YİĞİT BULUT
Dikkatimi çekiyor; Türkiye’de “çeteleşmeorganizasyon” kapsamındaki bütün tartışmalar “siyasi” dinamikler üzerinde şekilleniyor... “Siyasalsosyal” olaylar ve sebepler sonuçlar “sorgulanıyor”, bu denklem içinde ekonomikfinansal gerçekler unutuluyor... Daha açıkçası; çetelerden yapacakları darbelerden bahsediliyor ama “ülkenin kanını emen” çeteler dikkate alınmıyor... Değerli dostlar, Türkiye’de “çeteleşme” sorunu varsa, bence en dikkatli bakmamız gereken nokta “paranın olduğu” detaylar... Kimler, hangi yöntemlerle bu ülkenin “varlıklarını” kendi ceplerine transfer ettiler? Rakamlara birlikte bakalım, üzerinde konuşalım...
- Türkiye, 1980-2010 başı arasında 2 trilyon dolardan fazla kaynak elde etti. Bu kaynağın 1.4 trilyon dolardan fazlası iç ve dış borçlanma ile
elde edildi. Dikkat edelim; 30 yılda 2 trilyon dolarlık bir “varlık yaratıyoruz”, bunun neredeyse dörtte üçü “borçlanmalardan” elde ediliyor...
- 1980-2010 başı arasında vergiden elde edilen kaynaklar, borçlanma ile elde edilen kaynakların yarısından az olarak gerçekleşti.
- Paranın sistem dışında toplanması ve vergi toplayamamamızın sonucu ağır oldu ve yapılan borçlanmaya karşı son 30 yıl içinde 500 milyar dolardan fazla, sadece faiz ödedik.
- Ödediğimiz iç borç faizi, dış borç için ödediğimiz toplam faizin dört ila beş katı olarak gerçekleşti. Her dalgalanma içerideki borcu katlarken, dalgalanmalarda elinde iç borç senedi bulunduran binde 1’in
altında gerçek ve tüzel kişi inanılmaz gelirler elde etti.
- 500 milyar faiz ödediğimiz dönemde sadece 120-150 milyar dolar arası değişen bir yatırım yaparken, 300 milyar dolara yakın da bir personel giderimiz oldu. Bu noktada ortaya çıkan çarpıcı veri, personel giderimiz ile yatırım yaptığımız tutarın toplamı ödediğimiz faiz kadar olamadı.
- Yatırım harcamalarımız son 30 yılda 2.5-3 kat arasında bir artış gösterirken, iç borç faiz ödemelerimiz 75, dış borç faiz ödemelerimiz ise 20 kattan fazla arttı. İç ve dış borçlara, ödediğimiz faizdeki artış oranı ilk başladığı noktaya göre ortalama 50 kattan fazla bir artış gösterdi.
- Son beş yıl içinde faiz rekoru 2004 yılına ait. 150 katrilyonluk
2004 yılı konsolide bütçesinin 69 katrilyonu faiz ödemesine ayrıldı. Bugün gördüğümüz kur ile hesapladığımızda basit faizini dahi koymadan
ödediğimiz miktar tam olarak 52 milyar dolar. 52 milyarı 52 haftaya bölersek bulduğumuz sonuç, haftada 1 milyar dolar, günde 166 milyon dolar.
- 1999-2010 başı arasında ödediğimiz faiz haftalık 700 milyon dolar ile 1 milyar dolar arasında değişti ve 2004 yılında 1 milyar doları dahi geçerek tepe noktasına ulaştı.
- Son 30 yılda yatırım harcamalarının toplamı toplam borçlanmanın yüzde 10’unun bile altında kalırken, topladığımız toplam verginin yüzde 15’inin altında kaldı.
- 1999-2009 arasında Türkiye 29 milyar dolara yakın bir yatırım yaparken, 88 milyar dolarlık personel harcaması yaptı. Buna karşılık aynı dönemde sadece iç borcun faizine 189 milyar dolar, dış borcumuzun faizine de 39 milyar dolarlık bir kaynak ayırmak zorunda kaldık.
- 2010 yılına kadar Türkiye 1984 başından başlayarak 330 milyar dolar üstünde “silah faturası” ödedi! Bu paranın % 10’undan fazlası “aracılara” ödendi! Yani birileri “Türk halkının 30 milyar dolarını” hatta fazlasını “ceplerine” silah alımlarına aracılık ederek koydular!
- Türk halkı “birikimleri” bankalara “mevduat güvencesi” altında yatırırken, birkaç aileye siyasiler tarafından “verilen” banka ruhsatlı “kurumlar”, Türk halkının birikimlerini çaldılar! Ve en kötüsü faturasını BDDKTMSF yoluyla bize bıraktılar!
Sonuç: Daha onlarca satır yazarım! Şimdi soruyorum: “Darbeciler var”, tamam “ var” diyelim. Bu adamlar darbe ile “siyasi dinamikleri ele geçirmek istiyorlar”, haklısınız; engellenmeliler! Haklısınız; her türlü mücadele yapılmalı!,
Peki bir şeyi unutmuyor muyuz; “siyasete hiç bulaşmadan, sadece parayı cebe indiren” darbeciler-çeteler ne olacak!
Son söz: Siyaseti boş verip, malımızı götürenlerin peşine düşmeliyiz!
Türkiye’de ‘sistem ağır hasta’!
Bakın ve görmeye çalışın lütfen; Türkiye’nin büyük şirketleri, bankaları kârlarını açıklıyorlar” ve her açıklama sonunda şu cümleyi söylemek zorunda kalıyorlar: 2009 “rekor kârciro” yılımız oldu!
Türkiye’nin en büyük “grupları” 2009’u “rekolarla” bitiriyorlar! Bankalar dünya genelindeki sert düşüşe rağmen kâr şampiyonu oluyorlar!
Değerli dostlar, peki “vatandaşa” ne oluyor? Hiçbir şey! Elde ne varsa onlar yaşamaya hatta kaybetmemeye çalışıyor... Bu noktada soralım: “Böyle bir sistem” sağlıklı olabilir mi? Bankaları “kâr rekoru kıran” ve reel sektörü “dibe vuran” bir ülke olabilir mi!
Sonuç: Türkiye’de “ekonomik ve özellikle finansal sistem” ağır hasta!