Araştırma, kültürün insan genetiğini değiştirdiğinin ilk kanıtı.
Laktik aside karşı insan midesinin direnç göstermesi kültürel ve tarımsal evrimle ilişkilendiriliyor. Tarımın gelişmesi ve ineğin evcilleştirilmesiyle insanlar süt içmeye başladı. Normal şartlarda insan midesi sütteki laktik asite karşı direnç gösteremediği için bozuluyor. Ancak zamanla süt içildikçe kuşaktan kuşağa süte karşı direnç gelişiyor ve bu direnç insan genomlarına geçiyor. Türkiye’de de nüfusun yüzde 73’ünün inek sütündeki laktoza karşı direnci olmadığı ve mide sorunu yaşadığı tahmin ediliyor.
İnsanlık tarihi boyunca sütteki laktoza karşı direnç ancak tarımın gelişmesiyle mümkün oldu. Sütün içindeki laktozun insan midesinde sindirimi için özel enzimlerin salgılanması gerekiyor. İneğin ilk kez evcilleştirilmesi 9.000 yıl öncesine dayanıyor, daha sonra insanlar inek sütü içtikçe, gerekli enzimler evrimsel olarak zamanla mide tarafından salgılanmaya başladı. Laktoza direncin ortaya çıkması, genetik olarak bir genin de harekete geçmesi anlamına geliyor.
FUNNEL BEAKER KÜLTÜRÜ
İnsanlar arasında ilk laktoza karşı direncin 5.000 ila 6.000 yıl önce, kuzey ve batı Avrupa’da geliştiği düşünülüyor.
|
Kuzeybatı Avrupa'da Funnel Beaker'ın torunları bugün de laktoza karşı dirençli. |
Birçok hayvanın Funnel Beaker denen, İsveç ve Norveç’in güneyi, Danimarka, Hollanda ve Almanya’nın kuzeyi ve Baltikler’i kapsıyan bir bölgede evcilleştirildiği tahmin ediliyor. Bu bölgelerde yaşayan insanların laktoza karşı direnç geliştirdiği ve bunun genlere de yansıdığı biliniyor. Hollanda ve İsveç halklarının neredeyse tamamı laktoza karşı dirençli. Buna karşılık, Avrupa ‘nın diğer toplumları aynı dönemde laktoza karşı dirençli değildi. Aynı bölge insanında da tarımsal yaşam tarzına sahip kişilerde laktoz direnci görece daha yüksek çıkıyor.
AFRİKA KABİLELERİ MERCEK ALTINDA
Bilim insanları Avrupa toplumlarındaki laktoz direncinin diğer coğrafyalarda da olup olmadığını araştırmak için Afrika’yı inceledi. University of Maryland uzmanı Sarah Tishkoff, laktoz direncini Afrika’da 43 etnik grupta araştırdı ve 3 farklı genetik mutasyonun bu etnik gruplarda laktoz direncini yarattığını buldu. Araştırmanın kayda değer bulgusu, Afrika’da laktoz direcininin gelişmesini sağlayan genetik mutasyonun Avrupa’daki süreçten farklı olması, hatta 3 kabile arasında da farklı genetik mutasyonlara dayanması.
TARIM-LAKTOZ DİRENCİ İLİŞKİSİ
Örneğin, Nil-Sahra etnik grubuna dahil Kenyalı bir kabilede laktoz direncinin 2.700 ila 6.800 yıl önce geliştiği gözlemlendi. Tishkoff, bu genetik takvimin tarihi bulgularla örtüştüğünü düşünüyor, zira laktoz direnci olan Kenyalı kabilenin daha kuzeyden 4.500 yıl önce geldiği ve geldiğinde de tarımla uğraştığı biliniyor. Tishkoff’a göre bu kabileler dünyadaki en güçlü laktoz direnci genlerine sahipler.
|
|
Tishkoff Sudan’ın kuzeydoğusunda Beja ve Kenya’da bir başka kabilenin de laktoz direnci gösterdiğini vurguluyor. Sütün zamanla merkezi bir içecek olmasıyla, kabile üyelerinde laktoz direncini ayarlayan gen de kuşaktan kuşağa geçişte kendini güçlendiriyor. Teoriye göre, laktoz direnci sayesinde kabileler kuraklık zamanlarında süt içerek sütteki sudan yararlandı ve bu süreç onlardaki laktoz direncinin daha da güçlenmesini sağladı. Laktoz direnci olmayanlar ise evrim açısından görece güçsüz kaldılar.
ANTROPOLOJİK VE GENETİK KANITLAR ÖRTÜŞÜYOR
Laktoz direncinin gelişimi, Afrika toplumlarındaki tarımın ilerlemesi ve linguistik verilerle örtüşüyor. Afrika’da ineklerin evcilleştirilmesi ilk kez 8.000 yıl önce kuzeybatı Sudan’da meydana geldi. Sudan’ın Nil-Sahra dilleri konuşan kabileleri ve Kızıldeniz bölgesinde yaşayan Kuş medeniyeti inekleri evcilleştirmişti. Bu kabilelerin dillerinde bu eylemle ilgili sözcükler mevcut. Daha sonra bu kabilelerin tümü Kenya’ya yerleşerek yaşamların burada devam ettirdi ve Tishkoff’un araştırdığı kabileyi oluşturdu.
|
Beja kabilesi halen Sudan'ın kuzeyinde yaşıyor. |
Genetik ve antropolojik verilerin örtüşmesi aslında sık rastlanan bir durum değil. Tishkoff’un araştırmasına konu olan laktoz direncinin tarımla ilişkili olması, antropolojik kanıtların incelenmesini kolaylaştırıyor. Araştırma, insanın doğal çevresine uyumunun aslında genetik değişimi tetikleyeceği ve bunun genomlara yansıyacağının kanıtlanması açısından önem taşıyor. Farklı birçok coğrafya ve iklim özelliğine evsahipliği yapan Afrika bu anlamda uygun bir laboratuvar.
İnsanların 50.000 yıl önce Afrika’dan dünyaya yayıldığı tahmin ediliyor; insanın ataları yeryüzünün farklı bölgelerinde farklı evrimsel süreçlere dahil oldu ve mutasyonlara uğrayarak bugüne geldi. Bu süreçler de genetik kodlarda deşifre edilebiliyor. Türkiye’de de nüfusun yüzde 73’ünün inek sütündeki laktoza karşı direnci olmadığı ve mide sorunu yaşadığı tahmin ediliyor.
Not: Araştırma Nature Genetics dergisinde yayımlanmıştır.