Direkten dönen o skandalın perde arkasını açıklıyorum:
“Kültür ve Sanat Devrimi” isimli kitabın terörist Abdullah Öcalan’a ait olduğu kesinleşince, Bakanlar Kurulu’nda “Ne yapacağız?” tartışması başladı.
Bakanlar Kurulu, öncelikle bu olay karşısında elini zayıflatan unsurları masaya yatırdı;
Çünkü, Telif Hakları Genel Müdürlüğü kanun gereği, eksiği olmayan bandrol başvurularını 10 gün içinde karşılamakla yükümlüydü ve Öcalan’ın yazdığı kitaplar dağıtıma hazır bir şekilde matbaada bekliyordu…
Kitabı basan yayınevi görünürde prosedürleri yerine getirmiş, zaman da daralmıştı…
Bakanlar Kurulu'nun toplantısı bu psikolojik ortamda başladı…
İlk sözü Adalet Bakanı Mehmet Ali Şahin aldı. Şahin; “Yasa gereği; cezalı ve tutuklular izin almadan böyle bir kitap yazamaz. Cezalı ve tutuklular izin almadıkları sürece ancak mahkemeye sundukları savunmaları basılı hale getirilebilir.” dedi.
Başbakan Erdoğan, “Bu kitabı hemen durdurmamız lazım.” dedi.
Başbakan’ın bu sözleri üzerine Bakanlar Kurulu’nun etkili bir üyesi “Sayın Başbakanım; bu kitaplar bizim elimizde değil. Kitaplar matbaada. Bu durum ayrı bir problem meydana getiriyor. Bu kitapların matbaadan istenmesi ve yazışmalar biraz vakit alabilir. Bu arada kitaplar gayri yasal yollardan piyasaya verilebilir. Böyle bir problem de var efendim…” dedi.
İşte bu sözlere Erdoğan sert cevap verdi; “Böyle şey olur mu yahu? Bir terörist cezaevinde kitap yazacak, biz de ‘Şöyle mi olur, böyle mi olur’ diye oturup vakit geçireceğiz. Gerekiyorsa o matbaayı basın, ama o kitapları durdurun. Hemen, hemen…” dedi.
Başbakan’ın bu cesur çıkışı Bakanlar Kurulu’na bomba gibi düştü. Herkes rahatlamıştı. Savcılıktan acil olarak izin çıkarıldı ve ilk kez piyasaya sürülmemiş bir kitap yapılan yıldırım baskınla ele geçirildi.
Aktifhaber