"Dün Cumhuriyet gazetesinden Can Dündar ve Erdem Gül tutuklanınca 4 yıl 8 ay geriye gittim. Sanki aradan geçen zamanı hiç yaşamadım.
6 Mart 2011 günü tutuklama kararının ardından önce Metris sonra Silivri yüksek güvenlikli cezaevine gönderilmiştik. 13 ayımızı orada geçirip 2012 yılında serbest kaldıktan sonra bir daha böyle bir dönemin yaşanmayacağını, bundan sonra “kimsenin gazetecilikten tutuklanmayacağını” umut etmiştim. Boşunaymış. Dün, yani 26 Kasım 2015 günü Can Dündar ve Erdem Gül tutuklandı. Bize “terörist”, kitap için de “örgütsel döküman” ve “bomba” demişlerdi.
Aradan neredeyse beş yıl geçti ama hiç bir şey değişmedi. Can ve Erdem için “casus”, yazdıkları haber için de “gizli belge, suç” diyorlar.
Hiç bir şey değişmedi: Ne gazeteciye bakış, ne hukukun işleyişi ne iktidar.
Gazeteciye düşense Silivri koşullarında bile dayanmak, direnmektir.
Tutuklama kararından sonra mahkeme salonundan çıkarken dostlarından, ailenden zorla ayrılırsın, arabada polisle yalnızsındır. Cezaevi kapısında gardiyanlar teslim alır koğuşuna götürür. Hepsi seni yalnızlaştırmak içindir.
Soğuk, gri beton koridorlardan girdiğinde, parmaklıklı kapılardan geçtiğinde, koğuşun demir kapısı açılıp, sürgü üzerine kapandığında yapayalnız kalırsın.
Gardiyanların “Allah kurtarsın” sözü kalır arkada.
Aslında yalnız değilsindir çünkü o güne kadar hiç olmadığı sayıda insan seni düşünüyordur. Seni sevinlerin desteği, duası, dilekleri, yazdıkların, savundukların ve gerçekler yanındadır.
Seni tutuklayarak gerçekleri hapsedeceklerini zannedenler fena halde yanılmışlardır. Çünkü gazetecilik “casusluk”, kitap ya da haber “suç” değildir.
Ve ne yapanlarsa yapsınlar gerçekler hapsedilemez.
Hapishane gazeteci için hapishane değildir, bir okuldur. Bedenin esir edildiği, ruhunun ise özgürleştiği yerdir. Silivri hapishanesi cesaretle, mücadeleyle korkunun yıkıldığı yerdir. O duvarların arkası basın özgürlüğünün, toplumun ifade özgürlüğünün beton ve demirle cisimleşmiş halidir. Uğruna savaş verdiğimiz kavramlar için hayatımızla bedel ödediğimiz yerlerdir. Nasıl dışarıda yazarken bedel ödüyorsak, Silivri’de de hapis yatarak basın özgürlüğü mücadelesi veriyoruz. Daha nasıl anlatmalı bilmiyorum. Aklıma tutuklandığımızda Yaşar Kemal'in 2011 yılının o Mart ayında ödül aldığı bir törende bizler için söylediği şu sözleri geldi. Yazının, yazarın, özgür düşüncenin, dostu, dostumuz, dostunuz Yaşar Kemal’in sözleriyle şimdi tutuklanan gazeteci dostlarımız Can ve Erdem’e sesleniyorum:
“Hapishane kötüdür, ölüm gibi. Bilincine varınca, düzleşir, olağanlaşır. İnsan soyunu zulüm kadar hiçbir şey küçültmez. Ne derler, zulmün artsın ki tez zeval bulasın... Zulüm aşağılık, insanlık dışı bir şeydir, ölümden de beterdir. Bilincine varınca olağanlaşır. Hepsinden beteri de insan soyunun yakasına yapışmış korkudur. İnsan korkusunun üstüne yürüdükçe, korku azalır, gücünü yitirir, insan soyu korkuda çürümez. Zulüm zulüm değildir aslında, zulüm korkudur. Her şeyin temeli, beteri korkudur…Diyorum ki, korkulmasın, bugünkü, bu gelip geçici duruma bakıp umutsuzluğa düşmenin bir gereği yok...Bugün hapishanelerde, mahkeme kapılarında veya mahkeme kapılarına gitmeyi beklerken mesleğinin ve insanlık onurunun hakkını verenler var. Onlar ve onların hakları için omuz omuza yürüyen, sesini yükseltenler insanlığımızın daha bitmediğini, vurdumduymazlığımızın bizi öldürücü hale getirmediğini kanıtlıyorlar. İnsanoğlu umutsuzluktan umut yaratandır. Demokrasiyi yaratmak insanlığın büyük gücü olmuştur. Çok söyledim, tekrar söylüyorum. Ya demokrasi ya hiç… Ve Türkiye 'hiç'e layık değildir. Selam olsun düşünce özgürlüğü ve insan hakları için direnen meslektaşlarıma. Selam olsun, korkunun üstüne yürüyenlere. Selam olsun insanlık toptan tükenmedikçe umudun da tükenmeyeceğini gösterenlere. İnsan soyu içinde en güzelleri, en kutsanacak olanları onlardır.”
Selam olsun Can Dündar'a, selam olsun Erdem Gül'e ve özgür gazeteciliğe...