Yeni Şafak Ankara Temsilcisi Abdülkadir Selvi, HDP Eş Genel Başkanları Selahattin Demirtaş ile Figen Yüksekdağ’ın dokunulmazlıklarının kaldırılmasına yönelik tartışmayı irdeledi. 1994 yılında aralarında Hatip Dicle, Leyla Zana, Orhan Doğan, Sırrı Sakık gibi isimlerin olduğu DEP milletvekillerinin dokunulmazlıklarının kaldırılmasının Kürtlerde duygusal kopuşa neden olduğunu hatırlatan Selvi, "HDP ile de benzer bir durumun yaşanacağını" söyledi. “DEP'lilerin Meclis'ten atılmasıyla bir kırılma yaşandı" diyen Selvi, şunları söyledi:
"PKK silahlı mücadele ile alamadığı mesafeyi aldı, dünyaya sesini duyurdu. HDP'lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasıyla birlikte bekledikleri fırsatı altın tepsi içinde sunmuş olacağız. PKK ile mücadeleyi haklı olduğumuz zeminden alıp, siyasi platforma taşıyacağız. Ne kadar haklı olursak olalım HDP'lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasıyla Kürtlerdeki duygusal kopuş hızlanacak. AK Parti kaybettiği takdirde bölgenin anahtarını HDP'ye teslim etmiş olacağız"
Selvi'nin Yeni Şafak'ta "Dokunulmazlıkların kaldırılması kime yarar" başlığıyla yayımlanan (4 Ocak 2016) yazısı şöyle:
Fitili Genelkurmay Başkanı Doğan Güreş ateşlemişti:
“Eşkıyayı Bekaa'da aramaya gerek yok. Bunların bir kısmı yüce Meclis'in çatısı altındadır. Biz dağda PKK'yla savaşıyoruz. Ancak asıl PKK Meclis'te”.
Başbakan Tansu Çiller'in ”Meclis'te PKK'nın barındığı bir gölge vardır, bunu Meclis'in üzerinden kaldırmakla yükümlüyüz”sözleriyle DEP'lilere karşı harekete geçildi.
2 Mart 1994 tarihinde aralarında Leyla Zana, Hatip Dicle, Ahmet Türk, Sırrı Sakık, Mahmut Alınak ve Orhan Doğan'ın da yer aldığı DEP milletvekillerinin dokunulmazlıkları kaldırıldı.
O gün Meclis'in en ağır günlerinden biriydi.
Tansu Çiller'in, asker parkası giydiği, ”Mehmetçik Başbakan”lığa soyunduğu günlerdi. İktidar kulisine geçip DYP'lilerin, muhalefet kulisine gelip DEP'lilerin nabzını tutmaya çalışıyorduk. İktidar kulisinde bir tek Mehter Marşları çalmıyordu. PKK'yı Meclis'ten atmak gibi ulvi bir vazifeyi yerine getirmenin coşkusu yaşanıyordu. DEP'lilerin cephesinde ise buruk bir hava hakimdi. Gergin bir oturum yapıldı. Sert tartışmalar sonucunda DEP'lilerin dokunulmazlığı kaldırıldı. DGM Başsavcısı Nusret Demiral, Meclis'e girip DEP'lileri almak istiyordu. DEP'lilerin dokunulmazlıkları kaldırılınca Meclis'in Çankaya ve Dikmen kapılarına terörle mücadele ekipleri yerleştirildi. Meclis Başkanı Hüsamettin Cindoruk, polisin DEP'lileri Meclis'ten almasına karşı çıkıyordu. Orhan Doğan, Meclis kapısında gözaltına alındı. Başına bastırılarak polis aracına sokuldu. DEP milletvekilleri geceyi kuliste geçiriyor, zaman zaman Halkla İlişkiler binasındaki odalarına geçiyorlardı. O sırada HBB-TV'deydim. Erken saatte DEP'lilerin odalarını kontrol etmek için Halkla İlişkiler binasında A Blok Alt Zemin'e girdim. Günaydın Gazetesi'nden Taşkın Şenol'la karşılaştık. “Odaları boş” dedi. Taşkın, DEP'i çok iyi takip eden gazetecilerden biriydi. Kısa bir araştırma yaptıktan sonra Remzi Kartal, Zübeyir Aydar, Naif Güney, Nizamettin Toğuç ve Ali Yiğit'in yurtdışına kaçtığını öğrendik. Haber kanalı gibi çalışıyorduk. Hemen haber müdürümüz Sırrı Çağlar'ı aradım. Önce şaka yapıyorum zannetti, inanmak istemedi. Sonra son dakika ile haberi duyurduk.
Meclis'e Terörle Mücadele Müdürlüğü'nün beyaz minibüsü geldi. DEP'lileri Meclis'ten alıp Ulucanlar Cezaevi'ne götürdüler.
“PKK, Meclis'ten atıldı” bir sayfa kapandı diye düşünürken aslında yeni bir sayfa açılmıştı.
O yıllarda Öcalan'ın karargahında görev yapan PKK'lı kadın teröristle konuşmuştum. DEP'lilerin dokunulmazlıklarının kaldırıldığı gün Öcalan'ın ne yaptığını sordum.
Cevap: “Bir televizyondan diğerine geçiyor, DEP'lilerle ilgili haberleri takip ediyordu. Çok sevinçliydi. 'TC'yi tuşa getirdim, davayı dünyaya mal ettim' diyordu”
DEP'lilerin Meclis'ten atılmasıyla bir kırılma yaşandı.
PKK silahlı mücadele ile alamadığı mesafeyi aldı, dünyaya sesini duyurdu. PKK, ikinci büyük sıçramasını yaptı.
O ana kadar ayrılıkçı terör hareketi olarak görülen PKK, uluslararası zeminde siyasi bir kimlik kazandı.
Tüm bunları PKK başarmadı maalesef ki biz kendi elimizle bahşettik.
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Suudi Arabistan dönüşü yaptığı açıklamalara baktığımızda, PKK ile mücadelede yeni bir sürece girdiğimiz anlaşılıyor.
“İki eş başkanın yaptığı açıklamalar kesinlikle Anayasa suçudur. Haklarında cumhuriyet başsavcılıklarının başlattıkları süreçler var. Bu konuların takip edilmesinin gereğine inanıyorum. Parti kapatma olayı düşünülmemeli, gündeme dahi gelmemeli. Ama suçu irtikap eden milletvekili, belediye başkanı veya başkaları olabilir. Bunlar bunun bedelini ödemek durumundadır. Diyarbakır ve Ankara Başsavcılıklarının başlattığı soruşturmaları da bu çerçevede değerlendirmek lazım. Dokunulmazlıklarının kaldırılması suretiyle başlayacak süreç, inanıyorum ki terörle mücadele açısından ülkemizdeki havayı da olumlu yönde etkileyecektir”
PKK ile mücadelede 22 yıl sonra benzer bir noktaya geldik.
Ama ne dünya 22 yıl önceki dünya, ne bölgemiz 22 yıl önceki bölge ne de Kürt sorunu 22 yıl önceki durumunda.
PYD üzerinden ABD ve Rusya ile Suriye ve Irak'ta işbirliği içinde olan bir PKK var.
Oysa her şey ne kadar güzel başlamıştı.
”Gerekirse baldıran zehri içmeye hazırım” diyen Erdoğan çözüm sürecini başlatmış, Kürt sorununun çözümü konusunda ilk kez sivil iradenin son söz sahibi olduğu bir sürece girilmişti.
12 Mart darbesi döneminde iki kez Başbakanlık görevini de üstlenen Ferit Melen, ”Kürt sorunu bizim doğurduğumuz ve şimdi de altından kalkamayacak bir duruma geldiğimiz bir sorundur” demişti. Cumhuriyet tarihinin karanlık sayfalarına hakim siyasetçilerden biri olan CHP'li Ferit Melen'in Kürt sorunu konusunda önemli bir tespiti vardı; ”Askerin baskısını sevmemekle birlikte siyasi partiler göz yumuyordu. Zira kendilerinin hiçbir politikaları yoktu. Devletin de politikası yoktu. Sadece askerin politikası vardı. O da baskı ve gerektikçe dayak.”
Kürt sorununun çözümünde AK Parti, farklı bir hikaye yazmayı başardı. Erdoğan, Kürt sorununu askerin tekelinden alan, sivil çözümü devreye sokan bir lider oldu. Aynı çizgiyi takip ettiği Menderes, Özal ve Erbakan'dan daha güçlü bir irade ortaya koymayı başardı.
Erdoğan, Dolmabahçe Mutabakatı'ndan sonra ayrı bir yerde duruyor.
Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ binlerce kez dokunulmazlıklarının kaldırılmasını hak ediyorlar.
“Biz sırtımızı YPJ'ye, YPG'ye ve PYD'de yaslıyoruz”
“Barikatların arkasındaki insanların elinde hafif silahlar var”
“Bu direniş kazanacaktır”
Dünyanın hiçbir demokratik ülkesinde sivil siyasetçiler bunu söylemez.
Bunlar Kandil'in stratejisinin bir parçası. Kandil ve Demirtaş HDP'yi kapattırmak, dokunulmazlıklarını kaldırtıp, Meclis'ten atılmak istiyorlar. Zaten “Özerklik” ve “Özyönetim” taleplerinden sonraki ikinci aşama Meclis'ten çekilmek olacak.
HDP'lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasıyla birlikte bekledikleri fırsatı altın tepsi içinde sunmuş olacağız.
PKK ile mücadeleyi Sur'da, Cizre'de terörle mücadele konseptinden çıkarıp, siyasi zemine çekmiş olacağız.
PKK ile mücadeleyi haklı olduğumuz zeminden alıp, siyasi platforma taşıyacağız.
Kürt sorununa sivil çözüm iddiamızın çökmesine, AB hedefimizin yara almasına neden olacak.
AK Parti, Kürt siyasetinde “son kale.”
Ne kadar haklı olursak olalım HDP'lilerin dokunulmazlıklarının kaldırılmasıyla Kürtlerdeki duygusal kopuş hızlanacak.
AK Parti kaybettiği takdirde bölgenin anahtarını HDP'ye teslim etmiş olacağız.
Peki bu iş kime yarayacak?