Çok sayıda Kürt gazetecinin tutuklanması, gazetenin Eş Genel yayın Yönetmeni Eren Keskin’e dava açılması, gazeteye yönelik soruşturma ve dava yağmuru nedeniyle Özgür Gündem tarafından 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü Günü’nde başlatılan ‘Nöbetçi Eş Genel Yayın Yönetmenliği’ kampanyasına katılan TİHV Başkanı Prof. Dr. Şebnem Korur Fincancı, yazar Ahmet Nesin ve Sınır Tanımayan Gazeteciler (RSF) Türkiye Temsilcisi Erol Önderoğlu 'terör örgütü propagandası' suçlamasıyla tutuklandı.
Şebnem Korur Fincancı, genel yayın yönetmenliği deneyimini, "Bugün ilk kez bir gazetenin mutfağına girdim. Yazımı da bu mutfakta bir gazetenin, basın emekçilerinin Pazar günü kavramı olmadığına tanıklık ederken yazıyorum. Yarın Evrensel ile birlikte bir de Özgür Gündem almanızı öneririm" ifadesiyle anlatırken, Erol Önderoğlu da, "Dileyelim ki, Özgür Gündem’e ziyaretimiz, tüm Türkiye medyası bakımından nitelikli, sorgulayan, nesnel gazetecilik arayışı kadar, baskılara karşı dayanışma ve diyalogun geliştirilmesinde bir kıvılcım oluştursun" dedi. 'Hayatında ilk defa genel yayın yönetmenliği yaptığını' vurgulayan Ahmet Nesin de, "Gazeteciliğe 78 yılında başladığıma göre oldukça beklemişim bu keyifli görev için. Ama ne yazık ki bu keyifli görev sadece 1 gün sürecek" diye yazdı.
Şebnem Korur Fincancı, Erol Önderoğlu ve Ahmet Nesin'in 'Özgür Gündem ile Dayanışma' yazıları şöyle:
Şebnem Korur Fincancı: Öfkem baki, ama umudum da her daim diri
Bugün ilk kez bir gazetenin mutfağına girdim. Yazımı da bu mutfakta bir gazetenin, basın emekçilerinin Pazar günü kavramı olmadığına tanıklık ederken yazıyorum. Yarın Evrensel ile birlikte bir de Özgür Gündem almanızı öneririm. Gazetenin nöbetçi eş yayın yönetmeni olarak dayanışmaya geldim, ama daha önemlisi bu dayanışmanın yaygınlaştırılması, birlikte zenginleştirilmesi.
Arkadaşlarımızın gündem toplantısına yetişemesem de, manşet toplantısı için beklerken kaç haftadır toplantılardan fırsat bulup yazamadığım yazımı da Özgür Gündem’in mutfağında yazıyorum. Bu aralar toplantılar, yolculuklar gündemi izlememi bile zorlaştırsa da, Gezi güzellemelerini gözden kaçırma olanağı yoktu. Özlemle yad edilen eski sevgili misali ahlarla vahlarla yazılmış yazılar, sosyal medya paylaşımları bir süredir içimde biriken öfkeyi taşma
noktasına getirdi. Gezi sürecini önemsemediğimden, değersiz bulduğumdan değil. Tam tersine önemli bulduğum, cunta sonrası işkencelerle, yargısız infazlarla, cezaevleriyle terbiye edilmiş ve sesini yitirmiş bir toplumun o sesi yeniden kazanma çabasına heyecanla katıldığım için. Farklılıklarımızla birlikte durabilme adına çok değerli bir deneyim olduğu için. Sönüp gitse de, paylaşılan kararlar ve forumlarla doğrudan demokrasinin emekleme çabasını gözlediğim için. Sonrası kendi adıma üzücü. Cuntanın baskı ve yıldırma politikaları ile sesini kaybedenlere katılan yenileri, gaz bulutlarının arasında görünmez olan, dayanışmadan yarışmaya geri dönüş yapan o güzelim insanlar.
Şebnem Korur Fincancı'nın Evrensel'de yayımlanan yazısının tamamını okumak için tıklayın
Erol Önderoğlu: Gazeteciliğin geleceğiyle ilgili endişe duymamak elde değil
Siyasetin ve Meclis’in işlevsizleştirilmesi, dokunulmazlıkların kaldırılması, habercilik ve ifade özgürlüğüne yönelik yaygın blokaj, toplumun genelinde bir arada yaşama şanslarını, belki bir daha ele geçirilemeyecek tarzda, tüketme tehlikesine yol açıyor.
bianet Medya Gözlem Raporu, Türkiye toplumundaki derin politik ve sosyal yarılmanın bir tek medya üzerindeki yıkıcı yansımaları konusunda yeterli veri sağlıyor.
Nisan ayı itibariyle 28 medya temsilcisi, politik veya gazetecilik dosyalarından hapisteydi. Yine yılın ilk üç ayında 15 gazeteci ve 2 medya grubu saldırıya uğramış, 49 haberci gözaltına alınmıştı. Sadece Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın “hakaret” suçlamasıyla yaptığı şikayetler kapsamında 53’ü gazeteci 86 kişi hakkında ceza soruşturması /davası çerçevesinde veya tazminat istemiyle işlem yapıldı.
Gazeteciler hakkında, Ceza Kanunu (TCK) ve şu sıralar Avrupa Birliği’nin “reforma git” baskısıyla gerginlik konusu olan Terörle Mücadele Kanunu (TMK) uyarınca 5 kez müebbet ve 2 bin 229 yıl 6 ay hapis cezası istemiyle yargılanıyor.
Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın günlük söylemlerinden, hükümetçe medyaya yönelik hukuki, sözlü ve fiziki saldırılarının hiç birinin kabul edilmemesine, muhabirin güvenlik kuvvetleri nezdinde “düşman unsur” muamelesi görmesine, akreditasyon ayrımcılığıyla habercilerin gündem takibinden dışlanması vb onlarca gösterge, maalesef belirli eleştirel toplumsal kesimlerinin tasfiyesine işaret ediyor.
Sadece bölgesel bir savaş değil, ülke sınırları içerisinde çeşitliliğiyle yaygın bir müdahalenin varlığı kimsenin gözünden kaçmıyor. Kısa bir dönem içerisinde, Gülen Cemaati’ne yakın medya grupları batırıldı, Cumhuriyet gazetesi yetkilileri Can Dündar ve Erdem Gül tutuklandı, İMC TV kamuya ait TÜRKSAT Uydusu’nun dışına itildi; operasyon bölgelelerinde onlarca Özgür Gündem ve DİHA çalışanları gözaltına alındı; birçoğu cezaevine gönderildi.
Dileyelim ki, Özgür Gündem’e ziyaretimiz, tüm Türkiye medyası bakımından nitelikli, sorgulayan, nesnel gazetecilik arayışı kadar, baskılara karşı dayanışma ve diyalogun geliştirilmesinde bir kıvılcım oluştursun
Erol Önderoğlu'nun Bianet'te yayımlanan yazısının tamamını okumak için tıklayın
Ahmet Nesin: Umarım daha sık görüşürüz müdürsüz halimle
Yaşamımda ilk kez bir gazetenin genel yayın müdürü oldum. Gazeteciliğe 78 yılında başladığıma göre oldukça beklemişim bu keyifli görev için. Ama ne yazık ki bu keyifli görev sadece 1 gün sürecek. Yaptığımız iş esasında, basına ve Özgür Gündem’e yapılan baskıları protesto etmek ve Özgür Basın’ı sahiplenmek. Öyle bir noktaya geldik ki esasında bunca yıllık mesleğimden utanır duruma geldim, sadece ben değil, benim kuşağımdan bisürü insan aynı durumda. Yeni gazetecileri okudukça ya da dinledikçe “Biz yıllarca ne yapmışız!” diye düşünmekten kendimizi alamıyoruz
Önceki gün Nagehan Alçı’nın bir yazısını okudum mesela, bu konuda eşim ve kimi arkadaşlarım mazoşist olduğumu söylese de okumak zorunda kalıyorum. Nagehan Alçı başkan mı, başbakan mı, cumhurbaşkanı mı, bitürlü anlayamadığımız Erdoğan’la dış gezisini anlatırken mutfağını merak etmiş ve incelemiş. Sonuç olarak şöyle demiş kasteci Alçı: “Öğrendiğim kadarıyla Tayyip Bey sabahları iyi bir kahvaltı ediyor. Mutlaka çorba içiyor, yanında peynirli, zeytinli Türk kahvaltısı yapıyor.” Anladınız değil mi, işin içine peynir ve zeytin girince o kahvaltı anında Türkleşiyor. Yaşamımım bir bölümünde İngiltere, İsviçre, İskoçya ve Fransa’da yaşadım. Bu insanlarla en çok sabah kahvaltılarında anlaşabiliyordum, kahvaltı sırasında hiç dil zorluğum olmuyordu. Nagehan Alçı’yı okuyunca çözdüm olayı, meğer onlar da Türk kahvaltısı yapıyormuş, beni rahatlatan oymuş meğer. Kasteci Alçı beni aydınlattı.
Ben esasında ciddi bir yazardım da sanırım genel yayın müdürü olunca havaya girdim ve böyle saçmalamaya başladım. Oysa benim başkanlık sisteminde ciddi bir önerim var. Başkanlık sistemine geçtiğimizde partilerin kapatılması gerekiyor. Çünkü bu sistemde, daha doğrusu Türk başkanlık sisteminde partinin hiçbir önemi kalmıyor. Cumhurbaşkanı genelde ne yapar, seçimlerden sonra hükümetin istifasını ister, en çok oy alan partinin başkanını yanına çağırır ve yeni hükümet kurmasını ister. İyi de başkanlık sisteminde buna gerek yok ki, çünkü hükümet meclis dışından olacağı için seçim sonrası istifa edecek hükümet ve doğal olarak yeni kurulacak hükümet olmayacak ki!..
Böyle olunca şu ya da bu parti neden birinci parti olmaya çalışsın ya da bir seçim bildirgesi hazırlayıp bunu halka anlatsın ki? Halka anlattığın ve en çok oyu aldığında hükümet olamayacaksan bunca çabaya ne gerek var ki? O yüzden ben diyorum ki başkanlık sisteminde parti kapatılsın, boş yere oy vermek için zaman ve para harcamayalım. Nagehan Alçı’nın dediğine uyalım, sabahları zeytin ve peynir yiyelim, Türk olduğumuzu anlayıp “Padişahım çok yaşa...” diye bağıralım. Umarım bu yazımı Deniz Baykal okur, bu sistem tam ona göre çünkü, başbakan olmamak için seçime gitme sistemi...
Neyse yazımı bitirmek zorundayım, saat geç olmuş ve genel yayın müdürlüğüm bitmiş, hoşçakalın, umarım daha sık görüşürüz müdürsüz halimle...