|
Ekren, TBMM Plan ve Bütçe Komisyonu'nda, Devlet Planlama Teşkilatı (DPT), Sermaye Piyasası Kurulu (SPK), Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), Türkiye İstatistik Kurumu Başkanlığı (TÜİK) ve GAP Bölge Kalkınma İdaresi Başkanlığı'nın 2009 yılı bütçelerini sundu.
Nazım Ekren, küresel finansal krizin anatomisi, evrimi ve önlemler seti çerçevesinde, özellikle üzerinde durulması gereken sorunun ana kaynağı olarak kabul edilecek temel göstergenin, geliri, mesleği ve aktifi olmayan kişilere yönelik kredilendirme süreci olduğunu kaydetti.
Yatırım bankalarının ve sigorta şirketlerinin görev, yetki ve sorumlulukları alanında oynadığı rollere bağlı olarak, zamanla ABD ekonomisinin büyüme dinamiği ve ABD finans sisteminin dinamiklerinin, 2000'li yıllardan sonra süreci hızlandıran temel değişken olduğunu ifade eden Ekren, "Bu süreçte ekonomik büyümeyle birlikte, tutsat (mortgage) kredilerinde teminat kapsamı dışında kalan konut fiyatlarındaki artışlar, aynı zamanda konut sahiplerinin yeni kredilendirme sürecine girmelerine neden olmuş ve sistem giderek kendini besleyen bir mekanizma haline dönüşmüştür" dedi.
Başbakan Yardımcısı Ekren, 1992'de 880 olan hedge fon sayısının 2008 yılı başlarında 10 bine kadar çıktığını söyledi.
Hedge fon varlıklarının gelişim trendine bakıldığında; 1992'de 35 milyar olan hedge fon varlıklarının, 2008 yılında 2 trilyon 850 milyar dolarlık bir büyüklüğe ulaştığını bildiren Ekren, "Küresel finansal krizin dinamiklerini tartışırken, kredilendirme süreci yanında, bu kredilendirme sürecinin bu mekanizmalarla menkul kıymet haline getirilmesi, fakat sorun çıktıktan sonra da bunların 'toksik aktif' olarak adlandırılması çerçevesinde içinde bulunduğumuz tabloya gelinmiştir" diye konuştu.
"Finansal bir etkileme mekanizması oluşturuyor"
Küresel finansal krizin, çıktığı ABD ekonomisinden hareketle fiyat ve miktar değişiklikleri yoluyla finansal bir etkileme mekanizması oluşturduğunu dile getiren Ekren, krizi tartışırken, üzerinde durulması gereken en önemli ülkenin ABD olduğunu söyledi.
Nazım Ekren, ABD'nin toplam borç stokunun 2007 yılı sonu itibarıyla trilyon dolar olarak düşünüldüğünde, ABD'de 10.4 trilyon dolarlık hane halkı mortgage borcunun, toplam borç stokunun yüzde 22'sini oluşturduğunu kaydetti.
ABD'de deki özel tüketim harcamalarının, Gayri Safi Yurtiçi Hasıla'nın yüzde 70'ini oluşturduğunu ve bu rakamın da 9.8 trilyon dolar olduğunu ifade eden Ekren, şöyle konuştu:
"Bu rakam şundan dolayı önemli. Mortgage sistemi, aynı zamanda bu tür kredi kullanan hane halkının gelirini artırdığından, gelir ve servet etkisi de oluşturduğundan, hane halkının özel tüketim harcamalarını doğrudan şekillendiren temel faktördür.
ABD ekonomisi dışında 9.8 trilyon dolarlık başka bir ekonomi olmadığı için ABD'deki en ufak bir dalgalanma, hem mortgage ile sentetik ürünlerde hem de hane halkının tüketimi yoluyla bütün dünyanın finans ve ticaret sektörünü etkileyecek bir mekanizmayı da içinde barındırmaktadır.
ABD, en büyük finansal piyasa, ekonomi ve ithalatçıydı; 2'nci büyük konumda olan ihracatçı konumdaydı. ABD, krizin yönetim sürecinde tüketici davranışını etkilemek, tüketimdeki hızlı düşüşü engellemek amacıyla bir defalığına bir paket ilan etmişti. O pakette; tek çalışana 600 dolar, evliye bin 200 dolar, emekli, yaşlı ve özürlülere de 300 dolar çek vermekle tüketimin bir miktar canlandırılmasını düşünmüştü."
"Hazine faizleri düştü"
Başbakan Yardımcısı Ekren, 2006-2007 yıl sonuyla 14 Kasım 2008'in mukayese edilmesi durumunda, ABD'de de 3 aylık hazine faizinin 5.024'ten 0.13'e düştüğünün görüleceğini kaydetti.
Bu düşüşün ortalama yüzde 95'lik bir düşüş olduğuna işaret eden Ekren, Avrupa'da da 3 aylık hazine ve libordaki değişimin ABD'nin 3'te 1'i kadar gerçekleşerek, 2007 yıl sonu ile 14 Kasım 2008 arasında, ortalama yüzde 37.5 azaldığını bildirdi.
Nazım Ekren, dolar cinsinden, gelişmekte olan ülkelerin hisse senetlerindeki gelişim trendinin, kriz sinyali olarak kabul edilebilecek etkenlerden birisi olduğunu dile getirerek, "2007 yılı sonuna göre, 14 Kasım 2008'de, gelişmiş ekonomilerdeki hisse senedi piyasalarının değişim oranı eksi 56.46'dır. Bu rakam, Brezilya'da eksi 58, Güney Afrika'da eksi 50, Macaristan'da 71, Rusya'da 72 ve Türkiye'de 66.98 olmuştur" diye konuştu.
Endeksteki düşüş
Başbakan Yardımcısı Ekren, ticaretle ilgili gelişmeleri gösteren "Baltık, Kuru Yük Endeksi" hakkında da bilgi verdi.
Bu endeksin 1999 yılından sonraki en düşük seviyesine gerilediğini ve 17 Kasım 2008 tarihi itibarıyla endeksin 841'e geldiğini belirten Ekren, 21 Mayıs 2008'de 11 bin 771, 16 Kasım'da ise 10 bin 938 olan bu endeksteki düşüşün, dünya ticaretinin ciddi bir sıkıntıyla karşı karşıya kaldığının göstergesi olduğunu kaydetti.
Ekren, ülkelerin, sorun ortaya çıktığında, sorunlu bankaların ya da kurumların kendi bilançoları içinde sorunu çözme yoluna gittiklerini belirtti.
"Yani, zarar yazarak bu işin çözülebileceği kanaati ön plana çıkmıştır" diyen Ekren, sorun çıkan ülkelerin merkez bankalarının, faiz oranlarını düşürerek likitide sorununu çözmek amacıyla devreye girdiğini anlattı.
Küresel krize karşı 18 Kasım itibarıyla toplam 5,639 trilyon dolarlık bir kurtarma paketinin, değişik ekonomi yönetimleri tarafından ilan edildiğini ifade eden Ekren, toplam 966,5 milyar dolarlık bir zararın da söz konusu olduğunu, bunun bir kısmının ABD'de, Avrupa'da ve Asya'da olduğunu söyledi.
Nazım Ekren, IMF'in, 2008-2009 yılları için büyüme tahminlerinin her defasında daha düşük oranda gerçekleşebileceğinin sinyallerini verdiğine de dikkati çekti.
Ekren, şeffaflık ve hesap verilebilirliğin güçlendirilmesi, etkin düzenleyici mekanizmaların güçlendirilmesi, finans piyasalarının bütünlüğünün geliştirilmesi, uluslararası işbirliğinin güçlendirilmesi ve uluslararası finans kuruluşları reformunun, bu süreçten çıkış için önemli olduğuna işaret etti.
"Krizin yaratacağı küresel etkilerden kaçınmak mümkün değil"
Ekren, Türkiye'nin krizin yaratacağı küresel etkilerinden kaçınmasının mümkün olmadığını, ilk etkilerin kur, faiz, borsa ve dış ticarette ortaya çıktığını, ancak, Türkiye ekonomisinin küresel krizin dışında kendine has bir konjonktür dalgasıyla da karşı karşıya olduğunu söyledi.
Bunun da büyüme, yatırım ve istihdam konusunda kendisini gösterdiğini ifade eden Ekren, "O zaman ekonomi yönetimi olarak kırılganlık ve sürdürülebilirlik konusundaki alışkanlıklarımızı ve düşüncelerimizi bir daha gözden geçirmemiz gerekir" dedi.
Türkiye ekonomisinin belli bir olgunluğa eriştikten sonra eski kırılganlıklarını kaybederken, büyümenin ve yükselen piyasalara girmenin doğal sonucu olarak farklı kırılganlık türleriyle de karşılaşmış olduğunu vurgulayan Ekren, dolayısıyla sürdürülebilirliği tartışırken eski sürdürülebilirlik kavram ve ilişkilerinin yanında yeni sürdürülebilirlik kavram ve ilişkilerinin de önemli hale geleceğini söyledi.
Yeni mimari arayış
Başbakan Yardımcısı Ekren, kriz ortamında tüm ülkelerin yapısal reformlara gittiklerini belirterek, bu süreçte en önemli yapısal reformun "kendine güven, karşılıklı güven ve girişim duygularını güçlendirmek" olduğunu söyledi.
"Bugünden sonra kurallar ve dengeler değişmeye başlıyor ve değişecek" diyen Bakan Ekren, bütün kurum, kuruluş ve piyasaların itibar ve karakter farklılaşmasının ön plana çıktığını ifade ederek, "İtibarlı kuruluşların bilinen itibarı kadar, ilişkili olup olmadığı da tartışmaya açık hale geldi. Bunun sonucu olarak yeni bir mimari arayışı gündeme geldi. Burada tartışılan; gerekli düzeltmeyle, karşılaşılan dalgalanma arasındaki farkın nasıl açıklanması gerektiğidir. Buradan çıkış yolunda her ülke kendine has bir metod bulacaktır. Genel bir çerçeve oluşturulmak istenirse çıkış yolunun güveni yeniden tesis etmek ve diğerlerinden farklılığı ortaya koyabilecek bir kredibiliteyi de birlikte düşünmek gerekir" diye konuştu.
Küresel finansal krizin ekonomi politiği
Küresel finansal kriz nedeniyle yaklaşık 6 trilyon dolarlık bir paranın sisteme enjekte edildiğine dikkat çeken Ekren, bu durumun bir dolarizasyon sürecini de doğal olarak gündeme getirdiğini kaydetti.
Ülkelerin yeni mimari arayışlarında "herkesin kafasında oluşmuş standart bir mimari arayışı" olmadığını bildiren Ekren, her ülkenin kendi ekonomik ve finansal gücü çerçevesinde bir mimari arayışını kurguladığını ifade etti.
Krizden çıkmanın, krizin ateşini düşürmenin son derece önemli olduğunu vurgulayan Ekren, yeni mimari arayışın kurgulandığı dönemde, güçlü bir ekonomik yapıya sahip olmak için orta vadeli bir perspektifin oluşturulmasının da en az bunun kadar önemli olduğunu bildirdi.
Küresel krizin finansal rekabeti ve bunun dozajını giderek artıracağını belirten Ekren, "Vergi mükelleflerine yük ile küresel tasarrufların kullanılması da ayrı bir tartışma konusu olacaktır. Hiçbir ekonomi yönetimi alacağı mali paketlerin tümünü vergi mükellefine yüklemek istemez. Bunu çözebilmek için sistemde küresel ekonomide bulunan tasarruf fazlası ülkelerle de bir işbirliği kaçınılmazdır" diye konuştu.
Ekren, küresel krizin bir diğer sonucu olarak da ülkeler krizden çıkarken standart bir model uygulamak yerine, kendilerine has özel modeller uygulama alışkanlığında oldukları için, başka ülkelerde haksız rekabet ve haksız maliyet üretecek bir sürecin tohumlarının atılmasının başladığını kaydetti.
Aşırı likidite
Krizin doğuşunun bir çok faktöre bağlanabileceğini, ama bunlardan en önemlisinin o dönemde likiditenin aşırı şekilde piyasaya zerk edilmesi olduğunu belirten Ekren, şimdi krizin çözümü tartışılırken de yine benzer şekilde bir likidite enjeksiyonu yapıldığına dikkat çekti.
Mevcut para stokuna ilave olarak küresel sisteme ortalama 6 trilyon dolar para enjekte edildiğine, ancak küresel büyüme trendlerinin tümünün aşağı doğru revize edildiğine işaret eden Ekren, "Bir tarafta birikmiş yüksek oranda bir satın alma gücü bir başka tarafta büyüme trendlerinin aşağı gideceğini gösteren yaklaşım... İkisi arasındaki çelişkiyi de iyi okumak gerekir" dedi.
|
|
|
|
|
|
|
Toplam yorum |
0 |
|
Onay bekleyen |
0 |
|
|
|
Yorumunuz editörlerimiz
tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır. |
|
|
|
|
Bu haber henüz yorumlanmamış...
|
|
|