Son zamanlarda 70 dolara kadar çıkan bir varil petrolün üretim maliyetinin 1 dolar bile olmadığını biliyor muydunuz? Gerçek rakam sadece 89 cent. Pekâlâ, aradaki 70 kat fark en çok hangi ülkenin işine geliyor dersiniz?
Tabii ki ABD’nin. 1970 ve 80’li yıllarda iki ülkenin kalkınma hızı ve ihracatındaki patlama dikkat çekiciydi. Amerika’yı zorlayan iki ülke Almanya ve Japonya’ydı. Üretimdeki artış nedeniyle enerji talepleri fazlaydı. Uzun yıllar önce bir makaleme, Almanya’nın ayak sesleri başlığını koymuştum. Fakat ayak sesleri çok geçmeden zayıfladı. Birinci Körfez Krizi petrol fiyatlarını yükseltince, artan enerji maliyetleri bu iki ülkenin hızını kesti.
Çin hedefte...
2000’li yıllara gelindiğinde gözler bu defa Çin’e çevrildi. Çin, ucuz istihdam nedeniyle yabancı sermaye çekmeyi başarınca, ülkede üretim patlaması yaşandı. Üretim demek enerji ihtiyacı demektir. Yapılan hesaplar, Çin’in enerji talebinin yüzde 40 artacağını ortaya koydu. İşte bu noktada yeni bir hamle gerekiyordu. Bizdeki moda tabirle düğmeye yeniden basıldı. 11 Eylül saldırıları yeni bir fırsat oluşturdu. ABD Irak’a yerleşti. Petrol kaynaklarını kontrol çabalarının dünya siyasetine etkileri o günden sonra daha yüksek sesle tartışılmaya başlandı. Dünya petrol rezervinin yüzde 65.3’ü Ortadoğu’da. Bütçe gelirlerinin yüzde 80’ini petrolden elde eden Suudi Arabistan, tek başına rezervin yüzde 24.9’una sahip. Bu ülkeyi yüzde 9.3’le Birleşik Arap Emirlikleri, yüzde 9.2 ile Kuveyt, yüzde 8.5’le İran izliyor. Petrol rezervinin yüzde 7.4’ü de Orta Amerika ülkelerinden Venezuella’da. Amerika için şu an hedefte olan iki ülkenin Venezüella ve İran olması şaşırtıcı değil.
Demokrasi yalanı...
DÜNYADA en çok petrolü ABD tüketiyor. Yıllık 3.5 milyar ton dolayındaki dünya petrol tüketiminin yüzde 25.5’ini tek başına gerçekleştiriyor. Dünya, ham petrol ithalatının da yüzde 27’sini yapıyor. Büyük bölümünü Suudi Arabistan’dan alıyor. Irak’a demokrasi getireceğini vaat ederek Irak petrollerinin başına oturan Amerika, Suudi Arabistan’daki rejimi dert etmiyor. Üstelik ABD’nin petrol ithalatına bağımlılığı giderek artıyor. Tahminlere göre, 2020 de bugünkünden yüzde 60 daha fazla petrol ithal etmesi gerekecek. Bu veriler, ABD’nin enerji güvenliğini, neden bir dış politika önceliği haline getirdiği, terör bahanesiyle dünyanın stratejik havzalarına neden yerleşmeye çalıştığını izah etmemize yardımcı oluyor. ABD’nin yeni dönemdeki küresel stratejisi, askeri güçle ekonomik zaafını telafi etmek ve rakiplerinin önünü kesmek üzerine kurulu.
Petrol işlenildiğinde 4 binden fazla ürün elde edilebiliyor. Bu stratejik ürünün bir varilinin maliyeti 1 doları geçmezken, varil fiyatının neden yükseldiğinin cevabı sanırım anlaşıldı. Dünyadaki stratejik enerji kaynaklarının yüzde 80’inin İslâm ülkeleri topraklarında olduğu düşünüldüğünde, oyun içinde oyun olduğu gözlerden kaçmıyor. Bu ülkelerde demokrasinin gelişmemesinin de, ülke kaynaklarının verimli kullanılmasını sağlayacak nitelikli bir eğitim ortamı sağlanamamasının da temelinde, küresel menfaat şebekesine endeksli yerli işbirlikçilerin uygulamaları etkili oluyor. Türk eğitim sisteminde gündemden düşmeyen konuları bir de bu bağlamda düşünün. Oyun küresel olur da, hiç Türkiye ayağı da olmaz mı? Son bir not... Katrina kasırgasının vurduğu bölge Amerika’nın hem önemli bir petrol üretim havzası, hem de ithal ettiği petrolün giriş kapısıydı. Dilerim buna bağlı gelişmeler 1 varil petrolü 100 dolara çıkarmaz