bir ülke, zayıf bir ekonomik ve zayıf bir siyasi irade savaşı kaybetmemiz demektir. Ukrayna, Mısır hatta Irak olmamız demektir. Coğrafyaya bir bakın, adım adım ilerleyen yıkımları, ülke ülke ilerleyen parçalanmaları bir görün. 21. yüzyılın en kapsamlı küresel planlamasıdır bu ve denklemi bozacak tek ülke de biziz. Tarih bize yeniden aynı görevi verdi, bu bir ilahi takdirdir.
Son bayrak yine biziz.
Ve o bayrak ikinci kez düşerse bir yüz yıl daha kaybedeceğiz demektir.
İşte bu yüzden 'Son İstiklal Savaşı' diyoruz
7 Haziran'da işte bu mücadeleyi oylayacak Türkiye. Yeniden eski günlere, koalisyonlara, eyalet valisi edasıyla denetim yapan büyükelçilere, insanlarımızın bütün kazanımlarını tek bir kriz projesiyle sağan ekonomi yönetimlerine, Beyaz Saray'da el pençe duran liderlere tanık olmayacaksak 7 Haziran'da Türkiye'yi oylayacağımızın farkında olmalıyız.
Büyük yürüyüş devam etmeli, bir oyla bile olsa devam etmeli. O bir oy bugün Çanakkale'de bu toprakların mahremiyetini korumak için atılan top mermileri kadar etkilidir, unutulmamalı. Çünkü biz, bu seçimleri Türkiye'nin kaderiyle bir görüyoruz. Bu mücadeleyi de Son İstiklal Savaşı olarak görüyoruz.
Kampanyaya bakıyoruz, Türkiye'nin yeni siyasi mücadelesinin karşısında tam bir ittifak, Türk milliyetçisi de, Kürt milliyetçisi de, eskinin darbeci çevreleri de, terör örgütleri de, paralel örgüt de, CHP de aynı safta cephede şekillenmiş.. Hepsi bir şekilde AK Parti iktidarını devirip, Türkiye'yi yeniden Anadolu sınırlarına hapsetmeye ayarlanmış. Demokratik bir seçim görüntüsü altında “nasıl bir Türkiye olacak” kavgası yaşanıyor.
Hiç biri ülkeyi bugünkünden bir adım ileriye taşıyacak tek bir cümleye sahip değil. Söylemlerine bakıyorsunuz, eski Türkiye dilinden başka bir şey yok. Onları tek bir cephe haline getiren irade nedir, kimdir? Kim bu ülkenin büyük yürüyüşünü kırmak için meşru olan ve meşru olmayan bütün yapıları biraraya getirdi?
Küskünlere de bir söz var
Bir de AK Parti küskünleri diye bir şey var. Kimi aday olamadığı için, kimi daha fazla alamadığı için, kimi mevki makam elde edemediği için küsmüş. Dikkat ediyorum, kaybettikleri için değil, daha fazla elde edemedikleri için bu küskünlükler. Öyleyse bu bir ülke meselesi, davası, Türkiye mücadelesi değil. Suskunlar, beklentisiz mücadele edenler yerinde duruyor, onların ayakları sapasağlam.
Onları bilmem ama ülke, on yılda, on beş yılda kazandığını iki yılda kaybedebilir. Bu yüzden, her şeyin ötesinde bir hesap olduğunu, kişisel hesapların ötesinde bir Türkiye olduğunu, bireysel zaaflarımız ve zayıflıklarımızın ötesinde bir mücadele yaşandığını hatırlatmak isterim. Kaybetmenin acısını unutanlar daha fazla elde edememeyi kayıp sanıyorlar.
Bu mücadelede tereddütsüz tarafım
Bu seçimde sadece parti oylanmayacak, Başbakan seçilmeyecek, yeni ekonomi ve siyasi kadroları belirlenmeyecek. Bu seçimde Türkiye'nin yüz yıllık mücadelesi, son İstiklal Savaşı için karar verilecek, bütün coğrafya oylanacak, kimsesizlerin umutları oylanacak.
Türkiye'nin büyük yürüyüşünün karşısında içeride ve dışarıda şekillenen böylesine bir cephe varsa, o yerli, Türkiyeli cephe hiçbir şekilde zayıflatılmamalı, daha da güçlendirilmeli.
Bu yüzden herkesi sandığa çağırıyorum. Bu ülkenin yeniden boynunun bükülmemesi için güç vermeye çağırıyorum. Size rağmen, bize rağmen, hepimize rağmen bir hesap olduğunu, kişisel hınçlarınızdan, çatışmalarınızdan, hesaplarınızdan öte bir hesap olduğuna inanıyorum.
Ben işte bu mücadelenin tereddütsüz tarafıyım.