Bu isim kimin gözaltına alınacağını önceden biliyor
Hangi kanalın kime satılacağından, belli bir konuma kimin atanacağına kadar lüzumlu lüzumsuz pek çok dedikodu geliyor kulağıma ve kaynağını sorduğum zaman herkes tereddütsüz tek bir ismi gösteriyor: Fehmi Koru. Ömrü boyunca dedikoduya bayılmış, kimi zaman kendisi de dedikodulara malzeme olmuş bir gazeteci olarak yazdıklarını değil konuştuklarını anlatıyorlar. Daha çok sohbetlerde, çay üzeri anlattıkları. Yazsa gazeteci diyeceğiz zaten.
Cumhurbaşkanı’nın özel kalemi gibi davranmanın yanına, bir de çeşitli imtiyazlarla edindiği bu bilgileri kritik noktalardaki insanlara yaymak var demek. Mesela Sabah-atv’nin satışından da ortalığı Fehmi Koru’nun karıştırdığı, çeşitli aşamalarda belli konularda müdahalesi olduğu konuşuluyor. Zaten o kurumdan da dünyanın en gereksiz programı için epey bir miktar alıyor.
Basında dedikodu bir motiftir, gazeteciler de çok sever, stresli mesleğimizde bir renktir kimin kiminle uğraştığının üzerinde durmak. Ancak Fehmi Koru’nunki çoktan Babıali Yokuşu fısıtılarını aşmışa benziyor, iddialar doğruysa.
Bundan bir süre önce Fehmi Koru orada burada, sohbet esnasında, kimi gazetecilerin arasında övünerek bazı bilgileri ifşa ediyor. Artık o kadar çok yerde konuşuyor, o kadar çok yayılıyor ki bana bile geliyor konuştukları, düşünün.
Övündüğü konu şu: Ergenekon operasyonu kapsamında gözaltına alınacak bir gazetecinin ismini veriyor. Kimse üzerinde durmuyor, Koru gibi Cumhurbaşkanı’na yakın bir gazetecinin bile böyle bir şeyi bilemeyeceği düşünülüp geçiştiriliyor.
Aradan bir hafta geçiyor ve Ergenekon kapsamında bir gazeteci göz altına alınıyor: O gün Fehmi Koru’nun ağzından çıkan isim, yani Vedat Yenerer.
Rivayete göre bu bilgisinin teyit edilmesinin ardından Koru yine meydana çıkıyor, sağda solda yeni istihbarat bilgileri anlatmaya başlıyor. Anlattığı yine Ergenekon operasyonu kapsamında bu sefer iki gazetecinin göz-altına alınacağı iddiası.
İddiayı aktaranlar, Koru’nun daha önceki istihbaratının doğru çıktığını göz önünde bulundurarak bu bilgileri veriyor. İki isimden biri hakikaten Türkiye’yi sarsacak nitelikte, çok şöhretli bir gazeteci. Son zamanlarda muhalif çıkışlarıyla konuşulan ve kendisinden bir siyasi hareket yaratması beklenen çapta bir isim...
Ancak bu ismin şöhreti gelecek muhtemel tepkilerden dolayı operasyonu düzenleyecekleri tereddütte bırakıyormuş.
Merak edilen, Koru’nun bu bilgilere neden sahip olduğu. Ya birileri onun adını kullanarak dezenformasyon yapıyor ya da o birileriyle bu yakın temasları sonucu isimleri alıyor ve yayıyor. Ancak ikinci şıkta, iletişimin karşılıklı olma esasına dayanarak Fehmi Koru’nun da bu bilgiler karşılığında kendinden bir şeyler söylenmesi beklenmez mi?
Fiilen gazeteciliği bırakan Fehmi Koru, kimi gazetecilerin kapısına çarpı konmasının, Nazi Almanyası’nda olduğu gibi fişlenmesinin yolunu açmış olabilir mi? İnanmak istemiyorum. Ama bu bilgilere sahipse ve yazmıyorsa, bu fişleme operasyonuna sessiz kalarak dahi önemli katkı sağlamış olabilir. Bu soru aslında onun bağlantılarına sahip bir ismin neden arkadaşları iktidara geldikten sonra gazetecilik yapmadığıyla da ilintili. Geçmişin Taha Kıvanç’ıyla bugün kitaplardan, seyahatlerden bahseden Taha Kıvanç arasında ciddi bir “haber” farkı var.
Eğer önümüzdeki günlerde Fehmi Koru’nun yaydığı söylenen isimler gözaltına alınırsa Ergenekon operasyonu çok daha ilginç bir hal alacak. O zaman Koru’nun gerçekten vermesi gereken bir hesap olacak.
Ya da şunu yapsın: Kendi yakın çevresinde bu kadar fazla “Her şeyi ben bilirim” havasında konuşmasın. Çünkü bizzat bu dedikodular onun odasının içinden çıkıyor; yayanlar bizzat tanıklar.
--------------------------------------------------------------------------------
4 Mart günü yazdığı yazıda ise Oray Eğin, şöyle devam ediyor:
Son Ergenekon operasyonu kapsamında gözaltına alınan gazeteci listesine baktığımızda, daha evvel de Ümraniye Çetesi’yle ilişkide olduğu iddiasıyla gündeme gelenlerle kıyasladığımızda ortaya çok ilginç bir tablo çıkıyor. Adı geçen gazetecilerden bir tek Güler Kömürcü büyük medyada.
Ancak daha evvel sorgulanan Emin Şirin, Hayrullah Mahmud ve şimdi de Vedat Yenerer’i düşününce ciddi bir komedi yaşandığı ortaya çıkıyor.
Emin Şirin, Nazlı Ilıcak’la evliliğini bitirdikten sonra Cem Uzan’ın Türkiye’nin kurtuluşu olduğuna inanabilmiş bir adam. Böyle biriyle kim operasyon planlar?
Ya da Hayrullah Mahmud... Nişantaşı’ndaki sınıf atlama turuna çıktıktan kısa bir süre sonra medyada adını duyurduğu hızda gibi yok olmuştu, en son şaşkınlık içinde gözaltına alındığını duyduk. Bırakın onla çete kurmayı, insan oyun masasına bile oturmaz.
Vedat Yenerer farklı mı sanki? Bir zamanlar kendini büyük savaş muhabiri olarak sunmuştu, son yıllarda hiç kimsenin önemsemediği bir İnternet sitesinden dikkat çekmek amacıyla belaltı vuruşlarına başlamıştı. Ki onlar bile dikkat çekmiyordu.
Balık tutmaya bile gitmeyeceğiniz, medyadan bir şekilde dışlanmış adamlarla çete kurmak, operasyon yapmak, rejimi devirmek akıl kârı mı?
İşte bu yüzden Ergenekon operasyonun medya açısından ciddiye alınacak bir tarafı yok. Ancak bütün bu isimlerin yarattığı tek bir imaj var: Bu gözaltına alma operasyonları sadece ve sadece birilerine gözdağı vermek için yapılıyor.
Dikkat edin, hükümete yandaş bir yayın organından hiç kimsenin adı geçmiyor bu operasyonlarda. Rivayetlerde bile muhalif olmayan kimseden bahsedilmiyor. E kalkıp da etkili muhalefet yapacak insanları kolay kolay gözaltına alamıyorlar, kendilerine kirli bir kulp takamıyorlar. Zira etkili muhalefet yapanlardan birini gözaltına alsalar ortalık karışacak, yaptıklarının altında kalacaklar. Bunu da hesapladıkları için kimsenin belleğinde bile olmayan isimler üzerinden bir hareket planı sürdürülüyor.
Amaç çok açık: Muhalefet yapanlara gözdağı vermek.
Bugünlerde çok ciddi bir itibarsızlaştırma politikası yürütülüyor, medya da bunun bir parçası olarak ele alınıyor. Elbette belli bir konumda ve güçteki gazeteciler bu korkudan etkilenmeyecek ve muhalefetlerini sürdürecektir.
Ancak bu operasyonlar onlar da dahil, herkesin içine “Sıra bize ne zaman gelecek” kuşkusu düşürecektir. Amaçlanan da bu zaten. Gazetecilerin daha paranoyak olması, ilişkilerini kontrol etmesi, yıllar önce çıktıkları yemekleri, yaptıkları telefon konuşmalarını vs. yeniden düşünmeleri ve “Acaba bunun altından bir şey çıkar mı” düşüncesini oluşturmak için kurulmuş bir düzen.
Bir başka tabirle Türk Basını’nda bir “kristal gece” yaşanmasının yolu açılıyor böylece. İnsanların evlerini önüne çarpı konuyor, günümüzde muhalefet yapan hemen herkes bir gece yarısı evlerinden çıkartılıp sorgulanma tehlikesi adı altında. Emin olun, istenirse bunun meşru zemini de hazırlanır, “soykırım” için düğmeye basılır. O günlere kalmamayı umut ediyoruz.
Türk Basını unutmamalı ki gazetecilerin yıpratılmasına ilişkin en büyük dezenformasyon 28 Şubat döneminde yapılmıştı. Bugün AKP’nin yanında yer alan isimler, o dönemde PKK’yla işbirliği olduğu iddialarıyla kendi gazeteleri tarafından bile jurnallenmişlerdi. 28 Şubat, McCarthy’ciliğin Türkiye’de en açık yaşandığı dönemdi. Gazeteciler kendi meslektaşları tarafından hedef gösterilmişti. Çok canlar yandı, çok kişi işsiz kaldı. İslamcı Basın, o dönem 28 Şubat mağdurlarına sahip çıkarak alkış toplamıştı.
Ancak aynı İslamcı Basın’dan günümüzdeki fişlenmeye adeta alkış tutuyor. Bunun da üzerinde durup düşünmek gerekiyor işte.
[email protected]