Milliyet Yazarı Can Dündar, Ak Parti Sakarya Milletvekili Süleyman Gündüz'ün babasından ayrılık hikayesini, onu bulmak için 45 yıldır verdiği mücadeleyi kendisini babasına götüren beklenmedik gelişmeyi dün yazmıştı. Dündar bugün de kavuşma anını yazdı:
'Baba, hayat boyu hep bu anı bekledim'
"'Bu senin oğlun Süleyman...' denince 'Oğlum' dedi babam... Ben 'Babam' diye kucakladım onu... Kaburga kemiklerimiz birbirine geçti sanki ve yüreklerimiz birbirine değdi. Dakikalarca öyle kaldık; konuşamadık, ağlaştık..." AKP Milletvekili Süleyman Gündüz, kendisini 1 yaşında bırakıp Almanya'ya giden babasıyla 45 yıl sonra Kanada'da buluşmasını bu sözlerle özetliyordu..
AKP milletvekili Süleyman Gündüz, en şık elbisesini giymişti o gün...
Çok güzel bir orkide buketi yaptırmıştı.
Yanında Türkiye'den getirdiği hediyeler vardı.
Lale desenli iki kahve fincanı...
Bir cezve...
Ve bir torba kahve...
Bir fincan kahvenin 40 yıl hatırı vardı ve o, tam 45 yıldır beklediği, özlediği, izini takip ettiği babasıyla buluşacaktı.
Dünyanın öbür ucunda... Kanada'da...
Bir Babalar Günü arifesinde...
Karşılaşma
Kanada'da yaşayan kuzeni İbrahim ile birlikte öğleyin babasının yaşadığı evin kapısını çaldılar.
Evde yoktu. Komşudan akşam geleceğini öğrendiler.
Akşama kadar vakit öldürdüler. Lakin vakit, ölmek bilmedi.
Süleyman Gündüz bekleme saatlerini şöyle anlatıyor:
"Olağanüstü heyecanlıydım. 45 yıl o anı beklemiştim. Ona ulaşamadan onu kaybedeceğim diye çok korkmuştum. O yüzden akşama kadar geçen süre, belki geçen 45 yıl kadar uzundu".
Akşam geri döndüler.
Süleyman Gündüz, 72 yaşındaki babasının hazırlıksız bir tanışmada şoke olabileceği endişesiyle öne kuzenini sürdü. Zili İbrahim çaldı. Kapıyı zayıf, yaşlı bir adam açtı:
"'İşte o...' dedim içimden... 'Bu o... Babam!' Kucaklaşma iştahıyla doluydum. Ama birden boynuna atlayıp sarılamadım. Frenledim duygularımı..."
Geçmeyen dakikalar
Kuzen, "Ben senin ablanın çocuğuyum, adım İbrahim... Burada üniversitede öğretim üyesiyim" diye tanıştırdı kendisini...
Mustafa Kemal Gündüz'le İngilizce konuşuyorlardı.
Kapı önünde lafladılar. Ama ev sahibi, konukları içeri buyur etmekte tereddüt etti. İlk defa bir akrabasıyla karşılaşıyordu. Tedirgindi. 10-15 dakika kapı önünde söyleştiler.
Süleyman Gündüz, bir adım geride ayakta bekliyor, 1 yaşında kendisini bırakıp giden adamı süzüyordu, içi burkularak...
"Haykırmak istiyordum, tutuyordum kendimi. Tanrım, ne geçmez saniyelerdi. Zaman, insanın etini kopartarak geçiyordu; öylesine acı verici... Bakıp inceliyordum onu... Gençliğinden bu güne kadar geçen süreci de zihnimde canlandırmaya çalışıyordum. 60'lı yılları, 70'leri, 80'leri... Karşımda duran hiç tanımadığım yaşlı adam, hayatıma imzasını atmıştı."
"Bu bey kim?"
Bir süre sonra Mustafa Kemal Gündüz, yeğeni İbrahim'e dönüp, Süleyman Gündüz'ü göstererek İngilizce "Bu bey kim?" diye sordu. "Tahmin et bakalım" dedi İbrahim.
Baba-oğul göz göze geldiler, uzun uzun bakıştılar.
"Bize benziyor, ama tanıyamayacağım" dedi M. Kemal Gündüz...
Onun üzerine İbrahim mızrağı sapladı:
"Bu, senin oğlun Süleyman..."
Gerisini Süleyman Gündüz anlatıyor:
"Öyle deyince 'Oğlum' dedi babam... Ben 'Babam' diye kucakladım onu... Ama öyle bir kucaklaşma ki, sanıyorum kaburga kemiklerimiz birbirine geçti ve yüreklerimiz birbirine değdi. Kalplerimizin atışını hissettik. Dakikalarca birbirimize sarılı halde kaldık. Kenetlendik. Birbirimizin omzuna kafalarımızı yaslayıp, 45 yıl hasret kaldığımız ten kokusunu sindirmeye çalıştık. Konuşamadık, ağlaştık."
"Saçlarımı okşadı"
Elleri oğluna kenetli halde, ama şaşkınlıkla karışık bir tereddütle "İçeri geçelim" dedi M. Kemal Gündüz...
Evde üvey anne vardı. Ressamdı. Duvarlar tablolarıyla doluydu. Ona çiçekleri ve hediyeleri verdiler.
O da şoke olmuştu.
Ama asıl altüst olan Mustafa Kemal Gündüz ile oğlu Süleyman Gündüz'dü:
"Yalnız gözlerimizin içine bakıyor, geçen onca zamanı birbirimizin yüreğine akıtmaya çalışıyorduk. Sonra ben onun dizinin dibine oturdum, elimi çocuklar gibi dizinin üzerine koydum. Ve yine çocuk gibi babamın saçlarımı okşamasını bekledim. Nitekim o, kendiliğinden okşamaya başladı saçlarımı..."
Öylece kalakaldılar.
Neden sonra baba Gündüz, "Ne içersiniz?" diye sordu.
O zaman rüyadan ayıldılar ve "Kahve" dediler.
Bu, başlama sinyaliydi.
Şimdi hayatlarının fotoğraflarını karşılıklı birbirlerine göstererek, eksik kareleri yerli yerine yerleştirecek ve ortak fotoğraflarını kuracaklardı.
Kayıplar
Babasını, annesini, eşini, diğer oğlunu, kardeşlerini, köylülerini sordu Mustafa Kemal Gündüz...
Çoğu için aldığı yanıt aynıydı:
"Passed away..." (Vefat etti.)
Bu, şaşkınlığının üzerine acı ekledi.
İkili bir hayat yaşamıştı ve bir zamanlar en sevdikleri, belki bir gün yeniden karşılaşmayı umdukları, göçüp gitmişti.
Bunun yükü çöktü omuzlarına...
Tarumar olmuştu.
Özür?
Sohbet koyulaştığında konuklar kalkmak istedi.
M. Kemal Gündüz gece orada kalmaları için ısrar etti.
"Bir hafta kalacağız. Yarın yine görüşürüz" dedi Süleyman Gündüz...
Kalıp da yanlış bir imaj vermek istemedi.
"Biz kimsenin hayatını altüst etmeye gelmedik. Herkes yine kendi hayatını yaşayacak. Sadece bir temasımız olsun istiyoruz" dedi, babasını ve eşini rahatlatmak için...
Babasının eşine dönüp "Muradıma erdim, babamı gördüm, sizi de annem olarak görüyorum" dedi.
Yol açtığı duygusal karışıklık için özür diledi.
Baba, özür dilemedi.
Zaten oğluna göre de "Özür dilenecek bir şey yoktu artık... Yaşanmış bir hayat vardı. Orada özür, af, nefret değil, sadece özlem, hasret ve kavuşma vardı."
Ayrıldılar.
Et, kavuştuğu tırnaktan tez ayrıldı.
Mustafa Kemal Gündüz, uzun süre kapıda, 45 yıl sonra buluştuğu oğlunun ardından boynu bükük el salladı.
Niagara'da baş başa
Ertesi gün saat 10.00'da randevulaşmışlardı.
Ancak baba Gündüz, oğlunun oteline 08.00'de geldi.
"Dayanamadım" dedi.
Bu kez baba-oğul baş başaydı.
"Hadi Niagara Şelalesi'ne gidelim" dediler.
Muhteşem bir gün geçirdiler.
Sanki 45 yıl donmuş bekleyen zaman çözülmüş ve baba ile oğul, ayrıldıkları günkü heyecanla birbirlerine sarılı bulunmuşlardı.
Anıları konuşarak yürüdüler.
Mustafa Kemal Gündüz, yaptığı ilk hatayı telafi etmek için uğraşırken nasıl peş peşe hatalar yaptığını anlattı oğluna...
60'lardan başlayarak başından geçenleri özetledi.
'Baba elimden tut'
Süleyman Gündüz, bir rüyada olduğunu düşünüyor, uyanmaktan korkuyordu.
"Dedim ki, 'Baba benim elimden tut, beni gezdir. Beni koştur. Düşeyim, "Baba" diye bağırayım, yardım isteyeyim senden..."
Şelaleye gelince Süleyman Gündüz'ün fotoğrafçılık damarı kabardı. Makinesine davrandı. Babası, kendi resmini çekmesini istemiyordu. Köye gelip eski dostlarıyla buluşacaktı. Kendisini gazetede çıkacak bir fotoğraftan görmelerini istemiyordu.
Artık güvende..
Bunun üzerine oğlu, şelalenin fotoğraflarını çekmeye başladı.
Bir ara demir bir bariyere tırmanıp kuşbakışı görüntü almaya çalıştı.
O an babası sımsıkı yapıştı ayaklarına...
Süleyman dedi ki:
"Biliyor musun baba, hayat boyu hep bu anı bekledim. Babam beni korusun, sarsın istedim. Korunmaya öyle ihtiyacım vardı ki... İlk defa kendimi çok emniyette hissediyorum."
Babası üzüntüyle başını yere eğdi:
"İşte" dedi, "...ben, en çok bunun için kendimi suçluyorum."
Ağlayarak kucaklaştılar.