Tartışma, gerilim ve kutuplaşma altında girilen 22 Temmuz 2007 Milletvekili Genel Seçimlerinden sonra, huzur, refah ve esenlik arayan milletimiz; 376 gündür görev başında olan 60. Hükümet’in icraatları ve ülkemizde yaşanan diğer gelişmeler karşısında büyük bir hayal kırıklığı yaşamaktadır.Beş yıl on ay yedi gündür ülke yönetiminde söz sahibi olan AKP ; iç siyasette aldatma, kandırma, istismar, çatışma ve partizanlığı; dış siyasette ise teslimiyetçiliği ve ilkesizliği siyaset anlayışının temel ekseni haline getirmiştir.
Tek başına iktidar olmayı başarmış olmasına rağmen, Türkiye’nin hükümeti olmayı bir türlü başaramayan AKP , tüm uyarı ve uzlaşma çağrılarına uzak durarak birikmiş siyasi hesaplarına yenik düşmüş, bunları aşabilme basiret ve erdemini gösterememiştir.
Ülkenin acil çözüm bekleyen sorunlarına çare üretmek yerine, kısır çekişmeler ve inatlaşmaya dayanan siyaset anlayışı; devletimizin saygınlığına, milletimizin vakarına, demokrasimizin hayrına olmamıştır.
Gerilimler, kavgalar, tartışmalar ve dayatmalarla beslenen bu siyasi zihniyet, ilçe kongrelerinden siyasi tabanı vasıtasıyla, ürettiği gerginliği milletimizin geneline yaymak istemektedir.
AKP iktidarı döneminde siyasi ve ahlaki çürüme, devlet ve toplum hayatımızı bir kanser gibi sarmış, yozlaşma kültürü her alanda kök salarak; yolsuzluk, vurgun ve talan hâkim anlayış haline gelmiştir.
Bunun sonucu olarak devlet ve adalet mekanizmasına olan güven ne üzücüdür ki derinden sarsılmıştır. Nitekim siyaset kurumu yıpranmış, toplum nezdinde çok ağır bir itibar kaybına uğramıştır.
Bugün Türkiye, dozu ve etkisi sürekli artan bir çekişme ve tartışma girdabının tam ortasında adeta çırpınmaktadır. Ülkemizin sürüklendiği bu durumdan çıkma ve silkinip ayağa kalkma hamleleri her defasında beliren bir AKP skandalıyla akamete uğramaktadır.
Bu itibarla bugün Türkiye AKP ’nin yozlaşan ve kokuşan siyasetiyle, sürekli güç ve enerji kaybetmektedir.
Milletimizin vermiş olduğu yönetme yetkisini çıkar ve menfaat sağlamak üzerine odaklandırdığı anlaşılan AKP ’nin, iktidar olmanın getirdiği imkânları utanmadan yandaşlarına peşkeş çektiği gelişmelerden anlaşılmaktadır.
Bu kapsamda peşi sıra kamuoyuna yansıyan Adalet ve Kalkınma Partisi merkezli yolsuzluk ve rüşvet haberleri, millet ve devlet hayatı için endişe verici bir aşamaya gelmiştir.
AKP ’li bazı belediyelerin oluşturduğu ihale ve imar çetelerinin organize yolsuzlukları,AKP üst düzey yöneticilerinin bulaştığı utanç verici rüşvet olayları, yandaş medyayı beslemek için kamu kaynaklarının ulufe olarak dağıtılması tek tek ortaya çıkmaktadır.
Türk milleti bir taraftan manevi değerleri hayâsızca istismar ederek inanç hortumculuğu yapan, öte yandan kul ve yetim hakkına el uzatan ve bundan da hiç rahatsızlık duymayan AKP ’nin yolsuzluk kervanının son yolculuğunu izlemektedir.
Siyaset hiçbir dönemde bu kadar kirlenmemiş, Türkiye hiçbir dönemde yolsuzluğu ve kanunsuzluğu kendisi için bir hak ve imtiyaz olarak gören böylesine lekeli bir iktidar tarafından yönetilmemiş ve diktatörlük hevesleri hiç bu kadar gemi azıya almamıştır.
En son Almanya’da, uzantısı Türkiye’de bulunan bir yardımlaşma derneğiyle ilgili ortaya çıkan usulsüzlük iddialarının, yargıya intikali ve konunun Başbakan erdoğan ’a kadar uzanması vahim bir durumu daha ortaya çıkarmıştır.
Bu iddiaların ciddiye alınması, sonu nereye kadar uzanırsa uzansın tetkik ve tahkik edilmesi elzem bir hale gelmiştir. Konunun Türkiye ayağıyla ilgili olarak Cumhuriyet savcıları acilen gereğini yapmalıdırlar. Ayrıca Devlet Denetleme Kurulu’nun görevlendirilerek, meselenin objektif esaslar içerisinde ele alınıp araştırılması mutlaka sağlanmalıdır.
Başbakan Erdoğan ’ın önünü alamadığı panik ve asabi tavrı, hırçın ve şantaja uzanan konuşmaları bir anlamda da suçluluk psikolojisinin tezahürleri olarak değerlendirilmelidir.
Bütün kontrolünü kaybeden Başbakan, yolsuzluklara yataklık yapmakta ve çatırdayan hanedanlığını kurtarmak telaşıyla siyasi ve ahlaki ölçülere sığmayan yöntemlere sarılmayı beyhude bir kurtuluş yolu olarak görmektedir.
Devlet kurumlarını var olan sorunların halli hususunda sevk ve idare etmesi gereken Sayın Başbakan, bunun yerine, bir suçüstü psikolojisi altında, telaş ve aceleyle bir medya grubuyla seviyesi düşük bir polemiğin içine girerek gerilimi yükseltmektedir.
Diğer taraftan, bundan sonra hiçbir şeye göz yumulmayacağını dile getiren Erdoğan ; bu zamana kadar nelere göz yumduğunu, hangi çıkar ilişkilerinden beslendiğini kuşkuya yer bırakmayacak bir biçimde açıklamalıdır.
Bilinmelidir ki, korku ve baskı yöntemleriyle basın ve haber alma özgürlüğünü kısıtlama girişimleri geçmişte hiçbir iktidara bir şey kazandırmamıştır. Buna yeltenenlerin akıbetleri ve bu yolla demokratik kültüre verdikleri zararın olumsuz bilânçosu hafızalardaki tazeliğini korumaktadır.
AKP zihniyetinin sahip olmuş olduğu eksik ve mahsurlu demokrasi anlayışı sonucunda; artık hükümet olmak, milletimizin yüksek menfaatinin sağlanmasının aracı olarak değil, adeta yağmacılığın, zenginleşmenin vasıtası olarak görülür bir konuma gelmiştir.
Milliyetçi Hareket Partisi tarafından 26 Ağustos 2008 tarihinde önerilen; yolsuzlukları önlemek, bunlarla etkin bir mücadele için gerekli politikaları belirlemek ve ilgili kuruluşlar arasında koordinasyon sağlamak üzere özerk yapıda bir “Yolsuzlukla Mücadele Kurulu” oluşturulması hususunun, kamuoyunda tekrar tartışılması bu vesileyle daha anlamlı ve önemli bir hale gelmiştir.
Siyasi ve ahlaki kirlilikle topyekûn mücadele, yolsuzluk ve kanunsuzlukların kökünün kazınması ve bütün sorumlularından adalet önünde hesap sorulması, parlamenter rejimin geleceği bakımından hayati önem taşımaktadır.
Bu kapsamda, milletvekili dokunulmazlığının adaletten kaçmak için sığınma limanı olmaktan çıkarılması, siyasi partilerin faaliyetlerini ahlaki esaslara bağlayacak ve Türk siyasetine etik meşruiyet kazandıracak kapsamlı düzenlemeler yapılmasının hayata geçirilmesi artık kaçınılmaz bir durum haline gelmiştir.
Elbette aziz milletimizin, olan biten bütün bu ahlaki yozlaşma ve vurguna vereceği bir cevabı vardır. Nitekim yakın tarihimiz bunun ibret verici örnekleriyle doludur