2000'li yıllara, beş seri katille gelen Türkiye'nin artık, 30'a yakın seri katili, onlarca psikopat cinayeti, yüzlerce katliam sahnesi var. İpucu programının yapımcısı Sevinç Yavuz yazdı.
2002’nin mart ayı ortalarıydı… Milli Güvenlik Kurulu’nda Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet Sezer’le rahmetli Başbakan Bülent Ecevit arasında yaşanan gerginliğin, cumhuriyet tarihinin en büyük ekonomik krizini patlatmasının üstünden tam bir yıl geçmişti.
O dönem, hiç bırakamayacağımı sandığım gazeteciliğe veda ettiğim ve NTV’de yeni bir işe başladığım günlerdi.
NTV Genel Yayın Yönetmeni Cem Aydın’la yardımcısı Görkem Yaşayan, Adli Tıp dosyalarıyla ilgili bir program yapmak istediklerini söylediklerinde benim için de yepyeni bir dünyanın kapıları açılmış oldu: Cinayet…
Önce programın adı kondu. Tabii cinayet denince akla ilk gelen şey, programın da adı oldu: ‘İpucu’.
Programın oluşum sürecinde yol haritamızı şöyle belirledik: “İpucu, yalnızca bilimsel tekniklerle aydınlatılan ve delilden suçluya ulaşılan dava dosyalarını konu edinecek”.
Bizde delil ne gezer!
Türkiye gibi ülkelerde bir programa bu kriteri koymanın anlamı şudur: İşin yoksa, işkence yapılmadan, şüpheliye dayak atılmadan, önüne her geleni içeri tıkmadan aydınlatılmış cinayet dosyalarını ara, bul…
Gülenler, “Bizde polis böyle çalışmaz, üstelik bizden seri katil çıkmaz” diyenler, programın beş bölüm sonra biteceğini söyleyenler, aksi takdirde kendisini camdan atacağı üzerine iddiaya girenler oldu.
İpucu, başta koyduğu ilkeden taviz vermeden binlerce dosya içinden seçe seçe tam 44 bölüm yayımlandı.
Yayımlanmasına yayımlandı da, iddiaya girenlerin en azından psikopat katiller konusunda o kadar da haksız olmadıkları ortaya çıktı. Öncelikle o dönem ele alınan cinayet dosyalarının büyük çoğunluğu aile içiydi. Bir kısmı para ve soygun amaçlıydı, diğerlerinde ise kişisel hesaplaşma, kıskançlık gibi motivasyonlar öne çıkıyordu.
2000’lere kadar 5 seri katil
Ele alınan cinayet dosyalarının, yargılama sürecini tamamlamış olmasına da dikkat edildiği için, ister istemez programda 2000 yılına kadar gerçekleşen cinayetler işlendi.
O dönem ortaya çıkan tabloya göre, Türkiye’de bilinen, (burada bilinen vurgusu çok önemli) beş seri katil vardı. Onları bir kez daha hatırlamakta fayda var. İlki namı diğer, Kolici Orhan Aksoy (halen müebbet hapse mahkûm). Gölcük depreminden sonra ortaya çıkmıştı. 1999’da İstanbul’da tam beş cinayet işlemişti. Kurbanlarını önce eve alıyor, içkilerine uyku ilacı karıştırıp uyutuyor, sonra boğarak öldürüyordu. Aksoy’un seri katil diye tanımlanmasının nedeniyse, işte bu noktadan itibaren başlıyordu. Çünkü kurbanlarını soyuyor, birkaç gün, suda bekletiyor, sonra da vücutlarındaki bütün boşlukları silikon tabancası kullanarak dolduruyordu. Bu eylemi, sadece kendisinin bilebileceği bir fanteziye hizmet ettiği gibi, ona önemli bir fayda daha sağlıyordu. Suda beklettiği için, cesetler üzerinde Aksoy’a ait hiçbir DNA bulunamadı.
İkincisi, Aksoy’dan bir yıl önce yine İstanbul’da ortaya çıkmıştı: Seyit Ahmet Demirci (tahliye oldu). En yakın arkadaşıyla birlikte çocukken bir mobilyacının tacizine uğrayan Demirci, 30’lu yaşlara kadar normal bir hayat sürdü. Meslek edindi, hatta evlendi… Ta ki, birlikte tacize uğradığı arkadaşının, intihar ettiği haberini alana kadar. Kendine bir silah aldı ve tanımadığı mobilyacıları enselerine kurşun sıkarak öldürmeye başladı. Dördüncü cinayetini işlemek üzereyken, dönemin Cinayet Masası Amiri Nusret Demiral tarafından yakalandı.
Çivi, erkeklik simgesine
1998’de üçüncü seri katil ortaya çıkmıştı. Kayseri’de kanal boyunda yedi kişiyi tüfekle vurarak öldüren Hamdi Kayapınar (hapiste). Cinayetlere 11 yaşında, üvey kardeşini öldürerek başlamıştı. Yıllarca ıslahevinde yatmış, çıkınca annesi ve kız kardeşinin yanına yerleşmişti. Kimseyle görüşmüyor, evden dışarı çıkmıyordu. Geceleri hariç tabii.
Kurbanlarını belirli bir yol üzerinden geçen insanlar arasından seçiyor, uzaktan tüfekle ateş ederek öldürüyordu.
Türklerin, en iyi bildiği seri katilse, 1994’te Denizli’nin Çambaşı Köyü’nde dört komşusunun alnına ve gözlerine çivi çakarak öldüren Süleyman Aktaş’tı (ruh ve sinir hastalıkları hastanesinde yatıyor).
‘Çivici’ adıyla anılan Aktaş, her cinayetinden sonra olayın krokisini A4 kâğıda çiziyor, erkekliğinin simgesi olarak nitelediği çivileri ise itinayla resmediyordu. Resimlerindeki kurbanlarının gözleri alınlarına çakılan çiviye bakıyor oldukları için, genellikle şaşıydı.
Gelmiş geçmiş en vahşi cinayetleri işleyen katilse, 1992’de Artvin’den çıktı: Adnan Çolak. Üç yıl boyunca Artvin’in civar köylerinde, on bir yaşlı çifti öldürdü, bazılarına öldürdükten sonra tecavüz etti, evlerini ve cesetlerini ateşe verdi. Yakalanıp mahkemeye çıkarıldığında, yaşlıları sevmediğini söyledi.
Peki sonra ne oldu? İpucu yayına ara verdi… 2008 Haziran ayına kadar. Program bu kez TRT 1’de İpucu-Kriminal adıyla ekrana çıktı. Bunun anlamı da şuydu: Adli Tıp Kurumu’nun soğuk, gri otopsi salonları, ifade tutanakları, dava dosyaları…
Ama daha ilk günden bir farklılık vardı. Her şeyden önce Avrupa Birliği uyum yasaları devreye girmişti. İfadelerin birbirine girdiği, kimin ne anlattığının anlaşılmadığı, daktiloyla yazılmış, polis ağırlığı hissedilen dosyalar yerlerini, delillerin numaralandırıldığı, DNA, kan ve kimyasal analiz gibi raporların eksiksiz yer aldığı savcılık iddianamelerine bırakmıştı.
Ama dosyalarda bir başka farklılık daha vardı. Soygun amacıyla eve giren katiller, karısını kıskançlık nedeniyle öldürüp intihar süsü veren kocalar, sevgilisine eşini öldürten kadınlar, ağırlıklı yerlerini, sayıları hızla artmış seri katillere, psikopat cinayetlerine, toplu kıyımlara bırakmıştı.
Tablo korkunçtu… Bir toplum için, an bile sayılamayacak kadar kısa bir süre olan 10 yılda Türkiye’nin katil ve cinayet profili hızla değişmişti.
2000’li yıllara, beş seri katille gelen Türkiye’nin artık, 30’a yakın seri katili, onlarca psikopat cinayeti, yüzlerce katliam sahnesi vardı. Artık Türkiye, her 5 saatte bir insanın öldürüldüğü bir ülke haline gelmişti.
Pandora’nın Kutusu açıldı
Mesela 43 kişinin katili ‘Tornavidalı’ lakaplı Yavuz Yapıcıoğlu çıktı sahneye. Onu, ‘Bebek Yüz’ denen Özkan Zengin, kurbanlarını kuyuya dolduran Ali Kaya, İzmirli kadınlara takık Efkan Bakır, dört kişiyi evinde testereyle parçalara ayıran Nazım Demir ve sevgilisiyle birlikte seri cinayetler işleyen Osman Çuhacı takip etti. Üstelik bunlar, basına yansıyanlardan sadece küçük bir bölüm. Mesela 2002’den beri İstanbul’un çeşitli yerlerine kesik kadın bacakları bırakan seri katilden hâlâ ses yok. En son, geçen temmuzda Bursa’daki bir çöp konteynirinde aynı şekilde kesilmiş iki kadın bacağı bulundu. Kesilme şekli, İstanbul’dakilerle aynıydı. Bacak kemiği gövdeden neşter benzeri bir kesiciyle tam anatomik sınırlardan ayrılmıştı.
Bu noktada sorulması gereken tek soru şu: Türkiye’de son 10 yılda ne oldu? 2001’deki ekonomik kriz etkili oldu mu mesela? Ya da yıllardır devam eden ve bitmek bilmeyen terör? Ya da Adli Psikiyatr Prof. Dr. Gökhan Oral’ın dediği gibi: “Bir insanda şizofreni ya da anti-sosyal kişilik bozukluğu (psikopat) olması, o insanın suç ya da cinayet işleyeceği anlamına gelmez. Kötülük, bazen yalnızca salt kötülüktür.” 01/11/2010
-RADİKAL