|
'YARI BAŞKANLIK.BAŞKANLIKTAN SAKINCALI''
|
|
|
|
|
|
Ak Parti’nin Sivil Anayasa taslağını hazırlayan Hukukçu Prof. Ergun Özbudun
Başkanlık ve yarı başkanlık tartışmaları yeniden alevlendi. Nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizin AK Parti için hazırladığınız anayasa taslağında başkanlık sistemi yok ama... |
|
|
|
|
|
|
|
|
Mine Şenocaklı - [email protected]
Evet. Hatta tam aksine AK Parti’nin 2007 seçim beyannamesinde devlet organları arasındaki ilişkilerin parlamenter sistem esaslarına göre düzenleneceği ve cumhurbaşkanlığı yetkilerinin de bu şekilde gözden geçirileceği şeklinde bir taahhüt var. Zaten o grubu teşkil eden 6 arkadaş, hepimiz parlamenter sistemin Türkiye bakımından daha uygun olduğuna inanıyoruz. O zaman da inanıyorduk, bugün de inanıyoruz. Dolayısıyla biz o taahhüdü esas alarak hazırladığımız taslakta parlamenter modele daha uygun bir sistem önerdik ve cumhurbaşkanının yine halkça seçilmesi sistemini baki kılmakla birlikte, onun yetkilerinin bugünkünden daha aşağı düzeye indirilmesini, sembolik ve temsili yetkilerle sınırlandırılmasını önerdik. Fakat o taslak zaten AKP’nin parti olarak sahiplendiği bir taslak haline gelmedi ve aradan da 5 yıl geçti. Dolayısıyla o dönemde AK Parti’nin böyle bir taahhüdü ya da beyanı yoktu.
Sizce AK Parti ’deki bu değişim niye?
Bu, şimdi ortaya çıkmış bir olay ama Türkiye’de ilk defa da tartışılan bir olay değil. 1982 Anayasası’nın yapımı çalışmalarında da başkanlık ya da yarı başkanlık sistemini savunan üyeler olmuştur. Sonra bunun savunuculuğunu Özal yapmış, daha sonra Demirel. Şimdi nihayet AK Parti de böyle bir istekle kamuoyunun karşısına çıkmış bulunuyor. Merkez sağ partilerin hepsinin böyle bir arzusu oldu. Bu ANAP’ta da oldu, DYP’de de oldu. Fakat 2007 seçim beyannamesinde bunun tersi, yani parlamenter sistem yönünde bir anayasa taslağı hazırlandı. Biz de zaten kendi inancımız da o yönde olduğu için parlamenter modele daha uygun bir taslak hazırladık. Çünkü 1982 Anayasası da parlamenter sisteme tam uygun değil. Parlamenter sistemde devlet başkanının yetkileri esas itibariyle sembolik ve temsilidir. Önemli anayasal yetkileri yoktur. Ama 1982 Anayasası bir nevi karma ya da melez sistem yaratmış. Yani bir yandan parlamenter sistemin bazı unsurlarını muhafaza etmiş, ama öte yandan da çok güçlü bir devlet başkanlığı makamı yaratmış ve ona önemli ciddi anayasal yetkiler vermiş. Biz bu anomaliyi bertaraf etmeyi ve sistemi parlamenter sistemin özüne daha çok yaklaştırmayı arzu ettik. Bizim taslağımız o yöndeydi. Şahsen ben bugün de aynı görüşü muhafaza ediyorum. Bütün sorunlarına rağmen parlamenter sistemin diğer iki sistemden daha az sorunlu ve daha makul olduğuna kaniyim.
Tartışmalarda ifrat ve tefrit arasında gidilip geliniyor!
Neden?
Bunun için diğer iki sistemin sakıncalarına girmek lazım. Türkiye’de şu andaki tartışmada ifrat ve tefrit arasında gidilip geliniyor. Bazılarına göre başkanlık sistemi bir padişahlık, sultanlık, diktatörlük sistemi ve mevcut kusurlu demokrasiyi dahi ortadan kaldıracak bir sistem. Öbür uçta da bunu her derde deva olarak gören bir görüş var. Tabii hemen her konuda olduğu gibi, doğru bunların ortasında. Yani her iki aşırı yorum da isabetli değil, gerçeklere uymuyor. Şüphesiz ki başkanlık sistemi demokratik hükümet sistemlerinin bir çeşididir. Bunun padişahlıkla ya da diktatörlükle alakası yoktur. Amerika, dünyanın ileri standartlarda demokrasilerinden biri. Bunda kuşku yok. 200 küsur senedir bu sistemi uyguluyorlar.
Ama başkanlık sisteminin Amerika dışında başka hiçbir ülkede başarılı olamadığı söyleniyor. Mesela Latin Amerika ülkelerinde?
Bu da abartılı görüş. Evet, Latin Amerika’da geçtiğimiz on yıllara kadar sorunlu bir siyasi sistem var. Ama bunun tüm sorumluluğunu da başkanlık sistemine yıkmak doğru değil. 1980’lerden, 1990’lardan bu yana Brezilya’da, Arjantin’de, Şili’de, Uruguay’da bir sorun yaratmadan da işliyor. Dolayısıyla benim başkanlık sistemine itirazım, böyle diktatörlüğe, sultanlığa yol açacağı gibi abartılı nedenlere dayanmıyor. Daha pratik ve pragmatik nedenlere dayanıyor.
Ne gibi?
Başkanlık sisteminin özü, yasama ve yürütme arasında kesin bir güçler ayrılığıdır. Dolayısıyla bu sistemde başkan ve yasama organı ayrı seçimlerle ve sabit süreyle işbaşına gelir ve bu süre içinde ne başkan yasama organını feshedebilir ne de yasama organı başkanı düşürebilir. Düşüremediği için yürütmede istikrar sağlanır elbette. Bu avantajlı yanı olarak görülebilir ama özellikle başkan ve kongre çoğunluğu ayrı partilerden olduğu takdirde sistemde tıkanma ve çatışma ihtimali çok kuvvetli. Çünkü başkan, evet yürütme yetkisine sahiptir, bunu dilediği gibi kullanır ama başkanın çoğu zaman politikalarını uygulayabilmek, vaatlerini yerine getirebilmek için yeni kanunlar çıkarılmasına ihtiyacı var. O zaman tabii kongrenin oyuna muhtaç. Keza bütçenin kabulü tamamen kongrenin mutlak yetkisi içindedir. Bir yürütme organının faaliyetlerini yerine getirebilmesi için bütçesinin kabul edilmesi lazım. Dolayısıyla orada da kongrenin desteğine muhtaç. Amerika’da bu çok büyük sorunlara yol açmıyor, çünkü Amerikan partileri bizim bildiğimiz anlamda katı, disiplinli, ideolojik partiler değil ve aralarındaki siyaset farkları da oldukça minimum düzeyde. Dolayısıyla başkan ve kongre çoğunluğunun ayrı partilerden olduğu dönemlerde bile, uzlaşma ruhu, karşılıklı pazarlıklar, orta noktayı bulmak gibi yöntemlerle bu sorun aşılıyor. Ama mesela Türkiye’deki durumu tasavvur edecek olursak, halkça seçilmiş güçlü bir başkan, öte yandan ona karşıt bir yasama organı çoğunluğu var diyelim, ben bu sistemde ciddi tıkanmalar ve gerilimler olacağını tahmin ediyorum. Bunu başlıca sakınca olarak görüyorum. Çünkü bizde bunu aşacak bir uzlaşma kültürü yok. Partilerin dünya görüşleri birbirinden çok farklı ve Türk partileri Avrupa partilerinin çoğu gibi katı, disiplinli, ideolojik partiler. Dolayısıyla Amerika’da çok fazla bunalıma yol açmayan bir husus, Türkiye ve benzeri ülkelerde çatışma, tıkanma ve bunalım yaratabilir. Benim başkanlık sistemine temel itirazım bu.
Sezer’in döneminden daha vahim olur
Yine de diyelim ki Türkiye’de başkanlık ya da yarı başkanlık sistemi kabul edildi. Ne olur?
Şu anda sorun olmayabilir. Çünkü AK Parti aşağı yukarı yüzde 50’lik bir seçmen desteğine sahip. Sayın Erdoğan cumhurbaşkanı adayı olursa seçileceği son derece güçlü bir ihtimal. Onu takip eden yasama organı seçimlerinde de bugünkü verilere dayanarak AK Parti’nin bir çoğunluk sağlayacağını tahmin edebiliriz. Dolayısıyla yakın gelecekte böyle bir çatışma olmayabilir. Ama bir anayasa değişikliği yakın gelecek düşünülerek planlanmaz. Bu hükümet sistemi tercihi oldukça temel ve radikal bir tercihtir. Bugünün konjonktürüyle buna karar vermek doğru değil. Yarın bu siyasi dengeler değişebilir ve bahsettiğim ihtimal ortaya çıkabilir. Başkanın başka bir partiden veya eğilimden, parlamento çoğunluğunun başka bir partiden ya da eğilimden olması muhtemel. O zaman bunun yarattığı güçlüklerin aşılması da kolay olmaz.
Yani diyelim ki Başbakan Erdoğan başkan oldu. Ama diğer üç partinin, yani CHP, MHP ve BDP’nin de çoğunlukta olduğu bir TBMM var...
İşte burada devamlı sorunlar çıkacaktır. Bırakalım başkanlık ya da yarı başkanlık sistemini, bizim mevcut sistemde dahi parlamento çoğunluğuna dayanan hükümet ile cumhurbaşkanı arasında ciddi ihtilaflar çıkmıştır. Sayın Sezer’in dönemini hatırlayalım; bu ihtilafların çoğu zaman çözülmesi zor olmuştur. Başkanlık sistemi bunu daha da vahim boyutlara taşıyacak. Çünkü cumhurbaşkanı halkça seçilecek. Onun getirdiği demokratik meşruluğa sahip, daha güçlü ve daha geniş anayasal yetkileri olacak. Ona karşıt bir parlamento çoğunluğu olduğu takdirde de dediğim gibi sistemde devamlı tıkanmalar, ihtilaflar, çatışmalar kaçınılmaz hale gelecek. Bu yüzden böyle bir tercihi yaparken bugünkü konjonktürü ve siyasi dengeleri değil, ilerde ne olabileceğini de düşünmek lazım. Çünkü bu, ‘Bugün yaparız, yarın da değiştiririz’ denilebilecek basit bir değişiklik değil; köklü bir değişiklik. Artılarının ve eksilerinin, ne getireceğinin ne götüreceğinin çok iyi hesaplanması lazım.
Sistem tartışması fantazi bir tartışma
Başkanlık sisteminin hiç artısı olmaz mı?
Artısı hükümette istikrar olur. Çünkü parlamento hükümeti düşüremeyeceği için, başkanın sabit görev süresi boyunca o hükümet düşürülemez. Oysa parlamenter sistemde, eğer bir tek parti çoğunluğu yoksa, bir koalisyon varsa ve koalisyon ortakları da çok iyi anlaşamıyorlarsa, elbette hükümet krizleri, hükümetlerin düşürülmesi veya koalisyon ortaklarının ortak bir politika üzerinde anlaşamaması, dolayısıyla hükümetin iş görememesi gibi ciddi problemler yaşanabilir. Ama Türkiye’nin şu andaki manzarası böyle değil. Şu anda seçmen kitlesinin yarısına sahip, dolayısıyla parlamentoda çoğunluğu olan bir parti var. Ve görünür gelecekte de bu değişir gibi gözükmüyor.
Prof. Ersin Kalaycıoğlu,”Eğer çok büyük bir ekonomik ya da siyasi kriz yaşanmazsa dördüncü, hatta beşinci kez seçimleri muhtemelen AKP alacak ve Türkiye’de ‘hakim parti sistemi’ne geçmiş olacağız. Tıpkı Japonya’da ve İsveç’te olduğu gibi...” demişti.
Ersin’in yorumuna katılıyorum. Tabii ilerisi için tahminde bulunmak doğru değil. 10 sene sonra ne olacağını bilemeyiz, ama bugünkü manzaraya göre Türkiye’nin parlamenter sistemi terk edip bu kadar köklü bir değişikliğe geçmesini gerektiren hiçbir sebep yok. Siyasi istikrar için istiyorsak, olabileceği kadar var. Ekonomik istikrar da var. Zaten bu ikisi birbiriyle ilişkilidir. Siyasi istikrarın olmadığı bir ülkede ekonomik istikrarı sağlamak da zor. Ama mevcut sistem bunu sağlıyor. Başkanlık sistemi, evet yürütmede istikrar sağlar ama politikalarda devamlılığın bir garantisi değil. Çünkü pek çok konuda başkan politikalarını yürütmek için o yasama organının onayına muhtaç. Amerika’da da böyle. Mesela birçok tayin federal düzeyde senatonun onayıyla gerçekleşir. Elçi tayinleri, yüksek mahkeme üyelerinin atanmasının onaylanması gibi... Dolayısıyla bunlar karşıt çoğunlukların elinde olduğu takdirde her an bir sürtüşme çıkması mümkün.
Evren’in beden ölçülerine göre yapılmış bir anayasamız var
Peki yarı başkanlık? AK Parti’nin son MYK toplantısında geçiş döneminde yarı başkanlık sisteminin daha doğru olacağı konusunda görüş birliğine varıldığı söyleniyor...
Bence yarı başkanlık daha da sakıncalı bir sistem. O da şu nedenle; orada bölünmeyi doğrudan doğruya yürütmenin içinde yaratıyorsunuz. Yarı başkanlık, parlamenter sistemle başkanlık sistemi arasında karma ya da melez sistem. Bir yanda halkça seçilmiş ve güçlü anayasal yetkileri olan bir başkan var. Fransa’da ve Rusya’da olduğu gibi... Öte yanda yine halkça seçilmiş bir parlamento ve o parlamentoya karşı sorumlu bir hükümet var. Yani o hükümet ancak parlamenter sistemde olduğu gibi, parlamentonun güvenine sahip olduğu sürece ayakta durabiliyor. Şimdi burada da bu iki unsur, farklı partilere veya farklı eğilimlere mensup olduğu takdirde çatışma ihtimali fevkalade yükseliyor. Çünkü yürütmenin bir parçası parlamentoya karşı sorumlu hükümet, bir parçası da halkça seçilmiş ve yürütme yetkisine dahil olan başkan. Bunlar özellikle ayrı partilere mensup olduğu takdirde burada yürütmenin kendi içinde çatışmalar, bölünmeler, dolayısıyla tıkanmalar yine mukadder. Yani her yerde Putin-Medvedev uyumunu, işbirliğini bulamayız. Kaldı ki ikisi de aynı partiden. Ayrı partilerden olsalardı çok daha zor bir durum olurdu. Yarı başkanlık sisteminin de temel sakıncası bu.
AK Parti’nin mevcut sistemi değiştirmesi mümkün değil!
Çalışma Bakanı Faruk Çelik, “Biz cumhurbaşkanını halk seçsin dediğimizde zaten yarı başkanlık sistemine geçtik gibi” diyor...
Bir ölçüde hakkı var Sayın Çelik’in. Çünkü yarı başkanlık sisteminin iki özelliği olduğunu söyleyebiliriz. Biri, başkanın doğrudan doğruya halkça seçilmesi, ki zaten 2007 değişikliğiyle bu gerçekleşti. İkincisi de, başkanın önemli güçlü anayasal yetkileri olması. Yani sadece sembolik bir makamdan ibaret olmaması. Zaten 1982 Anayasası Türkiye’de cumhurbaşkanına oldukça güçlü yetkiler tanıyor. Onu sadece sembolik, temsili bir makam olarak düşünmüyor. Bir nevi Sayın Evren’in beden ölçülerine göre yapılmış bir anayasa. Onu da hepimiz biliyoruz. Dolayısıyla Çelik’in yorumu haksız değil. Zaten Türkiye şu anda klasik bir parlamenter sisteme de sahip değil. Bizimkisi parlamenter ve yarı başkanlık arasında bir karma sistem. Dolayısıyla bugünkü sistem de yarı başkanlık sisteminden pek farklı değil. Farklı olmadığı için geçmişte cumhurbaşkanı ve hükümet arasında oldukça nahoş ihtilaflar yaşandı. Özellikle Sayın Sezer döneminde. Ama sadece AK Parti hükümetiyle değil, ondan önce Ecevit hükümetiyle de problemler yaşandı. Dolayısıyla bizim inancımız, yani bu 2007 taslağını hazırlayan grubun ve Türkiye’de parlamenter sistemi savunanların inancı böyle çatışma ihtimallerini asgariye indirmek için cumhurbaşkanının şu anda fazla olan yetkilerini törpülemek; bu makamı ülkenin ve milletin bütünlüğünü temsil eden, daha sembolik ve temsili bir makam haline getirmek. O zaman bu sürtüşme ihtimalleri de çok büyük ölçüde ortadan kalkmış olur.
Peki neden parlamenter sistem?
Parlamenter sistemin kendine özgü bir mantığı var. Eğer parlamentodaki çoğunluk şu veya bu nedenle değişirse, mesela diyelim ki koalisyon ortakları arasındaki anlaşma bozulursa, hükümet düşürülür ya da istifa eder. Yeni parlamento çoğunluğunun yansıyacağı yeni bir hükümet kurulur. Dolayısıyla onun mantığında böyle bir tıkanma esas itibariyle olmaz. Tabii istisnai dönemler hariç. Benim parlamenter sistem tercihimin altında yatan neden bu. Yani tıkanmalara ve sistem içi çatışmalara daha az elverişli bir sistem olması.
Peki diyelim ki AK Parti ısrar etti ve oldu böyle radikal bir değişiklik...
Bunun gerçekleştirilme şansı yok. Çünkü AK Parti bunun üzerinde ısrarla dursa, bunu olmazsa olmaz diye mütalaa etse dahi tek başına bu anayasa değişikliğini gerçekleştirecek çoğunluğu yok. Çünkü asgari olarak anayasayı değiştirme çoğunluğu üye tam sayısının 5’te 3’ü... Yani 330 milletvekili. AK Parti’nin milletvekili sayısı bunun altında; 325. Ve hiçbir parti de bu yarı başkanlık sistemi tasavvuruna iltifat etmediğine göre böyle bir öneriyi Meclis’ten geçirmek mümkün değil. Halka arz etmek de mümkün değil. Çünkü referanduma sunmak için dahi bu 5’te 3 çoğunluğu bulmak gerekli. Dolayısıyla ben bunu biraz fantazi bir tartışma olarak görüyorum. Yani mevcut kuvvetler dengesinde bunun gerçekleştirilmesinin mümkün olmadığını düşünüyorum.
Yine Prof. Ersin Kalaycıoğlu, bir alıntı yaparak şöyle diyor: “Amerikalı akademisyen Antonio Cheibub, ‘İster parlamenter, ister başkanlık, ister yarı başkanlık, rejimi ne olursa olsun, bir ülke askeri darbe görmüşse istikrara kavuşmuyor. Dolayısıyla bir rejiminiz varsa onu değiştirmekle uğraşmak yerine, aksayan yönlerini ufak ufak çözmeye gayret edin!’ diyor. Tabii ki demokratikleşme için askeri darbeleri önlemek şart... Ama yapılması gereken bununla sınırlı değil. En başta yargı düzelecek, hukuk devleti güçlendirilecek. Bizim bu noktalarda ciddi sorunlarımız var!”
Cheibub’ın görüşü biraz abartılı. Askeri darbe geçirip ondan sonra istikrarlı bir demokrasiyi sürdürmüş bir sürü ülke var. Fakat şu açıdan da haklı olabilir; yani ne başkanlık sistemi ne yarı başkanlık sistemi ne parlamenter sistem bir toplumun bütün siyasi ve anayasal sorunlarını çözecek bir sihirli reçete değildir. Bütün ümidimizi hükümet sistemi tercihine bağlamak bence son derece yüzeysel bir düşünce. Türkiye’nin bugün ifade özgürlüğü, Kürt meselesinin çözümü gibi çok önemli acil demokrasi sorunları var. Onlar üzerinde konsantre olmak çok daha doğru. Onlara oranla ‘Hükümet sistemi parlamenter mi olsun, başkanlık mı olsun?’ tartışması bence son derece tali ve yapay tartışma. Dolayısıyla belki son cümle olarak şunu söyleyebiliriz; önümüzde bir anayasa yapımı süreci var, başarılı olacak mı bilemiyoruz, ama bu sürecin bir verimsiz başkanlık, yarı başkanlık ve parlamenter sistem tartışmasıyla tıkanması, kilitlenmesi hiç arzu edilmeyecek bir durumdur. Çünkü kanaatimce bu çok ikincil bir sorundur.
|
|
|
|
|
|
|
Toplam yorum |
0 |
|
Onay bekleyen |
0 |
|
|
|
Yorumunuz editörlerimiz
tarafından incelendikten sonra yayınlanacaktır. |
|
|
|
|
Bu haber henüz yorumlanmamış...
|
|
|
|
Bu kategorideki diğer haberler |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
ÇOK OKUNANLAR |
|
|
-
|
|
|
|
A Milli Futbol Takımı deplasmanda Karadağ'a 3-1 mağlup olarak UEFA Uluslar B Ligi'nde grubunu 2. sırada tamamladı. |
|
|
|
|
|
UEFA Uluslar A Ligi'ne yükselmek için play-off oynamaya hak kazanan A Milli Takım'ın muhtemel rakipleri belli oldu.
|
|
|
|
|
|
Kültür ve Sosyal İşleri Dairesi Başkanı Haluk Erdemir ile Kültür ve Sosyal İşleri Dairesi Koordinatörü ... |
|
|
|
|
|
Ankara'da trafikte çıkan yol verme tartışmasında darbedilen 1 kişi yaşamını yitirdi.
|
|
-
-
-
|
|
|
|
|
|
|
YAZARLAR |
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
|
ÇOK YORUMLANANLAR |
|
|
-
|
|
|
|
A Milli Futbol Takımı deplasmanda Karadağ'a 3-1 mağlup olarak UEFA Uluslar B Ligi'nde grubunu 2. sırada tamamladı. |
|
|
|
|
|
Kültür ve Sosyal İşleri Dairesi Başkanı Haluk Erdemir ile Kültür ve Sosyal İşleri Dairesi Koordinatörü ... |
|
|
|
|
|
UEFA Uluslar A Ligi'ne yükselmek için play-off oynamaya hak kazanan A Milli Takım'ın muhtemel rakipleri belli oldu.
|
|
|
|
|
|
Ankara'da trafikte çıkan yol verme tartışmasında darbedilen 1 kişi yaşamını yitirdi.
|
|
-
-
-
|
|
|
|
|
|
|
ANKET |
|
|
|
|
|