KURTLAR Vadisi’nin’ Elif’i olarak hayatımıza girdi ama hiç durmadı Özgü Namal. Sadece son üç yılda ‘Organize İşler’, ‘Polis’, ‘Beynelmilel’, ‘Mutluluk’ filmlerinde oynadı; art arda başarılı işlere imza attı ve ödüller aldı. Son olarak ‘O..Çocukları’ filmiyle gündemde olan oyuncu ödül alınca, bir genç kız şımarıklığına kapılmadığını söyledi. Namal’a göre ‘şöhret’in bir diğer adı ‘şeytan’...
“Şöhret içi boş bir balon. Dışardan çok tatlı, çok sevimli, çok cilalı gibi görünebilir ama içinde bir şey yok, içi boş. Şeytana da, şöhrete de kanmamak lazım” diyor. Şu sıralar senaryo yazmayı öğrenen oyuncu yeni projesi için de şunları söyledi. “Kadın hikâyeleri az olduğu için çok sinirleniyorum ve artık kendim yazmaya karar verdim. Hikâyemde bir kadın var, onu da ben oynayacağım maalesef kusura bakmasınlar.”
Kadın hikâyesi az diye sinirlendim, kendim yazıyorum
Bu yıl aldığı ödüllerle adından söz ettiren Özgü Namal işin mutfağına da dalıyor. Bir kadın hikâyesinin filmini çekmek istediğini söyleyen oyuncu şu sıralar senaryo yazmayı öğreniyor
‘Kurtlar Vadisi’nin Elif’i olarak hayatımıza girdi ama hiç durmadı Özgü Namal. Sadece son üç yılda “Organize İşler”, “Polis”, “Beynelmilel”, “Mutluluk” filmlerinde oynadı; art arda başarılı işlere imza attı ve ödüller aldı. Son olarak “O..Çocukları” filmiyle gündemde olan Namal’ın sırrı, belki de hayatta yaptığı en iyi şeyin oyuncu olmak olduğunu söyleyecek kadar işine aşık olması...
Ta eskiden büyüyünce mutlaka oyuncu olacağım dermişsiniz...
Doğru, 14 yaşındaydım beni tiyatro kursuna yazdırdıklarında. Ben o zaman da “tiyatrocu olucam” derdim. Lisedeyken de öyle, hep oyunculuğa kanalize ve konsantre olmuştum ve insan bir şeye konsantre olunca oluyor.
Öğrenciyken harçlık çıkarmak için palyaçoluk yaptığınız doğru mu?
Konservatuvarda okurken hafta sonları, doğum günleri olurdu. O doğum günlerinde palyaço kılığına, ayı kılığına ya da civciv kılığına bir iki kere girmişliğimiz var arkadaşlarla. Hem eğlenelim hem birazcık para kazanalım diye.
Diziler, filmler, ödüller, Altın Portakal ve son olarak Yeşilçam En İyi Kadın Oyuncu Ödülü. “Oyuncu olucam” dediniz ve yaptınızVe sadece oyunculuk yaptım. işimi yaptım, o kadar! Ben bunların gelmesi için hiçbir çaba sarf etmedim, sadece işimi yaptım. Zorlarsanız olmaz. Bıraktım, geldi!
Sanki ödülleri de vakurla kabul ediyor gibisiniz.
Öyle açıkçası. Ödül alınca, bir genç kız şımarıklığına kapılmadım. Arada bir ‘Ya ben ne yaptım da, bunlar oldu?’ diye sorguluyorum, sonra da ‘Aman ha, sakın kapılma buna! Bugüne kadar farkında olmadan yaptın her şeyi, yine aynı saflıkla yaklaş lütfen!’ diyorum. Zor oluyor tabii ama, kirlenmemeye çalışıyorum.
Gündemde, Sırrı Süreyya Önder’in kaleminden çıkmış bir senaryosuyla “O... Çocukları” var..
Çok güzel ve trajik bir kadın hikâyesi “O... Çocukları”. Sırrı, kadınlarla ilgili bir hikâye yazdığı için çok mutlu oldum. Çünkü çok az insan kadın hikâyesi yazılıyor. Bütün senaristler erkek olduğu için hep erkek hikâyeleri yazılıyor.
Hikâye nerede, hangi zamanda geçiyor?
İstanbul’da. 1980-82 yılları. Fonda yine 12 Eylül var ama öyle çok sert değil bu sefer. Emanetçi anne evinde geçiyor çoğunlukla.
Siz de İtalyan Donnatella’yı canlandırıyorsunuz.
28-29 yaşlarında yaşlarında Donnatella; annesi Türk, babası ise İtalyan. Arya okuyan, arya söyleyen, konservatuvara burslu girmek üzere hazırlanmış bir kızcağız. Hayatında bazı şeylerin çıkmaza girdiği bir zamanda, birilerine yardım etmek için Türkiye’ye geliyor ve burada bir maceranın içine giriyor.
Bugüne kadar oynadığınız karakterlerden biraz farklı...
Benim kadın olmak, kadın tarafımı ortaya çıkarmak gibi bir derdim gerçekten yok. Ben her zaman söylüyorum, rollerim de benimle birlikte büyüyor ve gelişiyor. Donna, Gülendam ve Meryem’e nazaran birazcık daha dişi görünümlü.
Film sırasında çok hastalanmış, sesinizi kaybetmişsiniz.
Hastalandım (gülüyor), dedikodu vermişler... Kronik faranjitim var benim, çocukluktan kalma. O zamanla, benim gibi oyuncuların aslında hiç yakalanmaması gereken, laranjit diye bir hastalığa çevirdi. Bir gün çok fena sesimi kaybettim, çekemedik, iptal ettik seti. Gittim ilaç aldım, geri geldim, hâlâ sesim çıkmıyor, herkese yazarak anlatıyorum, herkes gülüyor falan.
Oynadığınız rol, Özgü’nün hayata bakışında neyi değiştirdi?
Çok güzel bir soru bu, çünkü ben hep “her filmden ne öğrendim, bu rol bana neyi hatırlattı” diye sorarım kendi kendime ama bana hiç sormamışlardı. Ben normal hayatımda hiperaktifim. Elimi, kolumu nereye koyacağımı bilemem ama Donna çok sakin, çok dingin olması gereken, düşünerek tartarak konuşan bir kızdı. Benim içimdeki sakin durağan tarafı ortaya çıkardığımı söyleyebilirim. O tarafı sevdim, eğlenceli oluyormuş.
Sarp Apak’la öpüşme sahneniz gündeme geldi.
Bir film sırtlanıyor; 90 dakikalık bir film çekiyor, yüreğinizi koyuyorsunuz ortaya ve onun içinden bir saniye bile olmayan bir görüntüyü gündeme taşıyorlar! Verdiğiniz koca bir emeği, döktüğünüz alınterini bir kenara koyuyorlar. Ben sadece gülüyorum ve bunu çok zavallı buluyorum.
Kendi film kastınızı kursanız kimleri alırsınız?
(Gülüyor) Güzel. Bir projem var aslında. Sırrı Süreyya Önder’den senaryo yazmayı öğreniyorum bu aralar. Bir kadın hikâyesi. Kadın hikâyeleri az olduğu için çok sinirleniyorum ve artık kendim yapmaya karar verdim. Günlerdir düşünüyorum, çeksem kiminle beraber çekerim diye. Bir kadın var filmde, onu da ben oynayacağım maalesef, kusura bakmasınlar. Tunçel Abi (Kurtiz) geçiyordu aklımdan. Olgun Şimşek, Erkan Can’la çalışmak isterim.
Şöhret bir insan olsaydı, kadın mı erkek mi olurdu? Zalim mi şefkatli mi; güzel mi, çirkin mi olurdu?
Şeytan olurdu. Bence şöhret, şeytan gibi bir şey. Kanmak! Şöhret, içi boş bir balon. Dışardan çok tatlı, çok sevimli, çok cilalı gibi görünebilir ama içinde bir şey yok, içi boş. Çok fazla ciddiye alınmaması, çok fazla büyütülmemesi gereken bir şey. Şeytana da, şöhrete de kanmamak lazım.
Başarmış ve suyun öteki tarafına geçmiş biri olarak, çimler orada daha yeşil mi?
Hayır, çimler her yerde aynı. Nasıl baktığınızla alâkalı. Ben sizin tanımınızla başarılı ve ünlü olmadan önce de, çimler benim için her zaman yeşildi. Ben her zaman çok pozitif, çok eğlenceli hayatı her zaman çok hafife alan, ciddiye almayan ve gözünde büyütmeyen bir insandım, hâlâ da öyleyim.
Hayatta ve işte sizce nerede küçük oynuyor olabilirsiniz?
Her şeyde! Ben arada laflar uydururum. Günlerdir kafamda şöyle bir şey var: Büyüme, küçülürsün! Hiç büyük oynamam ben, çünkü büyük oynarsam küçülür, geri giderim. Büyüdükçe küçülmek zorundasınız, bu önemli bir şey.
Bir insanın yaşamadan ölmemesi gereken duygu ne?
Özgürlük çok önemli, ama ruhsal, içsel özgürlük. Fiziksel özgürlük, ailenin evinden ayrılmak, kocandan ayrılmak değil söylediğim. Bazen dört duvar arasındasınızdır ama kendinizi çok özgür hissedersiniz.
Doğu’ya gittiğinizde, orada gördüğünüz kadınlara bunları hiç söyleyebildiniz mi?
Yemin ederim, Doğu’da da gittiğim yerlerde, oradaki kızlara da söylüyordum. Yaşadığınız yerin hiçbir önemi yok, her şey sizin nasıl baktığınızla alâkalı. Orası dünyanın en güzel yeri de, en kötü yeri de olabilir, yeter ki siz oraya güzel bakın! Kendinizi gerçekten özgür hissedebilirsiniz. Okuyarak, bilinçlenerek, gizli gizli bile yapabilirsiniz bunu. Ölmek pahasına da olsa, ucunda ölüm de olsa, özgürlüğünüzü feda etmeyin. Uğruna ölünecek bir şey özgürlük!
Karşı cinsten birisi olsaydınız Özgü Namal’da neyi beğenirdiniz?
Sürekli gülmesini ve samimiyetini. Hesapsız kitapsızca, oynamadan. Doğallığını severdim. Zor bir soruymuş.
Çıtı pıtı, sempatik diye bildiğimiz kadının aksine soğukkanlı, güçlü, hatta bakışlarında hafif bir sertlik olan bir kadın görüyorum karşımda.
Doğru, öyle, evet. İşte ben kendimi anlatmayı sevmiyorum. Bana kendinizi anlatır mısınız diye sorulduğunda derim ki siz anlatın, siz ne görüyorsanız onu söyleyin. Söyledikleriniz doğru, bunların dışında pek bir şey yok.
Oktay da bebek gibidir
Oktay Kaynarca güçlü, otoriter imajının aksine özelinde daha kıpır kıpır, daha canlı biri gibi sanki.
Doğru, evet öyledir, daha naiftir.
Sizi birbirinize bağlayan ne?
Saflığımız, temizliğimiz ve hâlâ ne olursa olsun kirlenmemiş olmamız. O da çok çocuk gibidir, bebek gibidir. Çok temiz kalpli ve çok iyi yüreklidir. Bu da en önemli özelliğimiz diyebilirim.
İkiniz de sanat camiasındansınız. Bu sistemde ilişkiyi yürütmeyi nasıl başarıyorsunuz?
Hiçbir şey yokmuş gibi yaşıyoruz. Biz büyütmüyoruz bu şöhretli olma, oyuncu olma durumunu. Normal, sıradan insanlar gibi yaşıyoruz. Sakin olarak, samimiyetle ve saygıyla.
Ona yemek yapar mısınız? Sevdiğinizi küçük sürprizlerle gösterir misiniz? Kim daha dağınıktır?
Herkese yaparım yemek. Vallahi! Anneme de, Gaye ablama da pişiririm. Öte yandan sürprizleri sevmem, öyle çok aşırı romantikliklerim yoktur. Reelimdir yani. Ve da ben daha dağınığım. (MİLLİYET)