Başlıktaki bu sorumun cevabını yine ben vereceğim..
Tarih 17 Aralık 2004.. Bu tarihlerde (2000-2008 yılları arasında) Brüksel’de Avrupa Birliği Komisyonu’na akredite bir gazeteci olarak zirveleri ve Türkiye-AB ilişkilerini yakından takip etmek benim görevim olduğu için o günlerin en yakın tanığıyım..
Avrupa Birliği Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvesi Brüksel’de yapılıyor.. Türkiye’nin Avrupa Birliği sürecinde tarihi bir gün.. Çünkü Ak Parti’nin iktidara geldiği yıl olan 2002 yılında yapılan zirvede Başbakan, Abdullah Gül, Ak Parti Genel Başkanı da Recep Tayyip Erdoğan’dı.
İşte o günkü zirvede Türkiye’nin tam üyelik müzakereleri için 2 yıl sonrasına yani 17 Aralık 2004 yılına randevu verilmişti.
Aradan geçen iki yıllık sürede yani Türkiye’de roller değişmiş Abdullah Gül Dışişleri Bakanı, Recep Tayyip Erdoğan ise Başbakan olmuştu.. Liderler Erdoğan’ı yeni yeni tanıyorlardı..
“Uçağın motorlarını çalıştırın. Türkiye’ye dönüyoruz”
Brüksel’de bir buçuk gün sürecek zirve başlamıştı.. Gündem ise Türkiye idi.. Türkiye’nin gündem maddesi olduğu zirveler Avrupalı gazeteciler için hep hareketli olmuştur. Avrupa’nın rutin gündeminin dışına çıkarak gerçek gazetecilik yaptıklarını hissetmişlerdir. Türkiye’nin tam üyelik müzakerelerine başlayıp başlamayacağı konusunda iddiaya girenler, anketler yapanlar bile olmuştu..
Basın Merkezi‘ne, görüşmelerin tıkandığı haberleri geldi.. Kıbrıs konusunda Türkiye köşeye sıkıştırılmıştı. Türkiye’nin AB ailesinin bir ferdi olan Kıbrıs Rum kesimini tanımasını istiyordu.. AB, aday ülkelere kabul ettirmek istediği konularda son ana kadar baskı yapardı..
Yine öyle olmuştu. Ne AB, ne de Erdoğan geri adım atmıyordu.. Başbakan Erdoğan’ın özel uçağının pilotuna “Motorları çalıştırın. Türkiye’ye dönüyoruz” talimatı verdiği haberi basın merkezine ulaştığında iplerin kopma noktasına geldiğini anladık..
Erdoğan, o tarihten bu yana Brüksel’e davet edilmiyor..
Ancak araya, zamanın Fransa Cumhurbaşkanı Jacques Chirac ve Hollanda Başbakanı Balkanande girerek uzun müzakereler sonunda müzakere tarihi üzerinde anlaşma sağlanmıştı..
Türkiye 3 Ekim 2005 yılında Lüksembourg’da düzenlenecek Genel İşler Konseyi (üye ülkelerin dışişleri bakanları) toplantısıyla müzakerelere başlayacaktı.. O tarihte de Türkiye zor anlar yaşadı..
3 Ekim 2005’de de Avusturya ve Yunanistan’ın itirazı üzerine görüşmeler uzamış gece yarısına gelindiğinde saatler durdurulmuş 4 Ekim 2005 tarihi olmadan sorun çözülmüştü.. Çünkü AB Liderleri, 3 Ekim 2005 tarihinde müzakereler başlar dediği için bu tarihin aşılmaması gerekiyordu.. Dışişleri Bakanı Gül, Ankara Esenboğa havalimanında çağrılmayı beklemiş ve gece yarısı Lüksembourg’a gelebilmişti.. Son andaki çağrılmalarından iyice sıkılan Abdullah Gül’ün, “Bir daha gece yarısı beni çağırırsanız gelmem” dediği de tarih kayıtlarına geçmiştir..
Türkiye, Avrupa gündeminden çıkartıldı..
İşte bu süreçten sonra Fransa Türkiye’nin artık zirvelere çağrılmaması konusunda harekete geçti.. Çünkü Türkiye zirveye gelince başta medya olmak üzere her şey altüst oluyor ve Türkiye gündemine yerleşince AB’nin kendi iç konuları yeterince konuşulmuyordu..Üstelik Başbakan’ın “Uçağın motorlarını çalıştırın. Türkiye’ye dönüyoruz” gibi dik çıkışları nedeniyle, Türkiye’yi Avrupa gündeminden çıkarmak gerekiyordu..
O tarihe kadar liderler zirvesi tamamlandıktan sonra aralarında Türkiye’nin de bulunduğu aday ülkelerin liderleri Brüksel’e davet edilerek dönem başkanı ülke tarafından, zirve kararlarıyla ilgili olarak bilgilendiriliyordu..
İşte bu uygulama 17 Aralık 2004 zirvesinden sonra kaldırıldı. O tarihten bu yana 8 yıldır, Başbakan Erdoğan Brüksel’deki zirvelere davet edilmedi ve AB ailesi fotoğraflarına da katılamadı..
“ Brüksel’e davet edilmesi için her yol denendi..”
Hatta Başbakan Erdoğan’a AB üyesi ülkelerin başkentlerinden gelen resmi davetlerin sayısı da iyice azaldı. Avrupa başkentleriyle sadece ekonomik ilişkiler ve günlük politikalarla ilgili olarak ilişki kurabiliyor.
Başbakan Erdoğan’ın Avrupa Birliği’ne karşı sesini yükseltmesinin nedeni de bu.. Son olarak, 27-28 Haziran 2013 tarihinde yapılan AB devlet ve hükümet başkanları zirvesine de davet edilmedi..Oysa bu zirveye davet edilebilmek için her türlü diplomatik yöntem denendi, ricacılar, aracılar konuldu. Ama olmadı Başbakan Erdoğan bu zirveye de davet edilmedi..
Avrupa Parlamentosu’na karşı kullandığı kırıcı üslubun altında da uzun süreden beri Avrupa Birliği’nin Başkenti Brüksel’e davet edilmemesi yatıyor.
Türkiye, AB’deki kamuoyunu kaybetti. Bunun zararını bu yılki turizm sezonunda da görebiliriz. Başbakan Erdoğan’ın tutum ve davranışlarına bakarak kendi pozisyonunu belirleyen üye ülkelerin başkentlerinden gelen kötü haberlere Almanya ve Hollanda’da dahil oldu.
Almanya, Türkiye'nin AB üyeliğine kesin bir dille karşı çıktı. Bugüne kadar Türkiye’ye “imtiyazlı ortaklık” yakıştıran Merkel, Türkiye’de son yaşanan olaylara tepki göstererek bu düşüncesinden de vazgeçti ve Türkiye’nin AB üyesi olmasını istemediğini seçim programına yazdı.
Taksim Gezi Parkı olaylarındaki, ‘tek adam’ duruşunu Avrupa’ya karşı da kullanan Erdoğan’ın, Avrupa Parlamentosu kararlarını tanımama gibi bir şansı yoktur, “yok hükmünde” sayamazsınız. Genişlemeden sorumlu komiser Füle’ye “bir adam” şeklinde hitap ederseniz Türkiye kaybeder.. Evet, AP kararları bağlayıcı değildir. Ancak AB üyesi ülkelerin siyasetçilerinden oluşan Avrupa Parlamentosu’nun bu kararları, eninde sonunda Türkiye’nin önüne getirilecektir. Bunu yine Türkiye temizlemek zorunda kalacaktır.
Başbakan Erdoğan, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı olduğunu unutmamalıdır. Yaptığı açıklamaları, Recep Tayyip Erdoğan olarak değil, Türkiye Cumhuriyeti’nin Başbakanı olarak yapmaktadır.
İşte bu nedenlerle Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, Avrupa Birliği Üyesi Ülkelerin Devlet ve Hükümet Başkanları Zirvelerine davet edilmiyor