Bu muydu?
MEĞER her şey bir kuru tehditten, bir kuru şantajdan ibaretmiş...
Meğer gırtlağını patlatırcasına haykıran adamın elinde, "Soldan say Hilton / Sağdan say Hilton" dışında hiçbir "malzeme" yokmuş...
Meğer "Açıkla... Açıklamazsan açıklayacağım" diyerek boşuna hançere patlatıyormuş...
Meğer blöf çekiyormuş...
Meğer çok ciddi bir "malzeme" sorunu yaşıyormuş...
* * *
Eldeki biricik malzemeye, yani "Soldan say Hilton / Sağdan say Hilton" meselesine gelince...
Ne diyor Başbakan?
"Aydın Doğan, Hilton arazisi için bir talepte bulundu, bu talep karşılanmayınca iftira kampanyasına başladı."
O zaman soralım:
Bu Hilton meselesi, yeni bir mesele midir?
Dün mü olmuştur?
Hayır! En az iki yıllık mesele...
Ne yani...
Aydın Doğan, iki yıl beklemiş, iki yıl sonra, "Bunlar Hilton’da benim çıkarlarıma uygun bir karar vermediler... Hadi arkadaşlar, bir iftira kampanyası başlasın" mı demiş?
Böyle mantıksızlık olur mu?
Bir Başbakan, bir medya patronunun herhangi bir imtiyaz talebiyle karşı karşıya kaldığında ne yapar?
Ne yapacak?
Anında meseleye el koyar...
O gün çıkar der ki: "Bir medya grubu var... Bunlar ellerindeki medya gücünü imtiyaz elde etmek için kullanıyorlar... Buna asla izin vermeyeceğiz."
Peki Başbakan ne yapmış?
Bu medya grubuyla normal ilişkisini sürdürmüş... Ertuğrul Özkök’e röportaj vermiş... Doğan Grubu’nun ticari etkinliklerine katılmış...
Bunun anlamı nedir?
Bunun anlamı, "Bir umudu ayakta tutarak alışverişin parçası olmak" değil midir?
Eğer iddia ettiği gibi "olmayacak bir imtiyaz" talebiyle karşılaştıysa, neden o taleple karşılaştığın gün, dünkü gibi hançeresini patlatırcasına haykırmadı?
Neden sustu?
Yoksa, "Kapatma davası bitene kadar ılımlı başbakan / Kapatmadan yırtınca efe başbakan" taktiği mi uyguladı?
"Delikanlı" böyle yapar mı?
* * *
Medya konusunda kesilen racona gelince...
Orada da çok büyük açık var...
Ertuğrul Özkök’ün makalelerinin satır aralarına yanıt verecek kadar ayrıntılara dalan bir Başbakan’ın, "Senin damadın Türkiye’nin ikinci büyük medya grubunun başında... Buna ne buyurursun?" diyenlere de bir satırcık laf sokması beklenmez mi?
Mesela, o alaycı üslubuyla, "Hürriyet’te Ahmet Hakan diye bir herif var... O da tutmuş bizim damadı diline dolamış... Ne olmuş yani damadımız Türkiye’nin ikinci büyük medya grubunun başındaysa... Kıskanma ne olur, çalış senin de olur" diye bir yanıt patlatamaz mıydı?
Tayyip Erdoğan çapında bir polemikçiye yakışır mı "damat meselesi"ne girmemek...
Bir de şu var:
"Doğan medyası şöyle / Doğan medyası böyle" diye konuşan ve "medyada ahlak" meselesine bu derece damardan giren bir adamın, temsilcisini uçağında ağırladığı Vakit adlı gazetenin, her gün anamıza avradımıza ettiği küfürlere de şöyle kıyısından köşesinden girmesi gerekmez miydi?
Yoksa Vakit, Başbakan’ın "gıptayla izlediği duyarlı medya" organlarından biri mi oluyor?
* * *
Ben beklerdim ki...
Başbakan, şu "Bizim Çalık" meselesine de şöyle bir damardan giriversin...
Öyle ya...
45 dakikalık konuşmasında tam 27 kez "Aydın Doğaaan!" diye gırtlak patlatan bir Başbakan, Aydın Doğan’ın "Başbakan o rafineriyi ’Bizim Çalık’a vereceğim... İşin içinde Putin var, Berlusconi var’ dedi" şeklindeki iddiasına bir yanıt vermez mi?
Neden "Ben öyle demedim" ya da "Dedim ama niye dedim bir dinle" diye başlayan, hançere patlatıcı bir nutuk irat etmedi?
Bir "polemikçi", bu denli çaptan düşer mi?
Ayrıca...
Daha dün, iddianamesi bile açıklanmamış Ergenekon davası için, "Türkiye pisliklerinden arınıyor" diye yorum yapmadı mı?
"Kişileri yargılamanın yeri gazete sayfaları değil, mahkemelerdir" şeklinde "ilke" koyan birinin, daha dün bu ilkeyi çiğnemiş olmasına ne buyurulur?
Yoksa "Ergenekon sanıkları" adamdan mı sayılmıyor?
* * *
Neyse...
Her tarafı açıklarla dolu konuşmanın açıklarına işaret etmeyi burada keselim...
Benim için işin en can alıcı tarafı şudur:
Anayasa Mahkemesi’nin bir basiret gösterip AKP’yi kapatmaması, siyasi gerilimin düşürülmesi, cepheleşmenin yumuşatılması için bir imkán sunuyordu...
Oysa şimdi görüyoruz ki Başbakan, bunu böyle yorumlamıyormuş...
Meğer o, AKP’nin kapatılmamasını, "Tamam... Şimdi gözünün üstünde kaşın var diyeni oymanın vakti geldi" diye yorumluyormuş...
Meğer o, AKP’nin kapatılmamasını, muhalifleri ezmenin, kelle alma çabasının, posta koyma gayretinin bir imkánı olarak görüyormuş...
Yani mesele, "Aydın Doğan / Tayyip Erdoğan savaşı" falan değildir...
Mesele, bu zihniyetteki bir Başbakan’ın nasıl durdurulacağı meselesidir...
AHMET HAKAN