Türk pop müziğinin önemli isimlerinden biri olan Kayahan, 57 yıllık yaşamına çok şey sığdıran bir sanatçı.
Kariyeri boyunca kendi yazdığı besteleri söyleyen Kayahan, Türkiye'de bu alanda var olan birkaç sanatçıdan biri olma özelliği taşıyor. Kayahan'ı özel yapan bir başka unsur ise kendine has üslubunu 41 yıllık müzik hayatı boyunca hiç yitirmemiş olması. Peş peşe geçirdiği önemli ameliyatlar sonrasında bile, yüzündeki tebessümü kaybetmeyen sanatçı, ölümden korkmadığını her fırsatta dile getiriyor. Sanatçının çok büyük bir misyonu olduğunu hatırlatan Kayahan, medyanın meşguliyetsiz meşhurlar yetiştirdiğini düşünüyor. Geçirdiği rahatsızlıkların kendisine çok şey öğrettiğini düşünen sanatçı, gününün önemli bir kısmını 6 yaşındaki kızı Aslı Gönül ile geçiriyor. “Eşimle birlikte kızıma Kur’an-ı Kerim okuyoruz.” diyen Kayahan ile uzun yıllardır sanat camiasında olmanın inceliklerini ve manevi zenginliğin insan hayatındaki önemini konuştuk.
Toplumun görünür yüzü olan sanatçılar size göre nasıl olmalı?
Sanatçı çok önemli bir misyon taşıyor. Bu nedenle hem yaptığı çalışmalarla hem de özel yaşantısıyla var olduğu topluma örnek olmalı. Ayrıca sanatçı çoğu kişinin görmediğini görebilen, duymadığını duyabilen, bunu özgün anlayışı içinde çizebilen, seslendirebilen, yazabilen, insanlardan bir adım ötede olduğunu düşündüğüm kişidir. Ama günümüzde kendini sanatçı olarak tarif eden ünlülerin önemli bir kısmı bu özelliklerin hiçbirine uymuyor. Maalesef medya meşguliyetsiz meşhurlar üretiyor. Ve bu kişiler yaptıkları işlerden ziyade yaşantılarıyla gündemi meşgul ediyor.
Sanat camiası kendi kurallarını koyan ve bu doğrultuda var olan bir dünya. Sizce bu dünya içinde maneviyat nerede duruyor?
Maalesef maneviyat bu dünyada önemli bir yer tutmuyor. Çünkü bu camiada birçok kişi dinin inceliklerini yeterince bilmiyor. Bu nedenle din ile ilgili konulara el yordamıyla yaklaşıyor. Her şeyini örnek aldığımız Batı ise bu konularda ciddi anlamda kafa yoruyor. Avrupalıların her şeyini taklit eden arkadaşlar, Batı’nın dine yaklaşımını kesinlikle benimsemiyor. Onlar en azından Pazar günü kiliseye gidiyor.
Üst üste çok ciddi rahatsızlıklar geçirdiniz. Bu hastalıklar size neler öğretti?
İki defa kanser hastalığı geçirdim. İlk hastalığımı 16 yıl önce geçirmiştim. Bundan altı sene sonra da ikinci defa hastalık ciddi bir biçimde nüksetti. Ve ben ikinci rahatsızlığımı gördüğüm bir rüya üzerine doktora gittiğimde öğrendim. O dönemde çok ilginç şeyler yaşadım. Ve Allah'ın büyüklüğüne bir kez daha inandım. Tabi o dönemde yakınlarım çok ciddi sıkıntılar yaşadı. Hastalıkların sonu ölümle de, hayatla da neticelense, sizin ve yakınlarınızın bunu doğal karşılaması gerekiyor.
Ölüm sözcüğü sizde nasıl bir karşılık buluyor?
Yaşam gibi ölüm de Allah'ın emri olduğu için kesinlikle vefat etmekten korkmuyorum. Ölüm de doğum kadar normal bir durum. Ben ölümü bir yok oluş değil bir mezuniyet olarak görüyorum. Asıl hayat ölümden sonra başlıyor. Görüyorum, bazı insanlar daha uzun yaşayabilmek için ellerinden geleni yapıyorlar. Ben bu dünyada fazla kalmanın bir mükâfat olduğunu düşünmüyorum. Bunu düşünmemdeki en büyük neden ise ölümle birlikte başka bir hayatın başlayacağını bilmem. Bu dünyada her şeyin bittiğini düşünenler farklı çabaların içine giriyor.
57 yıllık yaşantınızı nasıl özetlersiniz? Hayata nasıl bir anlam yüklüyorsunuz?
Hayatım boyunca yaptığım işi en iyi şekilde yapmaya çalıştım. Çocukluğumda çok değişik işlerde çalıştım. Ama kendimi bildim bileli haram ve helale çok dikkat ettim. Ailem bana öğretti ve ben de bu doğrultuda yaşadım. İnsan genç iken başarılı olmaya ve başkalarını geçmeye çalışıyor. Ama insan zaman içinde görüyor ki, hayat on altı yaşındaki kadar uzun değil. Bunu ilerleyen yaşlarımda görmeme rağmen önemli olanın bu olduğunu düşünüyorum. Ayrıca hiçbir zaman kötü şeylerin ve insanların önde olduğunu gördüğümde üzülmedim. Çünkü onların benim kadar sevinecek şeyleri olmadığını çok iyi biliyorum. Çünkü beni ben yapan değer yargılarım var. Ben Cenâb-ı Allah'a yakın yaşayan ve Cenâb-ı Allah'ı her an hisseden insanlardan olmaya çalıyorum. Ben iyi insan olmaya, kötü şeyler anlatanın karşısında olmaya çalışıyorum.
6 yaşında bir kız çocuğu yetiştiriyorsunuz. Günümüzde gençlik önemli ölçüde dejenere olmuş durumda. Sizce aileler çocuklarına nasıl yaklaşmalı?
Maalesef Türkiye bu konuda çok ciddi sıkıntılar yaşıyor. Benim çocukluğumda her şey çok daha farklıydı. Ben doğru laf söylemeyi annemden, babamdan; camiyi, Kur'ân-ı Kerim'i, yardım severliği büyükbabamdan öğrendim ve böyle yetiştim. Bütün çocuklar, ana ve babalarından, büyüklerinden çok şey öğrenirler. Zaten büyüklerin de küçüklere bu değerleri verme sorumluluğu var. Ama günümüzde gençlik bir kaos içinde. Çünkü aileler çocuklarının maddi ihtiyaçlarını görürken manevi dünyalarını çok ihmal ediyor. Mesela ben eşimle birlikte kızama Kur’an-ı Kerim okuyarak bu konularda kendisini elimizden geldiğince bilgilendirmeye çalışıyoruz. Hayatın her alanında kızımı bu bilgiyle yetiştirmeye çalışıyorum. Örneğin kızıma ‘Bay bay' demek yerine ‘Allah'a emanet ol' demeyi öğrettim. Bu tür küçük gördüğümüz ayrıntılar aslında bizi kendimize yabancılaştırdığı için büyük önem taşıyor.