Şamil Tayyar/Star
Paşam ya siz?
Türkiye 24 yılı aşkın süredir bölücü terörle mücadele ediyor. Binlerce güvenlik görevlisi bu süreçte şehit oldu. Bağrımıza taş bastık, acımızı yüreğimize gömdük, sustuk. Terörle mücadele eden cesur yüreklerin moralleri bozulmasın istedik.
Sonra?
Paşaların itirafları kitap konusu olmaya başladı. Orgeneral Doğan Güreş, Genelkurmay Başkanlığı yaptığı dönemle ilgili anılarını Gazeteci Fikret Bila’ya anlatırken, 24 Mayıs 1993 günü silahsız 33 erin otobüsten indirilerek şehit edildiği olay için ‘Ciddi bir hata yapılmış’ deyiverdi.
Ne zaman? Tam 14 yıl sonra.
Ne diyor Paşa: ‘Ben şöyle bir emir vermiştim, eğer asker bir yerden bir yere nakledilecekse öyle münferit olmayacak. Toplanma merkezleri olacak. Bu merkezlerde askerler toplanacak. Nereye gidiyorsa yol güzergahında tedbir alınacak, asker çıkış yapınca varış noktasına haber verilecek ve varış noktası da intikali takip edecek, bir gecikme olursa hemen çıkış noktasıyla da irtibat kurulup müdahale edilecek.’
Bu emir yerine getirildi mi?
Cevabı paşadan dinleyelim: ‘Bu 33 erin sevkıyatında bunlara uyulmamış, ciddi bir hata yapılmış... Bu çocuklar otobüsle yola çıkarılmış ama haber verilmemiş. Bingöl bunu yapmamış. Ayrıca varış noktasından da geriye doğru aranmamış. Oysa bu haberleşme yapılsaydı anında helikopterler gider ve müdahale ederlerdi. Büyük bir hata oldu bu olayda...’
14 yıl sonra gelen bu itirafın kime ne yararı var şimdi? Bu hatayı o zaman görmedik, göremedik, yazmadık, yazamadık. Güvenlik güçlerinin mücadele şevkini kırmadık, peki kitaplarda ‘hatıra’ niyetiyle iki paragraf yer tutsun diye mi gizledik olup bitenleri.
Gizledik de ne oldu?
Olaydan kısa süre sonraydı. Milliyet’te çalışıyordum. Foto muhabiri arkadaşım Burhan Eliş’le birlikte uçakta yer bulamadığımız için Diyarbakır’dan otobüsle Ankara’ya yolculuk yaparken sağımız solumuz yeni terhis olmuş sivil kıyafetli erlerle doluydu.
Kayseri çıkışına kadar pencereden dağları gözetlediler, ürkek bakışlarla birbirlerine moral vermeye çalıştılar. Ufukta Kayseri görünür görünmez coşmaya, zafer şarkıları söylemeye başladılar.
Sordum gençlere: ‘Daha birkaç gün önce vahim bir olay oldu, 33 asker hayatını kaybetti. Sizi böyle nasıl bıraktılar?’
Hepsi aynı sözü tekrarladı: ‘Merak etmeyin, yol boyunca gerekli tedbiri aldık dediler. Her kavşakta silahlı araçların olacağını söylediler.’
Ama yoktu.
Büyük tesadüf, hepsi sağ salim baba ocaklarına döndüler. Bir saldırı olsa ve bu yavrucaklar şehit düşselerdi, bunun hesabını kim verecekti? 14 yıl sonra Fikret Bila’nın kitabında bir paragraftan öte ne anlam taşırdı ki...
Çok geriye gitmeye gerek yok. İşte Dağlıca önümüzde duruyor. ‘Benim babam Yaşar Büyükanıt’ın devre arkadaşı, mahkemedeki hakim ve savcı harbiyeden devre arkadaşlarım’ diye caka satan komutana ne yapılabildi?
Orta Anadolu’da bir yerde hiçbir şey olmamış gibi fiyakalı şekilde dolaşıyor. Arada bir çevre illere gidip şehit ailelerine baskı yapıyor, Dağlıca’yı yazanlar için ‘vatan haini’ deyip duruyor.
Şimdi karşımızda Aktütün var. Eğer maksadımız, ileride Fikret Bila’nın kitabı için malzeme oluşturmaktan öte ise, ısrarla üzerine gitmeliyiz. Gitmeliyiz ki, benzer hatalar sonucu yeni şehitler vermeyelim.
Şevkimiz kırılmasın, ama onurumuz da, kalbimiz de...
Umutlarım azaldı
Genelkurmay Başkanı Orgeneral İlker Başbuğ’u canlı yayında izlerken buna dair umutlarım azalmaya başladı.
Oysa göreve başladığı ilk günlerde ne de farklıydı. Diyarbakır’da kaldırımlara doluşan kalabalığa dalıp gözlerdeki ışıltıyı arıyordu. Gece yarısı bildirilerine son verip gün ışığında yönetimi hedefliyordu. Ortaçağ ilkelliğindeki akreditasyon uygulamasını daraltıp, medya ile yeni diyalog kapılarını aralıyordu.
16 Eylül günü Genelkurmay karargahında medya mensuplarının karşısına çıktığında; Bir komutanın anlatımıyla ‘Hilmi Özkök-Yaşar Büyükanıt karışımı’ bir Orgeneral vardı.
1 ay sonra...
Cumhuriyet mitinglerindeki Tuncay Özkan’ı hatırlatan, kameralar karşısında Ergenekon savunmasındaki Mustafa Özbek’i andıran, 12 Eylül’ün lideri Kenan Evren’e öykündüren bir manzara, hiç mi hiç yakışmadı.
Demokratik ülkelerde devlet adamları öfkeyle kalkıp öfkeyle oturmazlar, buyurgan olmazlar, tehdit etmezler, korkutmak istemezler. Hesap soran değil hesap verendirler. İşini layıkıyla yapanlar, bundan da ürkmezler.
Kaldı ki; Korku ve öfkeyle bezenmiş, emre dayalı, tehditkar bir üslupla verilen hiçbir mesaj, adrese ulaşmaz.
Eski paşamı istiyorum
Cumhurbaşkanı Abdullah Gül ve Başbakan Tayyip Erdoğan, Genelkurmay Başkanı Başbuğ’un açıklamalarına tam destek verdi.
Belki devlet adamı ciddiyeti ve sorumluluk anlayışı bunu gerektiriyordur. Devletin tepesinde doğacak yeni bir siyasi kriz, küresel patlamaya dahil olduğunda Türkiye’yi daha büyük bir kriz sarmalına dolaştırabilir.
Ama...
Çankaya Köşkü’nde dün bir araya gelen Gül, Erdoğan ve Başbuğ arasındaki görüşmelerde Balıkesir nutkunun ele alınmış olmasını umut ediyorum. Zira, bu nutka dair muhasebenin yapılmaması eksiklik olur.
Başbuğ, öfkeli ses tonuyla ‘Benim size söyleyeceğim son söz şudur’ diyerek medyaya ‘dikkatli olma ve doğru yerde durma’ çağrısında bulunmuştu. Benim de son sözüm şudur: ‘Doğru yerdeyim, dikkatliyim. Paşam ya siz? 16 Eylül’deki yerde misiniz, 15 Ekim’deki yerde mi?’
Samimi olmak gerekirse, ben 1 ay önceki paşamı istiyorum. Öfke saçan değil umut dağıtan...